Top
28/04/2023

İMKANSIZ BİR AŞK HİKAYESİ

Malum son günlerin en popüler binası; Kız Kulesi!

Gerçi son zamanların değil tüm zamanların en popüler yerlerinden biri kendisi! İstanbul’un simgesi, İstanbullu’nun kıymetlisi!

Zamanın acımasızlığına dayanamayan sadece insanlar değil, binalar da yıpranıyor, eskiyor, bakıma ihtiyaç duyuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tadilata alınan ve merak uyandıran Kız Kulesi'nde kubbe ahşap imalatları tamamlandı, kubbe görüntüsü aslına uygun olarak yeniden ortaya çıkarıldı. Yeniden açılması için de geri sayım başladı.

Kız Kulesi’nin meşhur hikayesini bilirsiniz, hani kızını korumak için denizin ortasına bu kuleyi yaptıran ama kuleye gizlice giren zehirli yılanın sokmasıyla yazgıyı değiştiremeyen ve kızını kaybeden padişahın hazin hikayesini! Bu sefer başka bir hikaye anlatacağım ben size; Kız Kulesi’nin kalp ağrısını, kimselerin bilmediği gizli aşkını;

Ah Kız Kulesi ahhh! Denizin ortasında yapayalnız bir güzel! Günlerden bir gün Kız Kulesi, İstanbul'un siluetinde dimdik yükselen, yakışıklı bir kule görür. Yüzyıllardır beklediği sevgilisidir bu kule! Hangi kule mi? Galata Kulesi tabii ki!

Cenovalı'lar İstanbul'a geldiklerinde inşa ederler Galata Kulesi'ni! Bıçkın, yağız bir delikanlı gibidir Galata Kulesi! Başındaki külahla görmüştür uzaktan Kız Kulesi'ni! Yapayalnız, denizin ortasında bir hüzün abidesi gibiymiş Kız Kulesi! Galata Kulesi görür görmez aşık olmuş ona. Lakin Kız Kulesi hem çok ulaşılmazmış hem de yaşı kendinden çok büyükmüş. Ne yapacağını bilemezmiş Galata Kulesi,  çaresizmiş. Tarihten yapraklar dökülürken birer birer, kimi zaman aşkından yanar kavrulur kimi zaman çaresizlikten yıkılır dururmuş. Her seferinde söndürmüşler yangınını, tekrar tekrar inşa ederlermiş. Her yükselişinde bir daha görür Kız Kulesi'ni, bir daha aşık olurmuş bıkıp usanmadan! Kız Kulesi de ona aşık, sevdalıymış. Lakin ikisinin de eli ayağı bağlıymış,  uzaktan uzağa bir sevdaymış.  Aşklarından yanarlar da yanarlarmış.

Bir gün canına tak etmiş Galata Kulesi'nin! Mutlaka bir haber göndermeli ve aşkını anlatmalıymış Kız Kulesi'ne! En güzel sevgi sözcükleriyle bezenmiş bir mektup yazmış sevgilisine ve Hezarfen Ahmet Çelebi'den mektubu ona ulaştırmasını rica etmiş! Hezarfen Ahmet Çelebi almış mektubu ve Galata Kulesi'nden bırakmış kendini, Kız Kulesi'ne doğru. Ama dayanamaz Kız Kulesi'ne kadar, mektup ulaşamaz. Padişah bu uçma hadisesinden hiç hoşlanmaz ve Hezarfen Ahmet Çelebi'yi  Cezayir'e sürer.

O günden sonra Galata Kulesi hem esirlere hem de kendine zindan olacaktır. Kız Kulesi de hem bazı devlet adamlarının hem de kendinin zindanı olacaktır. Kaderleri birdir artık, kavuşamasalar da ayrılmayacaklardır.

Galata ve Kız Kulesi, imkansız aşkın tezahürü işte! Kan, gizem, aşk, gözyaşı, entrika hepsi bu hikayede!

Yani azizim; İstanbul deyip geçme! Kuleleri bile sevdalı birbirine!

……………………………………*………………………………………………….

Çatlayan Hasedimizi Kutlayalım;

Şimdi aşktan hem da aşkın en sert halinden- imkansız aşktan bahsetmişken ondan bahsetmemek olmaz tabi! Üstelik tam da zamanında; ‘Dünya Kıskançlık Günü’ haftasında!

Evet yanlış duymadınız, kıskançlığın da kutlandığı gün varmış! Kıskançlık deyip geçmeyin, kalbin kendini zımparalamasıdır o, hoyratça! Sahiplenme duygunsun bünyeyi sarsan ‘k’ halidir. Aşkın türbülans vaziyeti, paylaşamamanın acz hali ve hatta İncil’deki yedi günahtan biri!

Kötü geliyor kulağa değil mi? Aslında yeme-içme-üreme gibi doğuştan varolan hayvani duyguların en ilkel insaniliği! Hiç kimsenin kabul etmediği, sahip olduğu için övünmediği ama içindeki en zor duygu belki de kendisi!

Henüz küçük bir çocukken tanışılır kıskançlıkla!

Anne babadan, baba anneden kıskanılır şuursuzca! Sonra kardeş, ortaya çıkar; “Onda var- bende yok, o yaptı- ben de yapacağım” dönemi başlar. Zaman ilerleyip arkadaşlar birer ikişer girdikçe hayata, kıskançlık da başka formatlarda çıkar karşımıza. Oyuncak tüfek lahana bebek, parlak renkli bisiklettir önce kıskanılan. Sonrasında yurtdışından gelen paten, tren, walkman’dir. Okul çağında, sınıfın en başarılı öğrencisi, basket takımının en güçlü basketçisi, koronun en yetenekli solisti! Ergenlik hezeyanları zamana tutunmuş çığlık çığlığa ilerlerken okulun en yakışıklısı ve de en güzel kızıdır artık, kıskanılan!

Bir şey söyleyeyim mi; Sanılanın aksine, güven eksikliği değildir bence kıskançlık! Aksine özgüven fazlalığıdır; “Neden o’na veriliyor da bana verilmiyor, o’na yapılıyor da bana yapılmıyor” dedirten, daha çok hak ettiğini düşünen ve bunu da söylemekten çekinmeyen!”

E tabi en çok da sevilen, kıskanılır hayatta! Ne de olsa, her şey mübah değil midir, aşkta ve savaşta!

Adem ile Havva’dan kalan en büyük miras ise aşk, bu mirasın olmazsa olmaz terekesidir kıskançlık!

Ne zaman bir sevda yeşerse kalbin bozkırlarında, bir de kıskançlık filizlenir, usulcacık, kenarda. Sevda büyüyüp boy attıkça semaya, kıskançlık da tutunup ona, büyür yavaşça!

Modern toplumlarda, sevmenin ilkel şekli olarak adlandırılır kıskançlık.

Mahalle jargonunda; ‘Hasedinden çatlama’, arabesk kültürde; ‘Seven insan, kıskanır’ dır bunun adı!

Sevilen sahiplenilir, kıskançlık ondan sonra gelir. Bundandır ki kıskançlık sevgiden önce öğretilmiş, kalbin bir kenarında usulca beklemektedir.  Sevdaya paralel uzanan dik yamaçlı kelimeler arasında saklanan, harflerle vücut bulan belki de en gerçek tanımı kıskanmanın; Bu kadar sevmenin cezasını kendine ödetmektir. 

Sevgi ve kıskançlık, ayrılmaz bir bütündür, el ele yürür. Sevgiyi güçlü kılmak adına, kana verilen mikroptur kıskançlık. Aşıyla verilirse kararında, sevgiyi hastalıktan korur, aşırı dozu öldürür. 

Sevgi ve Kıskançlık; İkisi de hayatın içinde, insanlar için varlar. Ama Sevgi teleskoptan bakar, kıskançlık ise mikroskoptan!

O zaman  ’26 Nisan Dünya Kıskançlık Günü’nüz kutlu olsun!

Bu mübarek günde, herkes hasedinden kudursun :))

……………………………………..*…………………………………………….

Selfitist;

Enteresan bir müzeye gittim geçenlerde; Selfie Müzesi’ne! Müze, Las Vegas ve Los Angeles’dan sonra şimdi Türkiye’de! Kökleri 40bin yıl öncesine dayanan selfie’nin tarihinin ve kültürünün keşfedilmesini sağlayan müzede, ikonik fotoğraf alanlarında sosyal medya hesaplarında büyük ilgi görecek havalı selfie’ler çekiliyor hop sosyal medyada paylaşılıyor!

Selfie merakımız, dur durak bilmiyor! Eskidendi o giyinip süslenip fotoğrafçıya gidip resim çektirmeler!

Şimdi elimizdeki telefonlar, en profesyonel fotoğrafçılara, fotoğraf makinalına bedeller!

Yaşadığımız her anı ölümsüzleştirmek isteği nereden kaynaklanıyor acaba? Anı yaşamaktansa anı ölümsüzleştirmek isteğimiz nereden geliyor?

Fotoğrafı çekilmeyen her şeyin yitip gittiğini düşünüyoruz galiba! Fotoğrafı çekilmeyen şey, sanki hiç var olmamıştır, bu yüzden gerçekten var olması için çok fotoğraf çekmek lazımdır.

Fotoğrafların tab edildiği o karanlık odalar, 24’lük ve 36’lık filmler, çekilen fotoğrafların basılmasını heyecanla beklediğimiz o günler!

Az olan özeldir ya, sınırlı sayıdaki o fotoğraflar da başka bir güzeldi galiba! Ne kendimizi güzelleştirecek, istemediğimiz yanlarımızı düzeltecek filtreler vardı ne de filtrelere ihtiyacımız! Gerçek hayattaki gibi fotoğraflarda da olduğumuz gibiydik! Birini fotoğrafından beğenen, kendisiyle tanışınca şoka girmezdi çünkü karşısındaki kişi, aynı fotoğraftaki gibiydi. Şimdi öyle mi! Fotoğrafa bir takım aplikasyonlar, filtreler, uygulamalar yapıyoruz, adeta başka bir kişi oluyoruz. Valla buna; ‘Nitelikli Dolandırıcılık’ diyoruz :)

Sosyal medya çıktı çıkalı içimizdeki beğenilme isteği, daha da arttı gibi! Beğenilme hatta kıskanılma ihtiyacı, özel hayatları esir aldı! Paylaşılan her postun ardından; ‘Acaba kaç kişi like’ladı, kaç kişi takibe aldı, sayı tahminimden az kaldı daha farklı, daha dikkat çekici bir şeyler bulmalıyım’ stresi, bünyeleri esir aldı.

Aklıma takılan şu ki acaba şu selfie olayı, narsisim ile bağlantılı mı! Narsisim psikolojik bir hastalık ise selfie’ciler de az biraz hasta mı? Yaşanılan anı, mekanla birlikte ölümsüzleştirerek fotoğrafa baktıkça tekrar tekrar yaşayabilmek mi amaç yoksa kendini daha çok beğenmek ve beğendirmek mi? Yoksa asıl sebep, aşağılık kompleksi mi? İnsanların ilgisini çekmek, dikkate değer biri olduğunu hem kendine hem de çevresine kanıtlamak için selfie çekmek de bir karar! Kafamda deli sorular!

Konu uzun, mevzu derin! Bir yandan sınırsız fotoğraf çekip paylaşıyoruz bir yandan da şunun düşünmeden edemiyoruz;

Güzeli mi çekiyoruz, çektiğimizi mi güzel buluyoruz?

………………………………*……………………………………….

HAFTANIN EN’LERİ;

Haftanın Kandırılması; Ya da saçmalığı da denebilir! Kenya'nın Malindi kasabasında; "Aç kalarak Hz. İsa'ya kavuşmaları vaadedilen" ve ölüm orucuna giren 109 kişi hayatını kaybetmiş! Bu sayının artmasından endişe ediliyormuş! Hayır sanki yiyecekleri mi var Kenyalıların, açlıktan nefesi kokuyor Afrika’nın. Onların da; ‘Madem açız, yiyecek bir lokma var onu da yemeyelim, sevaba girelim, Hz.İsa’yı da görelim’ düşüncesiyle bu işe girdiklerine bahse girerim! Ve akıl- fikir dağıtırken bazılarına daha bonkör davranmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim!

Haftanın Kararı; Önemli bir hukuki karar! Anayasa Mahkemesi, Medeni Kanun’da; "Kadının evlilikten sonra bekarlık soy ismini ancak eşinin soyadının önünde kullanabilmesine" imkan veren hükmünü eşitliğe aykırı olması nedeniyle iptal etti! Gerekçe olarak da erkeğin doğumla kazandığı soyadını ömrü boyunca kullanması mümkünken aynı hakkın kadına tanınmamasının eşitlik ilkesine aykırı olduğu da belirtildi! Bekarlık soyadlarını da aldılar, tozu dumana katarak, yüzyıllardır ezilmişliklerin acısını çıkartarak gümbür gümbür geliyor kadınlar! Şimdi kadına değer vermeyenler korksunlar!

Haftanın Virüsü; Hayatımızdan çıkmıyordu! Virologların kuş gribinin gelinciklerde etkin bir biçimde yayıldığını keşfetmesiyle yeni pandemi endişesi ortaya çıktı! Bulaştığı kişilerin yüzde 50'sine yakınını öldüren virüsün bugüne dek dünya genelinde 900'den az insanı etkilediği belirtildi! Kuşların gribi, domuzların gribi, yarasaların gribi, ya ne zaman bitecek bu virüs derdi!

Haftanın Afeti; İzmir’de yaşandı! İzmir'in Narlıdere ilçesindeki lüks bir sitede büyük bir yangın çıktı. Akşam saatlerinde başlayan yangın gece geç saatlerinde söndürüldü. Yangın görüntüleri, başka yerlere sıçrar mı endişesi, site sakinlerini ürküttü! Hayır anlamadığım şu; Yapay zeka hayatımızın her alanına yerleşmişken, inşaat teknolojisi almış başını gitmişken elektrik kontağından çıkan yangın nasıl önlenemez, hızlıca müdahale edilemez! Dudak uçuklatan fiyatlarla satılan daireleri sahipleri de kolay kolay teselli edilemez! Büyük geçmiş olsun!

Haftanın Kültürel Aktivitesi; Ruhumuzu ısıtacağa benziyor! Uluslararası Koro Müziği Federasyonu'nun (IFCM) en büyük etkinliği olan Dünya Koro Müziği Sempozyumu (WSCM), ABD, Endonezya, Estonya, Çin gibi dünyanın dört bir yanından gelecek koroları İstanbul'da buluşturacak. Türkiye'den de birçok koronun katılacağı organizasyon, 25-30 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek! Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ev sahipliğinde bu yıl İstanbul’da gerçekleştirilecek olan Dünya Koro Müziği Sempozyumu'nda farklı kültürlerin birlikte şarkı söyleme isteği gerçek olacak! Onca şiddete, yangına, depreme, kedere dair haberden sonra bu haberi paylaşmak iyi geldi bana, kaçırmayacağız!

Dediği gibi Sezen’in; “O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz!”

CANSEN ERDOĞAN

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları