Top
Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

03/11/2012

Kutlama krizinden doğan çağrışımlar

Son Cumhuriyet Bayramı kutlamaları esnasında ortaya çıkan ve bayram havasına hiç yakışmayan nahoş görüntüler her şeyden önce bir “yönetim krizi”ne işaret etmektedir. İşin bu tarafı, en hafif deyimiyle, hükümetin basiret fukaralığından kaynaklanıyor. Resmi bayramları totaliter sistemlerin uygulamasına benzeyen halka karşı güç gösterileri havasından çıkarıp sivilleştirelim diyen hükümetin, sonuçta yine devletin inisiyatifinde yürüyen ve sivil girişimleri zorla dışlayan bir “kutlama” anlayışına gelmesi ne kadar da ironik! Oysa, bırakalım başlangıçtaki sivil kutlama vaatlerine kendisinin uymamasını, zaten epeyce bir süredir demokrat ve reformcu imajı ciddi şekilde yara almış olan ve toplumu kutuplaşmaya götürdüğüne doğru-yanlış inanılan bir hükümetin sırf bu nedenle bile yeni gerilimlerden kaçınması gerekmez miydi?

Muhaliflerini artırdı
Sivil kutlama girişimlerini yasaklamaktaki basiretsizlik sadece yok yere işin içine polis müdahalesinin karıştırılmasında ve olaylı bir bayram görüntüsü doğmasına sebep olunmasında değil. AKP hükümeti açısından asıl basiretsizlik, “Cumhuriyeti kendisi kutlamadığı gibi Cumhuriyetçilerin de kutlamasına izin vermeyen bir hükümet” imajı yaratarak, kendi meşruluğunu kabul etmekte zaten isteksiz olan kesimlere, bu tutumlarını daha da pekiştirecek ve böylece kendisine yönelik kategorik muhalifler halkasını daha da genişletecek yeni bir “kanıt”ı kendi eliyle sunmasında.
Ama bu kutlama krizinin bunun ötesinde de anlamları var. Bunlardan biri, bu krizin son zamanlarda sayın Başbakan’da gözlenen otoriter eğilimin yeni bir dışa vurumu olarak görülebilecek olmasıdır. Özellikle bu son olayda beliren şekliyle, söz konusu otoriterlik bir yandan toplumun tekçi-türdeş biçimde kavranmasıyla, bir yandan da eleştiri ve muhalefetin husumet olarak algılanmasıyla ilgili. Vaktiyle kendisinin ve dayandığı toplumsal tabanın mağduru olduğu bu tekçi ve türdeşlikçi tasavvuru, bugün, dünya görüşü ve hayat tarzı bakımından kendisinden farklı olanlar karşısında sayın Başbakan’ın bu kadar kolaylıkla içselleştirmiş olması ironik olmanın ötesinde acı bir durum. Öte yandan, sayın Başbakan’ın yaptığı doğru işlerde kendisini destekleyenlerin bile kendisine yönelttikleri eleştirileri husumet kanıtı olarak görmesi de yeni bir durum değil.

‘Çift başlılık’tan şikâyet
Kutlama krizi başka bir yanıyla da sayın Başbakan’ın nasıl bir hükümet sisteminden yana olduğunu göstermesiyle ilgili. Hatırlanacağı gibi, Ankara’daki kutlamalarda daha müessif olayların meydana gelmesinin önüne geçilmesi kalabalığın önündeki barikatın valinin talimatıyla kaldırılması sayesinde mümkün oldu. Valinin bu davranışının sayın Cumhurbaşkanı’nın telkiniyle ilgili olabileceği söylenirken, sayın Başbakan “polisin görevini yapmadığı”nı söylemekle yetinmeyip, “çift-başlı yönetim”den şikayet etmek suretiyle, Cumhurbaşkanı’nın müdahale etmiş olması ihtimalinden duyduğu memnuniyetsizliği belli etti. 

Gül’ün katkısı büyük
Bu memnuniyetsizliğin temel nedeni sayın Başbakan’ın “tek-patronlu” yönetime inanması ve tek patron olarak “kendi yetkisi”ne ortak tanımamasıdır. Klasik parlamenter rejim açısından kamu düzeninin sağlanmasıyla ilgili nihai yetki elbette bakanlar kurulunda ve onun başkanı olan başbakandadır, ama 82 Anayasası’nın tanımladığı şekliyle cumhurbaşkanının sistem içindeki rol ve işlevi de klasik parlamenter modelin öngördüğü sınırlar içinde düşünülemez. Kaldı ki, öyle olsaydı bile sayın Erdoğan’ın sayın Gül’e duyuracak şekilde “bu ülkeyi çift başlı bir yönetimle bugüne kadar getirmedik”, “Başbakan olarak benim görevim bellidir, Cumhurbaşkanı’nın da görev alanı bellidir” diye konuşması, uygunsuz kaçması dışında, gerçekleri de tam olarak yansıtmamaktadır. Doğrudur, sayın Erdoğan son yıllarda partisi ve hükümeti içindeki konumunu iyice pekiştirmiş ve her bakımdan “tek adam” konumuna yükselmiştir; ama bildiğimiz kadarıyla “ülkenin bugünkü durum”a gelmesinde sayın Gül’ün de Cumhurbaşkanı olarak hatırı sayılır düzeyde katkısı olmuştur. Doğrusu, bu katkı olmasaydı, tek başına Erdoğan’ın çabasıyla “ülke bugünkü durumu”na gelemezdi.
Görülüyor ki, sayın Erdoğan, partisi ve bakanlar kurulu içindeki halihazırdaki fiili tek adamlığını, yetki alanını daha da genişleterek resmileştirme arayışını sürdürmektedir. Adına “başkanlık” dese de, Erdoğan’ın peşinde olduğu hedef, benim anlayabildiğim kadarıyla, ülkenin ve rejimin tek patronu olmaktır. Buna başkanlık denemez, çünkü başkanlık sistemindeki “başkan”ın daha mütevazı bir konumu vardır, o devletin değil sadece “yürütme”nin patronudur.


Mustafa Erdoğan kimdir?
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Erdoğan, 1981-88 yılları arasında aynı fakültede yüksek lisans ve doktorasını yaptı. Bir süre idari hâkim olarak çalışırken 1985 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde akademik mesleğe intisap etti. 1991 yılında Anayasa Doçenti oldu, 1997 yılında Profesörlüğe yükseldi. 1997-98 akademik yılında Amerika’nın Virginia eyaletindeki George Mason Üniversitesi’nde misafir öğretim üyeliği; daha sonra Amerikan Yüksek Mahkemesi üzerine araştırmalar yapmıştır. Erdoğan ayrıca 1992 sonunda bir grup arkadaşıyla birlikte Liberal Düşünce Topluluğu’nu kurdu. 1996 yılından beri topluluğun çıkardığı Liberal Düşünce adlı üç aylık fikir ve araştırma dergisinde bir süre editörlük yaptı. Uzun yıllar Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Hukuk Bilimleri Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapan Erdoğan, emekli olduktan sonra İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı oldu. Hukuk Fakültesi dekanlığına halen devam eden Erdoğan, sosyal ve siyaset teorisinin temel meseleleri üzerine yazdığı pek çok telif makaleleri yanında, muhtelif günlük gazetelerde köşe yazarlığı da yapıyor.
 

 

Bir Milliyet klasiği
Gazeteniz Milliyet, “Düşünenlerin Düşüncesi” köşesiyle toplumun kanaat önderlerine sayfalarını açıyor. Abdi İpekçi tarafından 6 Ocak 1963’te başlatılan köşe ülkenin ekonomik, siyasal ve toplumsal birçok sorununu masaya yatırmıştı. Akademisyenlerden sosyal bilimcilere,
sivil toplum temsilcilerinden işadamlarına, bilim insanlarından hukukçulara kadar uzman kalemler Milliyet için yazacaklar. Yazılarınızın uzunluğunun 3 bin vuruşu (1.5 sayfayı) geçmemesi gerekmektedir. İrtibat telefonumuz: 0212 337 9328. Mail adresi:aycaatikoglu@hotmail.com  
 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp