Top
24/03/2023

ÖRDEK SENDROMU

Hayat öyle bir nehir ki insanı bulunduğu ovalardan alıp bambaşka diyarlara sürükleyebiliyor!

Sindirella masalı gerçek olabiliyor!

Sıradan, kendi halinde bir kız iken katıldığı yarışmayla rotası değişen ve Acun Ilıcalı ile evlenerek hayatı bambaşka bir yere evrilen Şeyma Subaşı gibi!

Giydikleriyle gittiği yerlerle yaptığı tatillerle yiyip içtikleri ve gözler önünde yaşadığı ışıltılı hayatı ile milyonlarca kişinin takip ettiği Subaşı, paylaşımlarını ticarete dökerek herkesi şaşırttı!

Şimdilerde Mısırlı sevgilisi ile nikah masasına oturmaya hazırlanan sosyal medya fenomeni Şeyma Subaşı, özel hayatına dair içerikleri artık paralı olarak göstereceğini duyurdu. Subaşı böylece Türkiye’de ücretli abonelik hakkı başlatan ilk fenomen oldu!

Subaşı’nın özel hayatınız izlemek, abonelere özel paylaşımlarını görmek aylık 66.99 TL imiş! Şimdiden onlarca kişi aboneymiş!  Tamam da insan başka birinin özel hayatını izlemek için niye para versin ki? Hem bilmiyoruz ki gösterdiği hayat gerçek mi? “Nasıl yani, gerçek olmaz olur mu?” demeyin çünkü etrafta ‘mış gibi’ gibi yapan o kadar çok insan var ki!

Tanıdık gelmiş olabilir bu ‘mış’ hali! Gitmediği yerlerden yer bildirimi yapanlar, kuru fasulye-pilava talim edip lüks restaurantlardan menüler paylaşanlar, tüm maaşı yatırıp 3-5 günlük gidilen tatillerde eller havada, umurumuzda mı dünyayı pozlayanlar, mesaj belli; “Halim de yerinde, keyfimde, arkadaşlarım benimle, izleyin de görün işte!”

Mesele ne kadar iyi olduğun değil, ne kadar iyi olmak istediğin! Ayrı dünyalarda yaşayan, aynı ev-ortak geçmiş dışında bir şey paylaşmayan çiftlerin mutluluk halleri, işten çıkarılmış, sevgilisinden ayrılmış,  cebinde beş kuruş kalmamış kişilerin sahte tebessümleri; “Olduğun gibi değil, olmak istediğin gibi görün” sözünün tezahürü sanki. Amaç belli; Dostlar keyifli görsün, şanım yürüsün, havalı görünsün!

Peki bunun bir hastalık daha doğrusu sendrom olduğunu biliyor muydunuz?

“Ördek Sendromu” deniyormuş buna literatürde, mevzu literatüre geçmiş, vay be!

Kişilerin istedikleri duygu ya da başarıları, yeterince çaba göstermeden elde etmiş gibi göstermesiymiş “Ördek sendromu”! Sendromun, 'ördek' ismini almasının ise bir sebebi var elbet; Ördekler, yüzeyde çaba göstermeden sürükleniyor gibi görünseler de suyun altına daha dikkatli baktığınızda, bacakları onları yüzeyde tutmak adına hızlı hızlı hareket etmekte, ciddi bir efor sarf etmektedirler. Başka bir deyişle ördeklerin suyun yüzeyinde görünen sakinliklerinin altında, hedefledikleri yöne ilerlemek adına gösterdikleri çok daha fazla emek vardır. İşte sosyal medyada gördüğümüz o hep mutlu, neşeli olan, mükemmel hayatlar yaşayan, yüzeyde kalmak için hiç zorlanmayan, gezip tozan, başarılı işler çıkaran, hayatı parti tadında yaşayan kişiler, sendroma adını veren ördekler gibiler! Dışarıdan hiç çaba göstermeden, doğal olarak verilmiş ve kabullenilmiş bu ışıltılı yaşamın ardında yani suyun altında sanal olan bu mutluluğu gerçeğe, yapay olan bu hayatı doğala çevirmek için sonsuz bir çaba vardır. Malum kimse başarısız, mutsuz ya da yokluk zamanlarını göstermek istemez başkalarına. Olamadığı ama olmak istediği kişiye, yaşayamadığı ama yaşamak istediği hayata bürünür. Böylece de kaygı ve depresyondan uzaklaştığını düşünür. Oysa bu geçici bir çözümdür çünkü gösterilen yaşam ile gerçek yaşam arasındaki mesafe açıldıkça insan o arada küçüldükçe küçülür!

Velhasıl başkaları ne düşünür diye düşünmeyi bırakın, hayatı kendiniz için yaşayın!

Müziği duymayanlar, dans edenleri deli sanıyorlar, sansınlar! Ben dans ediyorum inadına, güneş çıksa da yağmur yağsa da! Kadir kıymet bilene canımız feda, bilmeyene elveda! Bir Mevlana değiliz sonuçta, olamayız da! O yüzden;

Ya göründüğünüz gibi olun ya da gözümüze görünmeyin valla!

……………………………………….*…………………………………………..

İçine Kralların Bile Giremeyeceği Kale;

Tüm bu anlattıklarımın kökeni, psikologlara göre tek bir şeye dayanıyormuş; Aile’ye!

Yani her olayda psikologların çocukluğumuza inmeleri, geçmişimizin anılarını mıncıklamaları tesadüf değilmiş! Her şey aileden sebepmiş, fail de oymuş maktül de!

Başrollerinde Kıvanç Tatlıtuğ ve Serenay Sarıkaya’nın oynadığı ve aileler içinde kesişen ve de çarpışan hayatların anlatıldığı dizide toplumun en küçük en çekirdek öğesi olan aile kavramını sorgulattı bana! Dizide geçen; “Biz yanlış sevilen yalnız çocuklarız” repliği, çocukluk travmalarının yaşandığı ailelerin karanlığının ileri yaşlarda yaşamları nasıl kararttığının resmi dille ifadesiydi işte!

Yoksa “İçine kralların bile giremeyeceği kale” değil miydi aile?

Ne okul, ne sosyal çevre, aileden alınandır ilk terbiye! Hani denir ya; “evleneceğiniz kişinin nasıl bir eş olacağını merak ediyorsanız, babasının annesine davranışına bakın” diye, boşuna değildir bu! Birbirinin düşüncelerine saygı duyan, birbirini koşulsuz seven bir ailenin içinde mutlu büyüyen çocuk, ileride toplum içinde sağlıklı bir birey olarak varlığını sürdürür, sağlıklı, huzurlu yeni nesiller yetiştirmede faktör olur. Aksi halde, birbirine saygı göstermeyen, insanları olduğu gibi kabul etmeyen, sevmek nedir bilmeyen, saygının yanından bile geçmeyen bir toplum meydana gelir.

İnsanın düşünce dünyasının tümü, mevcut psikolojisinin tamamı, çocukluğunda yaşadıklarıyla örtüşür. O sebepledir ki ruhsal problemlerde, içsel çöküntülerde, kişin çocukluğuna inilir hemen, orada kalmış tıkalı damara müdahale edilir. Şimdiki sorunun kaynağı, yıllar öncededir, sebebi de çoğunlukla da ailedir.

Ne diyordu dizide esas kız, esas oğlanın annesine; “Ailenin yarattığı boşluğu bir başkası doldurabilir mi sizce?” Kadın cevap vermemişti bu soruya, sessiz kalmıştı ama eminin televizyon başındaki herkes, sormuştur bu soruyu kendine.

Aile! Dış dünyadan koruyan, sıcak bir kale!

Parayla inşa edilemeyen, şansla irdelenebilen toplumun en küçük çekirdeği. Bütün dünya size karşı koyduğunda, kocaman dünya içinde yapayalnız kaldığınızda, kimseler anlamazken sizi, göz pınarına takılıp kalmış bir nem bulutundan anlayan dünyanın en sıcak müessesi! Siz ağlarken sizden daha çok ağlayabilen tek varlık anneyle,siz biraz daha iyi bir hayat sürün diye canını dişine takan babayla, herkesler gitse de, üzse de, hep yanında olacak sevgi dolu kardeşle, teyzeler, halalar, amcalarla dolu kocaman bir aile olabilmek, mutluluk işte bu demek!

Her ferdinin uzun dallarından biri olduğu kocaman bir ağaçtır aile! Onun gölgesinde korunur, onun gölgesinde oturulur. Fırtına çıktığında, yanlara doğru eğilip sallansa da meydan okur rüzgârlara, soğuklara. Dallar sarmaşık olup kenetlenir birbirine. İyi ağaç kolay yetişmez; rüzgâr ne kadar kuvvetli eserse, ağaçlar da o kadar sağlam olur. Ailen varsa yanında ne olursa olsun, yalnız yürümeyeceksin demektir.

Ve o ağacın bir dalıysan eğer, yaprağını döksen de merak etme, baharda yine yeşereceksindir!

…………………………………………..*……………………………………………

Ah be Gabo Amca;

"Her zaman seni üzecek birileri olacaktır. Yapmamız gereken sevginin bize vaadettiklerine güvenmeyi sürdürmek ama kime iki defa güveneceğimizi iyi seçmek!"

Saat gece yarısını biraz geçmişti bunu okuduğumda! Beni anlatıyordu satırlar, iyi de nereden tanıyordu ki beni yazar? Kalbimin ağlaya ağlaya yosun tuttuğu o zamanları, ruhumun örselendiği, yüreğimin kendi cenazesinde salavat getirdiği o yılları! Bir bıçak gibi saplanmıştı yüreğime kelimeler. İşte ilk tanışmamızdı bu onunla; Gabriel Garcia Marquez ile!

Farkettim ki başyapıtların ardında hep melodramlar, kanayan ağrılar gizli. Yukarıda ‘Aile’ derken bunu kastediyorum işte! Marquez, onaylanmamış bir evliliğin mahsulü! Anne-babası onu bebekken büyükanne ve dedesine bırakıp gidiyorlar ve ortadan kayboluyorlar. Büyükannesinin anlattığı fantastik hikayelerle büyüyor, onların ciddi ve gerçekmişcesine anlatılmasından öyle etkileniyor ki yıllar sonra romanlarıyla bu kez o okuyucularını astral yolculuklara çıkarıyor. Olağanla olağanüstü arasındaki çizgiyi yok ediyor, gerçekle fantezi iç içe geçiyor fakat bu iki farklı dünyayı öyle ustaca birleştiriyor ki okuyucunun kafasında bulanıklık yaratmıyor. Evet haklısınız, buna sanat deniyor!

Akıllara zarar kadın kahramanları ve onlara aşık erkek kahramanları en güzel yazan yazar. “Hiç kimse gözyaşlarını hak etmez, onlara lâyık olan kişi ise seni ağlatmaz” diyen, “Seni, senin istediğin gibi sevmiyor olması, seni sevmiyor olduğu anlamına gelmez” diyerek teselli eden bu kocaman yürekli insan değil sadece Latin Amerika’nın, edebiyat dünyasının medar-ı iftarıdır.

Yazmanın bu kadar keyifli, okumanın ise büyüleyici olduğunu gösteren, “Kendini çok zorlama, en güzel şeyler, onları en az beklediğinde olur” deyip hayatı sürpriz addeden sanki aileden biriydi o! Nitekim 1982’de Nobel ödülünü aldığında 3 ülkenin de sahiplenerek onun kendi yazarı olduğunu iddia etmesi boşuna değildi; Kolombiya, Meksika ve Küba! Sadece yetenekli değildi Marquez, komik, eğlenceli ve de kendiyle dalga geçmesini bilendi. Nobel ödülünü aldığı gece, konuşmasına başlamadan önce seyircilere dönerek; "Bu konuşmayı dünyanın en çok konuşulan dilinde yapacağım" der. Seyirciler tam bir İspanyolca şovenizmi beklerken cümlesini tamamlar; "Bozuk İngilizce'yle!"

Bazen babam gibi, abim gibi, görünmeyen dostum ve pek çoğunun dediği gibi Gabo amcam gibiydi sanki o! Kitaplarını elime her aldığımda kapağını öyle kolay açamaz, açarsam sanki hemen bitecek de okuyacak bir şey kalmaz diye düşünürdüm. Ah be Gabo amca, daha önce nerelerdeydin? Gençliğimizin yeniyetme, umarsız heyecanlarında, söyleyecek çok şeyimiz olup da dilimiz tutulduğunda niye yoktun yanımızda. Kalbimiz kırıldığında, canımız acıdığında, en koyu umutsuzluklarımızda; “Tüm dünya için sadece bir kişi olabilirsin fakat bazıları için sen bir dünyasın!” diyerek girmedin kolumuza!

Nurlarda uyu büyük usta!

Doğumgünün kutlu olsun!

…………………………………………..*…………………………………………

HAFTANIN EN’LERİ;

Haftanın Kararı; Uluslararası Ceza Mahkemesi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e savaş suçu işlediği iddiasıyla tutuklama kararı çıkardı. Rusya ise, mahkemenin kararını tanımadıklarını belirtti. E peki şimdi ne olacak, dünyaya kafa tutan Putin hapse mi atılacak? Hapiste koğuş ağası mı olacak? Çin lideri ona baklava ve temiz çamaşır mı getirecek? Bakalım bu dünya daha neler görecek?

Haftanın Müdahalesi; Ünlü sosyal medya platformu “TikTok”a geldi! Dünyanın en popüler uygulamaları arasında yer alan ancak son dönemde güvenlik endişeleri sebebiyle birçok ülkenin resmi kurumlarında yasaklanmaya başlanan TikTok için tamamen yasaklanma ihtimali gündemde! Kişisel verileri toplaması ve Çin Hükümetine sattığı, çocukların görüntülerinin yayınlandığı yönünde iddialar sebebiyle Amerika tarafından TikTok aleyhine başlatılan soruşturma hızla ilerliyor! Görünen o ki TikTok’ta dans edenler, tuhaf içeriklerle para kazananlar, dejenare görüntülerle örf ve adetleri hiç sayan, yozlaştıran hesaplar, farklı mecralara göç etmek zorunda kalacaklar!

Haftanın Felaketi; başlığı açmayacağımı düşünmeniz beni şaşırtır! Zira hafta geçmiyor ki bir doğal afet, bir felaket ihtimali ile uyanmayalım! ‘Şehir Katili’ isimli ve bir şehri yok edecek büyüklükteki bir asteroit, bu hafta sonu Dünya ile Ay'ın yörüngesinin arasından geçecekmiş! NASA, bu büyüklükteki bir asteroitin bu kadar yaklaşmasının nadir olduğunu ve bunun dünyaya çarpmasını beklemediklerini açıklamış! Ah be NASA! Hiç de o kadar emin olma! Depremler, sular- seller, yangınlar, uzaylılar derken asterotin de çarpabilir, kafamıza meteor da düşebilir! Biz ülke olarak hazırız, bence sen de kendini hazırla!

Haftanın Sallantısı; Sadece ülkemizde değil komşu ülkede de yaşandı! İran'ın Batı Azerbaycan eyaletinde 5,6 büyüklüğünde deprem oldu! Merkez üssü Hoy kenti olan deprem 7 km. derinlikte oluştu, Van ve Hakkari’den de hissedildi! Kahramanmaraş ve Hatay’da da büyük depremin artçıları halen devam ediyor! Galiba artık ‘sallan-yuvarlan’ yaşamaya alışmamız gerekiyor çünkü her gün gelen rasathane bilgileri ile bu durum, uzun süreceğe benziyor!

Haftanın Töreni;Konteyner kentte yaşayan depremzede çift, yine konteynerde yapılan törenle nişanlandı! 6 Şubat'ta meydana gelen depremde Hatay'ın İskenderun ilçesindeki evleri hasar gören çift, çadırkentte tanışmış. Daha sonra aileleri ile konteyner kentte taşınan, bu zor günlerde birbirlerine destek olan taraflar, ilişkilerini resmileştirmeye karar vermişler! Ne diyelim her şerde bir hayır vardır diye boluna dememişler. Aklıma Marquez’in;  ‘Kolera Günlerinde Aşk’ romanı geldi, Gabo amca gene rahmet istedi!

CANSEN ERDOĞAN

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları