Top
Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

03/01/2017

Tasarruf ederken

“Günaydın, güzel bir gece” dedi yanımdaki.

“İyi geceler” diye yanıt geldi ileriden.

Hâlâ mizah duygusunu kaybetmemiş insanlar olması ne güzel diye düşündüm. “Günaydın” dedim.

addAd('/128070660/Milliyet_Yazarlar/Detayici_300x250', [300, 250], 'Gad300250', true, 1, 0);

Sanki işe gitmeden önce bir kahve almaya çalışmıyoruz da, çapaklı gözlerimizle sabahın köründe Sabiha Gökçen’e yetişeceğiz.

Ucuz biletten değilse neden bu olağanüstü durum hali.

Ayrıca herkes uyuyor.

Bir millet ‘uyanamıyor’ değerli okurlar. Bir millet ayakta uyuyor.

Çünkü sabahlar kaldırıldı. Çünkü hâlâ güneş doğmadı. Güneş 08.23’te doğacak.

Kafeden çıkıp köşedeki taksi durağına doğru yürüdüm. Karanlığın içinden okul servisi geldi. Yüklendiği çanta, elindeki kitap ve torbaların altında kaldığından görünmeyen uykulu adımlı bir çocuk, uyuyan annesi eşliğinde karanlık apartmandan karanlık sokağa çıktı.

Servise bindirildi. Kapı kapandı. Minibüs bir sonraki çocuğa doğru gaza bastı, karanlıkta kayboldu. Sokak sessizliğe büründü. Bir kedi karşıdan karşıya geçti.

Kargalar huzursuzca gakladı.

Sabah sporuna çıkanlardan eser yok. Bu karanlıkta ıssızlıkta ne sporu? Kurda kuşa tinerciye yem olur insan.

Uzakta bi köpek havladı. Kartonların üzerinde uyuyan adam, üzerindeki paçavraları ve gazete kâğıtlarını çekiştirip inledi.

Belki de sabah olduğunu sandı ama hayır. Daha var. Çilemiz bitmedi.

Elimdeki kahveden bir yudum aldım, haşlanan dilimin hoşuna gitmedi bu. Yürüdüm. Bir süre sonra tok tok tok diye ayak sesleri eşliğinde karanlığın içinden zombiler gibi işe gidenler belirdi. Aralarına katıldım. Karanlık bir nehir gibi akıyoruz denize doğru. Giyinip kuşanmış, işe yetişmeye çalışan tedirgin kadınlar, paltolular, dev atkılılar (bkz. ince giyinip dev bir atkıya dolanarak ısınmak), şemsiyelilerle birlikte sahile indim.

Deniz karanlık. Gökyüzü karanlık. Topkapı Sarayı’nın üzerindeki kara bulutlar, tarihi yarımadanın sarımtırak ışığını emmiş içinde tutuyor, dışarıya kesinlikle vermemeye kararlılar.

Daha bir saat var güneşin doğmasına. Hava karanlık, evler aydınlık. Tasarruf böyle bir şey olmamalı.

Pancar motor sesiyle kafamı kaldırdım. Balıkçılar bir bir Sarayburnu’na doğru süzülüyor.

Yeni saat onlara yaradı. Beşte kalkarlardı eskiden, şimdi yedi buçukta çıkıyorlar istavrite. Çünkü güneş 08.23’te doğuyor.

“En azından birilerini mutlu etmiş olmalı bu yeni saat uygulaması” dedim.

Motora bindim. Bir sürü uyuyan bünye arasında kendime bir yer bulup oturdum.

Yanmış margarin ve çay kokusunu içime çektim. Göz kapaklarım ağırlaştı.

Kafamı daha fazla dik tutamadım.

Suriyeli kadın ve çocuğu

Suriyeli kadın yere oturmuş. Kucağında bebeği. Sarmalamış sarmış, iki eliyle korumaya almış ama ağlıyor bebek. Elleri ayakları çıplak bu soğukta.

Öyle dokundu ki ne yapacağım bilemedim. Bir kendi çocuğuma baktım, bir şu garibe. Para istedi kadın. Vermek için elimi cebime attım. Bir anda çember sakallı, takkeli bir adam çıkageldi. Bol Allah’lı bir sürü Arapça şey söyledi. Elindeki tespihi satmaya çalıştı. Tespih istemiyorum dedim. Kadına parayı uzattım. “Bu benim hanımım ve çocuğum” dedi, onlar adına parayı almaya hamle yaptı. Verdim.

Yürürken sinir oldum. Zavallı kadının ve çocuğun masumiyetini bu adamda göremediğim için, bu adama sinir olduğum için, bu sakallı, takkeli adamın bana çağrıştırdığı her olumsuz şey için başkasına değil, kendime kızdım.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp