Top
22/02/2024

Güzel ölüm

Ölümü istemek, isteyerek ölmek!

Tuhaf geliyor kulağa değil mi! Değil ölmek, yaşlanmamak için her türlü yolu deneyen, bunun için ahlaka, kanuna hatta bazen insanlığa aykırı yollar deneyen insanoğlunun, ölümü istemesi üstelik bunu hak olarak görmesi, şaşırttı sizi de sanki!

Eski Hollanda başbakanı Dries van Agt’ın, eşi Eugenie ile birlikte ötanazi yoluyla yaşamına son verdiği haberiyle takıldım bu düşüncelere! Her ikisi de 93 yaşında olan çiftin birlikte, bile- isteye ve el ele ölüme gitmek istemesi etkiledi beni- hatta baya etkiledi! Kendi isteğiyle ölmek, intihar mı demek? Yoksa aslında yaşamak gibi ölmek de mi bir seçenek? Kafamın içinde oldu mu sana 40 düğüm, hadi şimdi bunlar nasıl çözülecek?

Yaşamak, ezeli bir savaş olduğundan beri, post-modern bir direniştir ölüm!

Ölüm, belki de doğumdan sonraki tek gerçek! Dışlanan korkumuz, hep uzak durduğumuz! Oysa inanlar için vuslat zamanı, gerçeğe düşen ilk cemre, başlangıçlara açılan yeni bir pencere! Bilinmeze doğru çıkılan, dönüşü olmayan yolculuk ya da varılacak yer belki de! Savrulup toprağa düşen bir başak tanesi toprağa değdi mi, canlanabiliyormuş. Ölüm de böyle bir şey olsa gerek, tekrar canlanabilmek için toprağa değmek gerek!

Ötanazi, yüzyıllardır tartışılan bir konu! Yaşama umudu olmayacak derecede hasta kişinin, makinelere bağlı yaşamaktansa ölme hakkını kullanma eylemine verilen isim ötanazi! Başka deyişle, tedavisi mümkün olmayan hastaların ölümlerinin çabuklaştırılması ya da sağlanması!

Tarifi böyle kolay da peki ya bunun kararı, uygulanması?

Hastanın bilinci tamamen yok olmuşsa, düzelme olasılığı yoksa, tıbben düzelmesi imkansızsa, acı çekiyorsa ve acı çektiğini sevdiklerinin görmesini istemiyorsa, ötenazi istemek suç mu? Bu kararı veren ya da uygulayan, bundan vicdanen sorumlu mu?

Anayasal haklar- mevcut yasalar- kafamda deli sorular!

Mevzu derin, karmaşık! Mevcut ceza hukuku, bir başkasının ölümüne sebep olmaya dahi hafifletici sebepler bulabiliyorken, kendi ölümüne karar verme iradesinin insana çok görülmesi yaman bir çelişki! Yani ölüm hakkının olmadığı bir yerde, yaşam hakkından bahsedilebilir mi?

Öte yandan, kişinin gelişen tıbbi imkanlarla tedavisini mümkün olabilme ihtimalidir. Hipokrat yeminine göre, “Hekim hastanın hayatını kurtarmak ve sağlığını korumak mümkün olmadığı takdirde dahi, onun ızdırabını azaltmak veya dindirmeye çalışmakla yükümlüdür!" Hal böyleyken tıp literatürü son ana kadar savaşmak mücadele edip iyileştirmek düsturu üzerine kurulmuşken tam ters bir yaklaşımla hastayı öldürmek ne derece doğrudur, etik olarak uygun mudur?

Ötanazi’nin kökü Latinceden geliyor; “Güzel – ölüm” anlamına geliyor! Ölümün güzeli olur muymuş demeyin, acı çekiyorsanız ya da sevdiğiniz kişinin acılar içinde kıvranması karşısında çaresizseniz ve gözünüzün önünde eriyip gitmesini izliyorsanız gün be gün, tedavi şansı ya da iyileşme umudu kalmamışsa belki de ruhun huzura kavuşması için ölüm tek çaredir! Sen yapar mısın deseler, ‘evet’ diyemem belki ama doğru’nun aslında ne olduğunu, gerçekten kim bilebilir ki!

Ötanazi için, estetize edilmiş, legalize kılınmış cinayet diyenlere cevap şu olabilir:

İnsan, hayatı hakkında söz sahibidir! Bazen çabuk bir ölüm, acılı bir yaşamdan daha iyidir!

Mevzuyu burada bırakalım çünkü ilerlersek, benim de kafam karışabilir! 

…………………………………..*………………………………….. 

Benzemez kimse sana

Benzemez kimse sana/ Tavrına hayran olayım/ Benzemez kimse sana/ Tavrına hayran olayım…

Bu dizeleri okurken içine müzik katıp mırıldanmayan, yazının devamını okumasın!

Bu şarkıyı söyleyip meşhur eden sanatçının kemikleri sızlamasın!

Tamam, biraz sert girdim konuya da mevzubahis cumhuriyetin divası olunca, yazıya da bir ağırlık geldi valla! Hal böyle olunca da destursuz giremezdim, affola!

Şubat deyince ondan bahsetmemek olmazdı! Soğuk kış akşamlarının, kömür kokan gamların, tasaların yarenidir ya bazı şarkılar, işte o şarkılar O’ndan soruluyorlar! O kim mi? O zaman buyursunlar:

O, ilk evliliğini 1935’te Ali ile yaptı. Atatürk’ün huzurunda şarkı söylemesini kıskanan Ali, bu sebeple sürekli olay çıkarıp O’nu sürekli dövüyordu. Bir gün dayanamadı, O da onu dövdü- boşandılar. Ama ayrılırken bile hala aşıktılar!

1943’te futbolcu Ercüment Işıl ile evlendi, iki çocukları oldu! Bir dargın bir barışık ilişkileri, iki kez ayrılıp birleşmeleri, arada intihar teşebbüsleri derken bu evlilik de bitti- gitti!

Aşk kadınıydı O, aşk illa onu bulurdu, buldu da! Tarih 1953 yılını gösterirken bir davette Suudi Arabistan Büyükelçisi Tevfik Hamza ile tanıştı. Sanki bu sefer şeytanın bacağını kırmıştı, mutluluk uzanabileceği kadar yakındı. Oysa yanılmıştı, evlenmelerine hem hayranları hem de Suudi Arabistan hükümeti karşıydı! Ama dedim ya O hem aşk hem de savaşçı bir kadındı, direndi ve kazandı- Evlendiler!

Sefire olmuştu artık, şarkı söylemesi uygun düşmezdi, sahneleri bıraktı! Bıraktı bırakmasına da ortalık fena karıştı. Hayranları, Suudi Arabistan Büyükelçiliği'ne açtıkları telefonlarla Tevfik Hamza'yı tehdit ettiler, aleyhe kampanyalar başlattılar. Suudi Arabistan hükümeti de büyükelçilerinin magazin gündemine konu olmasını hoş karşılamadı ve baskılara katıldı. Nihayet O, bir sabah uyandığında baş ucunda bir not buldu; “Beni affet! Sana veda edemezdim. Seni her zaman seveceğim!"

Hayranları da mutlu olmuştu, hükümetler de! O, yeniden sahnelere dönüyordu! Ama pes edeceğini düşünenler yanılıyordu çünkü o aşkı aramaktan vazgeçmiyordu! Dönemin İstanbul Valisi Ethem Yetkiner ile birlikteliğe başladı.  Ne var ki bu sefer de mutluluğuna vurulan darbe, 1960 darbesi oldu! Balmumcudaki kışlada tutuklu bulunan Ethem Bey'e yatak, yastık, kıyafet götürüyordu. Tabi bu arada da; ‘Valinin gizli parası var mı?, otomobilini Vali bey mi aldı’ gibi sorulara muhatap oluyordu. Ethem Yetkiner, Yassıada’da yargılandıktan sonra Kayseri'ye gönderildi. O, sürekli mektup yazdı Ethem beye ama hiçbirine cevap alamadı. Sonradan hiçbir mektubunun yerine ulaşmadığını anladı ve sevdiğinden bir daha haber alamadı. Hayatının ilk 50 yılını aşkı arayarak, peşinden koşarak harcadı ve bu olayla birlikte kaderinde mutluluk olmadığını anlayarak geri kalan 47 yılda kalbini aşka kapattı!

97 yaşında hayata gözlerini yumarken söyledikleri, hayranlarının yüreğini sızlattı; “Bana nasip olanlar, kimseye olmamıştır! Ben on bin kadının hayatını, kendi hayatıma sığdırdım. Her şeyi tattım, fakirliği de zenginliği de! Hep aynı kaldım, hiç değişmedim. Beni ayakta tutan hep umuttu. Bazen hiçbir şey içmeden, sadece kendi sesimden sarhoş olacak kadar mutlu! Hayatta her şeyim oldu, hepsi gitti. Umurum değil!"

Tanıdınız mı, mutluluğu bir türlü bulamayan O’nu, o eşsiz kadını?

Benzemez kimse sana şarkısı boşuna yakışmıyor bu kadar diline, sesine, ruhuna! Bu dünyadan bir Müzeyyen Senar geçti, yarım kalan aşklarıyla, baş edemediği kalbi, acılarıyla! Soğuk bir şubat gününde bu dünyaya kapanan gözleri ve eşsiz sesiyle gerçek bir diva!

Umarım artık mutlusundur oralarda! 

………………………………..*…………………………………………….. 

Çocuk, anasına mı benziyor, babasına mı?

Geçenlerde bir aile dostumuzun torunu oldu, maaile gittik hastaneye, tebriğe!

Bebek, annenin kucağında şaşkın gözlerle bakınırken etrafa, kızın akrabaları bebeğin anneye, dayıya ne kadar benzediğinden dem vururken erkek tarafında, ‘Bakın şu yumurcağa, aynı babası!’ replikleri yayılıyordu etrafa! Bebeğin illa birine benzeme mecburiyeti, genetik kodlamamızda var galiba! 

Hah işte genetik kodlama dedim, konunun tam göbeğinden girdim! Ailenizin yazarı olarak bir yardımım olsun dedim ve sordum, araştırdım öğrendim;

“Akıl ve zeka anneden, karakter ve irade babadan geliyormuş!”

Velhasıl cancağızlarım, “Babasının oğlu! Anasına bak kızına al!” söylemlerine artık elveda!

Cinsiyeti belirleyen kromozomlar, anneden daima X olarak geliyor, babadan gelen kromozomlar ise X veya Y olarak değişiklik arz ediyor. Babanın X kromozomu ile annenin X kromozomu, doğacak olan çocuğun cinsiyetini “Kız” olarak belirlerken babadan gelen Y kromozomu ile anneden gelen X kromozomu doğacak olan çocuğun cinsiyetini “Erkek” olarak belirliyor. Dünya bilim literatürlerine giren  genetik mühendisliği kaynaklı araştırma raporlarına göre erkek çocuklar zeka genlerini kuşaktan kuşağa sadece ve sadece annelerinden alabiliyorlar. Zeka genlerinin şifreleri sadece X kromozomunda bulunurken Y kromozomunda ise zeka genlerinin izine rastlanmıyor. Yani bir erkek zekiyse bunu annesine borçlu. Kıt zekalıysa sorumlu yine anne! Erkekler kendi zeka genlerini asla ve asla oğullarına aktaramıyor. Sadece kız evlatlarına o da en çok % 50 oranla aktarabiliyor. Böylece bilim, erkeklerin “İllaki bir erkek evlat isterim!” dayatmasının bu açıdan ne kadar boş olduğunu kanıtlıyor!

Evet beyler! Zeki bir oğlunuz olsun istiyorsanız zeki bir kadınla evlenin!

Kızınız zeki olsun istiyorsanız da ya kendi yüzde 50 zekanıza güvenin

Ya da zeki bir anne seçerek, işi garantileyin!

……………………………*……………………………… 

HAFTANIN EN’LERİ 

Haftanın Yarışması: Dünyayı şaşırttı! Suudi Arabistan, tarihinde ilk kez güzellik yarışmasına katıldı! Suudi model Rumy al-Qahtani, Malezya'da düzenlenen Miss & Mrs Global Asian adlı güzellik yarışmasında ülkesi adına yarıştı! Bu durum, ülkede kadınların sosyal hayata ve kültürel etkinliklere daha fazla kabul edildiğinin bir göstergesi olarak yorumlandı! Ay modelin sonu u merak ediyorum valla, cıbıl cıbıl hatunu göndermişler oraya, dönüşte taşlayarak öldürmesinler inşallah! 

Haftanın Cihazı: Türkiye'de bir ilk! Türkiye'nin ilk robotik jiroskopik radyocerrahi cihazı, baş, boyun kanserleri ve beyin hastalıklarının tedavisinde kullanılmak üzere Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Hastanesi'nde hizmete girdi! Böyle umut veren sağlık haberleri, beni öyle mutlu ediyor ki hele de tedaviye dair gelişmeler, ülkemizde olunca, yaşadığım gurur da cabası! Emeği geçen herkese, kalpten teşekkürlerimle! 

Haftanın Küfürü: Sanmayın ki yeniyetme ergenler arasında! İnanmayacaksınız ama dünyayı yöneten iki ülkenin başkanları arasında! 2021 yılında Rusya Devlet Başkanı Putin'i "katil" olarak nitelendiren ABD Başkanı Joe Biden, bu kez Putin için; "O çıldırmış bir ...!" dedi! Bunun üzerine Kremlin'den yapılan açıklamada, "ABD Başkanı'nın bu kadar kaba sözleri ABD için bir utançtır" denildi! Bu işin sonu Putin’in Biden’e; “Çıkışa gel! Ne diyeceksen yüzüme de de görelim!” e kadar gider bence! Dünya, bu sidik yarışında heder olacak, diyeyim size!

 Haftanın Cezası: Ebeveynlik dersleri veren kadına, çocuklarını duygusal ve fiziksel istismara uğrattığı gerekçesiyle verilen hapis cezası oldu! YouTube’da milyonlarca kişiye ebeveynlik tavsiyeleri veren ABD'li altı çocuk annesi Ruby Franke, çocuklarına fiziksel ve duygusal istismarda bulunduğu için hapis cezasına çarptırıldı! Bu olay bana; “İnsan en çok kendinde olmayandan bahsetmeyi severmiş” sözünü hatırlattı! Anneleri tarafından istismara uğrayan o çocuklara da, böyle bir anneden ebeveynlik öğrenmeye çalışan insanlara da yazık hem de çok yazık!

Haftanın Buluşu: Yine yapay zeka alanından geldi! ChatGPT'nin yaratıcısı OpenAI, metin komutlarıyla gerçekçi ve yaratıcı sahneler oluşturabilen "Sora"yı halka tanıttı! "Metinden videoya" yapay zeka modeli olan Sora ile kullanıcıların isteklerine bağlı olarak ve görsel kalite korunarak 1 dakikaya kadar uzunlukta videolar oluşturabileceği bildirildi. Sizi bilmem ama böyle şirin ve sempatik gösterilen yapay zeka meselesi, ileride başımızı ağrıtacak gibi sanki! Yanılıyor olmayı, tüm kalbimle diliyorum tabi!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp