Top
Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

16/02/2014

Yas tutmak

Mutlu bir evlilik, güzel bir ev, yolunda giden bir hayat. Birbirini seven bir de çift... Derken çocukları ölür günün birinde, küçücük yaşta... Sinemanın sık sık kullandığı bu öykü kalıbını, 2011’de John Cameron’ın David Lindsay-Abaire’in oyunundan beyaz perdeye uyarladığı ‘Rabbit Hole/Tavşan Deliği’nde de izlemiştik. Anne Becca’yı Nicole Kidman, baba Howie’yi Aoran Eckhart canlandırıyordu. Hatta Kidman bu filmdeki rolüyle aynı yıl Oscar’a aday olmuş, ne var ki ödül ‘Black Swan’daki performansıyla Natalie Portman’a gitmişti.
Abaire’in metni bugünlerde Tiyatro YanEtki tarafından Serkan Üstüner rejisiyle sahneleniyor. Becca’yı Melike Güner, Howie’yi Faruk Barman, Becca’nın annesini Füsun Erbulak, kız kardeşini Öykü Başar, çiftin oğulları Danny’e arabasıyla çarpan genci Yağız Can Konyalı oynuyor.

Yoğun bir acı...
Oyunu Asmalı Sahne’de gördüm. Bir apartman katındaki salonda, iki sıra halinde oturan 30 izleyiciydik. Küçük salonlardaki büyük işlerden biri ‘Tavşan Deliği’. 4 yaşındaki oğullarını sekiz ay önce kaybetmiş bir anne ve baba... İkisi de yas tutuyor. Becca, aylar önce donup kalmış sanki. Üzerini kaplayan buz tabakası biraz çözülmüşse de salondaki herkese geçiyor soğukluğu. Oğlundan kalan bütün izleri silmeye çalışarak tutunuyor hayata. Tutunmak dediğim de teğeller atmaktan mürekkep aslında. O kadar katı, mesafeli, alıngan ki, elindeki iğne sık sık hem kendine hem çevresindekilere batıyor. Howie, karısına göre daha esnek. Evet her gün oğlunun videolarını izliyor cep telefonundan ama o daha niyetli sanki acısıyla birlikte yürümeye. Oğlunun kazasına neden (!) olan köpekten, onun anılarıyla dolu evden vazgeçmeden...  
Aynı acının yasını farklı şekillerde tutmanın getirdiği gerginlik, evliliklerine yapışıp kalmış. Çıkmaya çalıştıkça daha da batıyorlar. O kadar yoğun bir acı ki, bize iki adım mesafede oynanan, beyazperdede izlemeye hiç benzemiyor. Becca-Howie çiftinin evine gitmiş gibiyiz taziyeye... Hani olur ya taziye evlerinde, karşındaki acı çeker ve söyleyeceğin her şey anlamsız kalır onun acısının yanında; bazen sadece susup oturursun öylece, tek söz etmeden. Tiyatroda olduğumuzdan değil de, bu yüzden sanki sesimizin çıkmayışı 90 dakika...

‘Anne geçiyor mu?’
Bu sahicilikte Melike Güner’in katkısı çok büyük. Sinirli adımlarla arşınladığı evinde, bir odadan diğerine geçerken bir anda durup, yaşlı gözlerle annesine bakarak “Anne bu geçiyor mu?” diye sorduğu sahne misal... Bu kadının sekiz ay önce çocuğunu gerçekten kaybettiğine inanmak işten değil o an. Öyle buzlar kraliçesi gibi dolaşırken, canının nasıl yandığını insanın iliklerine kadar işliyor performansıyla Güner. Nasıl bir çıkmazın içinde olduğunu... Oğluna arabasıyla çarpan genç Jason’la iletişim kurması, onunla ‘paralel evrenler’i konuşması, iyileşme çabası hep. Bu sohbetlerden birinde, bir başka yerde, çok iyi vakit geçirip limonlu kek yaptığını hayal etmesi, oyun boyunca ona en iyi gelen tek şey belki de. 

Kolay bir süreç değil
Herkesin yasını tutma şekli başka. Değişmeyen tek şey, ölüm acısı başta olmak üzere hiçbir acının, yası tutulmadan bitmeyeceği. O limonlu kekin, başka türlü kalıba dökülemeyeceği... Yas dediğin de tut gitsin denecek kadar kolay bir süreç değil. Kaybı kabullenmek, kaybetmekten daha can acıtıcı olabiliyor. Velhasıl, tutana da zor yas, çevresindekilere de. Ama çok hayati, çok önemli. Gündelik hayhuyun içinde çok zaman aklımıza bile gelmeyen bu bilgileri ara sıra hatırlamak lazım. ‘Tavşan Deliği’ndeki taziye evi bunun için iyi bir fırsat.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp