Top
24/12/2022

PANDORA’YA YENİDEN HOŞGELDİNİZ

“Geldi gelecek, daha ne kadar bekleyecek, yetti gari, gelsin de izlesek” denilen, dünyanın en pahalı yapımlarından biri olan ve vizyona girdiği ilk hafta sonu 500 milyon dolar hasılat yapan ‘Avatar- Suyun Yolu’ filmi, bu hafta vizyona girdi. Bundan 13 yıl önce Avatar’ın ilk filmiyle tanışmıştık. Nav’i kültürü tanımıştık o ilk filmde ve Pandora felsefesine hayran kalmıştık. Görsel efektleri, olağandışı konusu ve alışılagelmiş bilim-kurgu filmlerinden farklı kurgusuyla filmi sımsıkı bağrımıza basmıştık. O yılın Oscar ödüllerini peşi sıra topladığında da; ‘fazlasıyla hakkıdır’ deyip alkışlamıştık. Yönetmeni James Cameron’du filmin hani Titanik filmi ile bizi koltuklarımıza yapıştıran, izlerken ağlamaktan içimizi dışımıza çıkartan yönetmen, nam-ı diğer psikoloji çökerten!

Tam 13 yıl sonra serinin ikinci filmi ‘Avatar- Suyun Yolu’ gelince gittik elbet koşa koşa. Bir de ne gördük; Tüm seanslar dolu! Ek seanslar koymuşlar, onlar dahi full! Gece 02:00 matinesi koyulmuş, 4 saate yakın sürüyor film düşünün, o bile dolmuş! Uzun zaman sonra salonların dolu, fuayelerin yeniden kalabalık olduğunu görmek güzeldi. Demek neymiş; İyi film yaparsan seyirci sinemaya gelirmiş!

"Avatar" serisinin ilk filminde ikiz kardeşinin yasını tutan ve umutsuzca yeni bir yol arayan felçli deniz piyadesi Jake Sully, ikinci film "Avatar- Suyun Yolu"na, ailesinin mutlu bir evlilik sürdüren reisi ve Omatikaya klanının lideri olarak, Na'vi bedenine tam anlamıyla bürünmüş bir şekilde başlıyor. ‘Gökyüzü insanları’ denen İnsan güçleri ve devasa yıkıcı ekipmanlar, yeniden Pandora'ya inmeden önceki 10 yıl boyunca Jake Sully ve ailesi orada huzurlu bir şekilde yaşıyor. Mutlu aile hayatı güzellemelerine, burada bolca yer veriliyor. Navi’lerin ifadesiyle ‘Gökyüzü insanlarını’nın yani biz dünyalıların Pandora’ya saldırı düzenlemesiyle Jake, hedefin aslında kendisi olduğunu fark ediyor ve eşi Neytiri ile çocukları alııp anavatanlarından kaçıp Pandora'nın uzak adalarında güvenli bir sığınak aramalarının klanın çıkarları için en iyisi olacağına dair zor bir karar veriyor. Yönetmen Cameron, burada şu vurguyu yapıyor; "Daha büyük bir iyilik için doğru olanı yapmak mı yoksa sevdikleriniz için işinizi ve kalbinizin size söylediği her şeyi geride bırakmak mı?”

Filmin duygusallık seviyesi oldukça yüksek! Baştan sona ailevi değerlerin altını çizen, en değerli şeyin aile olduğuna değinen bir film olmuş. Bir bilim-kurgu filmi olsa da çekilen, fantastik bir hikaye de olsa işlenen, ‘Baba dediğin korur, ona anlam katan budur", “Sully ailesi omuz omuza” replikleriyle hitap etmeyi bilmiş kalplere! Birinci filmdeki halk mücadelesi, ikinci filmde aile mücadelesine dönüşmüş. İflah olmaz pamuk kalbimle ikinci filmin evrildiği ve evrilirken merkezine koyduğu aile bağlarını çok sevdim ben. Sully ailesinin birbirine olan bağlılığı, Jake Sully'nin oğullarına olan disiplinli babacan tavırları, kızlarına gösterdiği yumuşak karnı etkileyiciydi. Doğuştan savaşçı, dominant Neytiri’nin kocasının yanındaki munisliği, oğlunun ölümünden sonraki çılgın öfkesi, bu değişik duygu devinimleri dalgalandırdı yüreğimi. Şu bir gerçek ki Avatar serisi, sinema teknolojisinde zirve! Hele ki bu son film, görsel bir şölen, saniyesi saniyesine! Sully ailesinin Maldiv gezisi vloğu gibi gözükse de bazı sahneler, biyolüminesansların, deniz canlılarının görüntüleriyle harmanlanmış bir aksiyon filmi yaratılmış. 3 saat boyunca Pandora gezegenin şahane görüntülerinde gezinmek gerçekten güzeldi. “Bir yer bulalım, dünyadan uzak” diyenler, aradığını bulmuş gibiydi!

Filmi 4D veya en azından 3D teknolojisiyle izlemenizi özellikle tavsiye ediyorum. Kendinizi kah ağaç tepesinde kah mavi derinliklerde hissediyor üstelik bunu yaşıyorsunuz!

Şöyle dünya dertlerinden uzakta 3 saat geçireyim, kış ortasında yazmış gibi hissedeyim, gözüm- gönlüm açılsın, savaşçı ruhum silkinip uyansın diyorsanız, gecikmeden bu filme gidiyorsunuz!

E tabi bana da teşekkürü, bir borç biliyorsunuz! :)

………………………………………….*……………………………………………………….

Kupa bahane, Messi şahane! ;

Son zamanların en popüler olayı malum dünya kupasıydı. Biz her ne kadar gidemesek de turnuvaya, gözümüz kulağımız, turnuvanın yapıldığı Katar’daydı. An be an yaşadık oradaki heyecanı, sahiplendik katılan takımları, futbolcuları! Arjantin, favoriler arasındaydı baştan beri. En son 1986’da Maradona tarafından kaldırılan kupadan beri 36 yıllık bir hasretti onlarınki. Bu dünya kupası, ilerleyen yaşına rağmen attığı ve attırdığı gollerle hırslı oyun stili ile Arjantinli ünlü oyuncu Lionel Messi’nin kariyerindeki tek eksikti. Ve Messi’nin başrolde olduğu turnuvada, 36 yıl sonra gelen bu kupa ile sevinen Arjantin’di. Evet başrol Messi’nindi çünkü Katar'ın ev sahipliği yaptığı turnuvanın en iyisi seçilmesinin yanı sıra 26 karşılaşmayla turnuva tarihinin en çok maça çıkan oyuncusu oldu. Hem grup hem de eleme turlarında gol atan ilk oyuncu olan Messi, adını tarihe bir kez daha altın harflerle yazdırdı.

Ama bu başarı elbet kolay olmadı. Messi, çelik işçisi baba ile mıknatıs üretim atölyesinde çalışan annenin dört çocuğundan üçüncüsü olarak Arjantin'de gelmiş dünyaya. Futbol hayatına henüz 4 yaşında başlayan Messi'yi bu spora teşvik eden kişi, onu antrenmanlara ve maçlara aksatmadan götüren büyükannesi Celia imiş. 11 yaşında hipofiz bezinin yeterli miktarda büyüme hormonu salgılamadığı zamanlarda görülen "büyüme hormonu eksikliği" teşhisi konan Messi, yaşıtlarından fiziksel olarak çok daha az gelişme tehdidiyle karşı karşıya gelmiş ve futbol hayatı bitmek üzereymiş. Ailesinin maddi durumu, tedavisi pahalı olan bu hastalığı karşılamaya yetmeyince Barcelona, Lionel'in İspanya'ya gelmesi koşuluyla sağlık masraflarını karşılayacağını garanti etmiş. Messi'nin henüz 13 yaşındayken ailesiyle Barcelona'ya taşınması ve kulübün dünyaca ünlü gençlik akademisi La Masia'ya girmesi de bu sayede gerçekleşmiş. Boyunun uzaması için ayaklarına her gece iğneyle büyüme hormonu enjekte edilen Messi, üç yıl boyunca acı veren bu tedaviye, büyük futbol aşkı nedeniyle katlanmış. Bu arada Messi'nin ilk sözleşmesi, bir peçete üzerine yazılarak olmuş. Arjantinli yıldızın tüm zamanların en iyi futbolcularından birine dönüşmesinin yolculuğu da işte böyle başlamış.

Hiçbir başarı tesadüf değil işte, altında yatan çok emek, bol özveri ve derin çabadır!

Rüzgarın nasıl estiği fark etmez! Farkı yaratan, kanatlarınızı nasıl açtığınızdır!

…………………………...........*……………………………….

Nardugan Bayramı;

Her yıl bu zamanlar girilen ulusal polemiğimize; “Yılbaşı ağacı yapmak günah mı- sevap mı? Yapsak suç mu, yapmasak olmaz mı?” derdimize bir selam çakmadan olmaz diyorum ve Nardugan Bayramınızı kutluyorum! Siz nedir diye sormadan müsaadenizle hemen konuya giriyorum;

Bir Türk bayramı olan Nardugan, Türkler henüz İslamiyet ile tanışmadan önce kutlanan bir bayramdı. Nar güneş, dugan ise doğan anlamına gelir. Yani bu bayrama "doğan güneş" denir. İnanışa göre en uzun gece olan 21 Aralık ve gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık' da, gece ile gündüz savaşmaya başlamış. Uzun bir savaştan sonra, gün geceyi yenerek zafer kazanmış ve bu, güneşin yeniden doğuşu, yeni bir doğum olarak algılanmış ve bu zafer, bayram sayılmış. Bu zaferden sonra gelen ilk dolunayda da yeni yıl kutlanırmış. Türkler, yeni kıyafetler giyer, özel sofralar kurar, evlerini temizler, kutlamalar yapar ve ailecek bir araya gelirlermiş. Bir nevi yeniden doğuş olarak görülen bu bayramda, yaz- kış yapraklarını dökmediği için hayat ağacı olduğu inandıkları çam ağacını süsler ve ateş yakarak etrafında dans ederlermiş. Ağacın altına hediyeler konur, ağaca renkli bez parçaları bağlanır ve yeni yıl için dilek dilenirmiş.  Bu hediyeler Tanrı Ülgen'e sunulmak üzere hazırlanırmış. Türkler'den doğan bu ağaç süsleme geleneği, Anadolu üzerinden Avrupa'ya da; Noel Ağacı adeti olarak yayılmış. Yani bazı kesimlerce kabul edilmeyen, kafir adeti addedilen, bizim dinimizde böyle bir şey yok denen ağaç süsleme geleneği, bilinenin aksine Avrupa’dan bize değil, bizden dünyaya yayılmış. Yani gavur icadı değil, eski bir Türk inancıymış. Sıkı durun daha bitmedi; Nardugan Bayramı zamanında memlekete soğuk hava getiren ve Soğuk Hanı olarak da adlandırılan Ayaz Ata isimli bir figürün ortaya çıktığı inanılıyormuş. Nardugan Bayramı'nın da simgesi olan tonton Ayaz Ata, ihtiyaç sahibi insanlara yardım ederek, herkesi mutlu eden bir evliyaymış. Günümüzde Noel Baba olarak bilinen karakterin Ayaz Ata ile benzerliği oldukça dikkat çekici değil mi? Noel baba yakın tarihte ortaya çıkmış ama Ayaz Ata, çok eski zamanlardan beri var olan bir Türk simgesi!

Yani diyeceğim ki Bu Batı, bizim mozaiğimizi, tarihi eserlerimizi, baklavamızı, cacığımızı çalmakla kalmamış, süslü çam ağacımızı, Ayaz Ata’mızı yani Noel Babamızı da çalmışlar!

Polemik yaratmayın, kafamızı karıştırmayın hain dış mihraklar!

…………………………………..*……………………………………….

HAFTANIN EN’LERİ!

Haftanın Üzüntüsüı; Bir zamanların ünlü solisti, sonraların ünlü yazarı sevgili Pakize Suda’nın kaybıydı! Özü sözü mert, delikanlı kadındı. Örnek aldığım yazardı, kaleminin gücüne, zekasına ne nüktedanlığına hayrandım, duyunca vefatını kalbim acıdı! Hayvanlara yaptığı yardımlarla hayata eğlenceli yaklaşımıyla özel bir kadındı Suda! “Unutmak istiyorum her şeyi” demişti bir röportajında, öyle de oldu valla. Demanstı ve son zamanlarında hiçbir şey hatırlamadı! Allah’ın rahmeti üzerinde dursun, toprağın bol olsun!

Haftanın Yapışkanlığı; Katar’daki dünya kupasının veriliş töreninde ünlü şef, son tuz bükücü Nusret’in Arjantinli futbolcu Lionel Messi’yi darlaması! Arjantin takımının bitiş düdüğüyle şampiyon edilmesiyle sahaya inen Nusret, başta Messi olmak üzere takımın diğer oyuncularıyla fotoğraf çektirmek için kollarını çekiştirmesi, birkaç kez ret cevabı almasına rağmen inadını sürdürmesi hatta kupayı futbolcuların elinden alarak kupayı havaya kaldırıp poz vermesi, sadece bizde değil dünya basınında yankı uyandırdı! Bir kısım bunu başarı olarak nitelendirirken bir kısım da karşındakine rahatsızlık verme ve utanç seviyesinde zirve olduğunu düşünüyor. Siz ne düşünürsünüz bilmem de görüntüleri izleyip Nusret’in durumunu gördükçe, insan kendini bu hale nasıl sokar diye de düşünmeden olmuyor! FİFA hakkında soruşturma başlatmış, sonuç dünya tarafından merakla bekleniyor!

Haftanın Bilgisi; Bence gündemi gayet yakından ilgilendiriyor! Soğuk algınlığı, nezle ve grip gibi kış hastalıklardan korunmak ve bağışıklık sistemini güçlendirmek için kullanılan bitki çaylarının aşırı tüketilmesi karaciğeri ve böbreği yorma gibi etkilerle sonuçlanabiliyormuş. Son günlerde grip salgının yaygınlaşmasıyla kendimizi bitki çaylarına vermiştik. Kimyasal ilaç yerine doğal ilaç kabul edilen bitkiler ve bitki çayları o kadar da masum değilmiş, öğrendik! Günlük en fazla iki ya da üç bardak içilmesi gerekirmiş aksi takdirde böbrekler ve karaciğer bundan hoşlanmayabilirmiş. “Her şey zehirdir, zehir olanla olmayanı ayıran dozdur" sözünü hatırlatıyor, çay demlemeye gidiyorum!

Haftanın Fırtınası; Değil de yüzyılın fırtınası desek daha doğru olur sanki! Noel tatiline hazırlanan Amerika’da ulusal hava raporlama kurumu; "Nesilde bir kez görülebilecek" şiddette soğuk ve karlı hava şartları konusunda uyarıda bulunmuş! “Nesilde bir kez görülecek" kadar nadir karşılaşılan büyük bir kar fırtınası ve soğuk hava dalgasının neredeyse ABD'nin tüm eyaletlerini etkisi altına alacağı belirtilmiş! Nasıl yani diye düşünmeden edemiyor insan; Orlando ve Miami’ye de kar mı yağacak şimdi?

CANSEN ERDOĞAN

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları