Top
17/03/2023

VEDA & FEDA & ŞÜHEYDA

Yılın en önemli haftalarından birindeyiz pek tabi ki! Kod adı ölüm, şifresi vatan, öznesi şehit, rengi kan kırmızı! Günlerden 18 Mart; Bir yiğidin düştüğü yerden kalkması, uyanışı! Asırlık bir uygarlığın kalbine batırılan hançerin çıkarılması, tarihin baştan yazılması!

Her türlü silah ve malzemesi tam olan işgalci kuvvetler, malzemesi- cephanesi sınırlı ama yüreklerini ortaya koyan Türk askerleri tarafından boğaza gömüldü! Bir tarafta devasa bir donanma, karşısında iman dolu göğüsler!

Nusret Mayın Gemisi'nin döşediği mayınla 18 Mart’ta, itilaf devletleri donanmasına büyük bir yenilgi yaşattı. Bu büyük hezimeti hazmedemeyen İtilaf devletleri, 1 ay sonra Çanakkale'yi bu kez de karadan geçmeyi denedi. Mustafa Kemal idaresindeki Türk ordusu, bir kez daha tarih yazdı. Gelibolu'da şehit kanlarıyla bir destan daha yazıldı. "Çanakkale Geçilmez" sözü, hafızalara kazındı!

Çanakkale Zaferi’nin 108.yıldönümü! Sadece Türklerin değil dünyanın seyrini değiştiren bir galibiyetin günü! Binlerce şehidin can verdiği, binlerce hikayenin yarım kaldığı bir destan! Sevgili Hülya Okuyan’ın gönderdiği, basımı yıllar önce biten ve ancak sahaflarda bulunabilirse bulunabilen ve cephede savaşan gazilerin yaşadıklarını anlattığı kitaptaki o hikayelerden birini paylaşmak istiyorum sizinle!

Gözlerimi dolduran, kalbimi sızlatan hikaye şöyle;

“Ali adında bir köy delikanlısı vardı. Ali, köyün güzel olduğu kadar terbiyeli kızı Adeviye ile evlendi. Ancak vatan toprakları tehlikedeydi o günlerde! Adeviye, Ali'yi kendi elleriyle hazırladı cepheye; “Git Ali’m! Vatan için, doğacak evlâdımız için git!”

Ve Ali gitti bir kış soğuğunda! Cepheden şehitlerin haberi tez ulaşıyordu köye. Her seferinde; ‘Ali’mden bir haber var mı?’ diyordu Adeviye, kalbi yerinden fırlarcasına! Bir haber yoktu Ali’ den. Sağ mıydı, yaralı mıydı, adı sanı bilinmez bir yerde şehitlerin arasına mı karışmıştı, bilen yoktu. Adeviye günlerce, mevsimlerce bekledi, bekledi! Günler yokluk, kıtlık ve sıkıntıyla geçiyordu. Asker Ali’den iyi veya kötü, bir haber gelmiyordu. Adeviye’nin tesellisi, minik yavrusu Cevdet’i olmuştu. Çalan her kapı, duyulan her ayak sesi, Adeviye’nin yüreğini hoplatıyordu; Ya gelen Ali ise diye! Rüyalarına sık sık giren Ali, evine gelmiyordu bir türlü. Babasının bir fotoğrafını dahi göremeden büyüyen, Çanakkale’yi anlatan ninniler, anasından masal yerine destanlar dinleyen Cevdet, yürümeye başlamıştı bile!

Ülkenin düşmandan temizlenmesinin üzerinde yıllar geçmişti. Ali’den hala haber yoktu. Yaslı anacığına acısını unutturmaya çalışan Cevdet büyümüş, iş güç sahibi olmuştu. Adeviye ne vakit bir yere gidecek olsa, “Baban gelirse, çağır beni oğul!” derdi. “Oğlum ben pazara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha!”, “Ben komşulara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha!”, “Ben mevlüde gidiyorum. Baban gelirse, beni hemen çağır ha!”

Günler, aylar, yıllar geçti, alınlarda çizgiler derinleşti, saçlara beyazlar düştü. Adeviye, Ali’nin geleceği ümidiyle yaşadı durdu. Savaş yıllarının o taze gelini, şimdilerin nurlu ninesi Adeviye, güçten takatten kesilmişti artık. Geri dönülmez hastalığın pençesine düşmüş, iyice ağırlaşmıştı. Hasta yatağında Cevdet’i yanına çağırdı, yavaşça; “Oğlum!” dedi. “Bana iyi baktın, hakkını helâl et! Baban bir gün gelirse ona; Annem seni hep bekledi, de!”

Cevdet ve oradakilerin gözlerinden sicim gibi yaşlar süzülürken, Adeviye aniden irkilerek doğruldu hasta yatağında ve kapıya doğru gülümseyerek; “Hoşgeldin Ali’m, hoş geldin!” diyerek ruhunu teslim etti!

Çanakkale onurdur, gururdur, namustur! Vedadır, feda ve de şüheyda!

Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara!

Çanakkale ufkunda, Sakarya toprağında!

…………………………………*……………………………………..

‘Hastayım Sana;’

Kendisiyle hikayemiz, ılık bir kış gecesi başladı. Çılgınca bir su içme isteğiyle yanıp tutuştuğumda anladım hayatıma gireceğini! Yanımdakiler, bunun sadece hararet olduğunu takılmamam gerektiğini söyleseler de annemin; ‘Çocukken hasta olacağınızı, galon galon su içmenizden anlardım’ sözü, çınlıyordu kulaklarımda. Ve kadın, bir kez daha haklı çıkmıştı işte! İlerleyen saatlerde üşüme, eklem ağrıları, halsizlik ve akciğerimin ağzımdan, beynimin ise burnumdan geleceğini ciddi ciddi düşündüren hapşırıklarla müşerref olduk kendisiyle. ‘Amaann’ dedim kendi kendime, ‘alırım ilacımı, uyurum bir güzel, terledim mi de sabaha bir şeyim kalmaz!’ Öyle olmadı ama!

Sabah, şiddetli bir boğaz ağrısı uyandırdı beni, genzimden öperek. İki hapşırık aram, saniyelerle ölçülüyor, ‘bu hastalık olmaz, olsa olsa beni yok etmeye gelmiş bir canavar olabilir’ düşüncesi, beynimi kemiriyordu. Acizlik ve güçsüzlük hissi, bedenimi esir almış, gözlerimin yaşarması bundan mı yoksa hapşırmaktan mı anlayamıyordum. Suydu, limondu, ıhlamurdu, bilumum sıvılardan içim olimpik havuza dönmüş, iç organlarım yüzmeyi öğrenmişti bile. Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki; ‘Yiğidin harman olduğu yerden gelen kızsın sen, saçmalama!’ derken kendi kendime, bir yandan da gripten kaç kişi ölmüştür acaba düşüncesi geçiyordu sürekli kafamdan. Tam o sırada arayan doktor bir arkadaşım

gülerek gribin o kadar kötü bir şey olmadığını hatta çok da faydalı olduğunu söyleyince dalga geçilecek bir durum olmadığını, onunla uğraşacak halimin de olmadığını söyledim sinirle! Başladı anlatmaya;  “Grip dediğimiz şey bir tatbikat aslında! En doğrusu ilaç dahi almamak!” dedi. Ben bu şekilde nasıl dayanacağımı, ağıdan ve halsizlikten kıvrandığımı söyleyince de; “Mümkün olduğunca hafif ilaçlar ve doğal kaynaklarla geçiştirmeye çalışmak en doğrusu! Çünkü ilaçlar, vücudun savaşma gücü kazanmasına engel olduğundan başka bir zaman  daha kötü düşmanla karşılaşan bünye ne yapacağını bilemediğinden o hastalıkla savaşamaz. Yani grip gibi viral durumlarla tatbikat yapmayan hücrelerimiz, daha zorlu hastalıklarla karşılaşınca nasıl mücadele edeceğini bilemediğinde pes ediyor haliyle!” dedi.

Üstelik vücuttaki her hareket bir çeşit alarmmış. Mesela; Halsizlik olduğunda beden, enerjimizi toksin yakımı için kullanıyor demekmiş. İştah kesildiğinde, sindirim organlarında, kaslarda temizlik var demekmiş. (İştah kesilmesi ne ya; Hiç görmedim-duymadım-yaşamadım valla ben) Öksürük, aksırık, tıksırık ile beyne uzanan tüm üst solunum yolları temizlenirmiş. İshal olunca toksinler, boşaltım yoluyla temizlenip bağırsaklar onarılıyormuş. Yani aslında grip, vücudun güçlenmek için sınav vermesiymiş. Eskilerin;  ‘Şifayı kaptın’ sözü de buradan geliyormuş!

Üstümde polar battaniye, ayağımda yün çoraplar, elimde ballı zencefil çayıyla bu durumu; “Bünyemin rest çekmesi” olarak düşünüyorum. En fenası da kendine acıma safhası; Burnum akmadan boğazım ağrımadan ne kadar da mesutmuşum meğer! Sevgi neymiş; Sevgi, sağlıkmış, emekmiş, iyilikmiş!

Diyeceğim o ki;

Çorba yapanınız çok olsun, sümüklüböcek olmaktan korusun sizi Allah!

 Hiç hasta olmayın valla ve hastalıkla ilgili duyacağınız tek şey de şu olsun inşallah;

 “Hastayım sanaaaa”  : )

…………………………………………………..*…………………………………………………………

Neren ağrır, oran bağırır;

Buradan nereye bağlayacağımı tabii ki tahmin ettiniz! Bir bayrama bağlayacağım konuyu ve elbette sağlığa dayayacağım mevzuyu!

Dünya savaşı sonunda, İstanbul'un işgal edildiği günlerde, İngiliz kuvvetlerinin işgal ettiği Tıbbiye’de doktor Hikmet Boran önderliğinde öğrenciler tarafından işgale karşı direnildi, tüm güçle mücadele edildi. Tıbbiye binasının kuleleri arasına asılan Türk bayrağı ile zafer kazanıldı, günlerden 14 Mart’tı!

Günümüze kadar gelen bu 14 Mart kutlamaları, artık içinde bulunduğu haftayı da kapsayacak şekilde, “Sağlık Haftası” ve “Tıp Bayramı” olarak kutlanıyor.

“Allah hekimle hakime düşürmesin, eksikliğini de hissettirmesin!” denir. Valla çok doğru, birinin değerini haksızlığa uğrayınca diğerininkini de hasta olunca anlıyoruz! Dünya kadar paran olsun, hanların- hamamların- yalıların, kapında son model araban, yatın olsun, hasta hissediyorsan kendini, bil ki yaşamıyorsun! Neren ağrıyorsa hayat tam orada durmuştur, acıyan yerinden, sızlayan kemiğinden vurulmuşsundur!

Adı bayram olsa da kendi dram olan bir gün maalesef! Hastalar tarafından taciz edilen, hasta yakınları tarafından katledilen doktorların, önce yaşamak sonra da daha iyi şartlarda yaşamak istediklerini haykırdıkları gün! 14 Şubat’ta sevgiliye sevgini, bir ay sonra 14 Mart’ta da seni iyileştirene minnetini ifade ediyorsun! Doktora ne kadar ihtiyacın olduğunu hasta olduğunda anlıyorsun! Ağrıdan, acıdan, sızıdan dünyan karardığında; ‘doktor!’ diye inliyorsun! Ve işte o zamanlarda gecesini gündüzüne katan, gençliğini çalışarak harcayan, ömrünü mesleğine adayan doktorun önemini, iliklerine kadar hissediyorsun! Kıymetini o zaman anlıyorsun!

14 Mart; En kutsal mesleğin görmesi gereken değeri ve şartlarının her yıl daha da iyileştirilmesi gerektiğini hatırlatan gün!

Tüm doktorların, hemşirelerin ve diğer sağlık emekçilerinin günü kutlu olsun!

Herkese şifalı günler dilerim, ağrısız- acısız- kaygısız!

Unutmayın ki;

Sağlıkla nefes aldığımız her gün, bizim bayramımız!

…………………………………………*………………………………………….

HAFTANIN EN’LERİ;

Haftanın Felaketi; Şunu fark ettim ki her hafta bir ‘haftanın felaketi’ başlığı oluyor! Depremdir, ekonomik krizdir, uzaylılardır bitmiyor dünyada! Şimdi de sel felaketi ile sarsıldı ülkemiz!  Şanlıurfa ve Adıyaman, yoğun yağışlar sebebiyle  sular altında kaldı. Yaşanan felakette 16 kişi hayatını kaybederken, bir çok kişi de halen kayıp! Çarşambayı alan sel, Güneydoğu’yu katmış yanına! 2023! Bitsen mi artık acaba!

Haftanın İflası; Dünyanın en güçlü devletinde yaşandı! Amerika’nın en önemli bankalarından ‘Silicon Vadisi Bankası- SVB’ battı! Yapılan açıklamada, sigortalı mevduatları korumak için kayyum atandığı belirtildi! SVB'nin iflası ABD ve Avrupa'da hisse senedi piyasasını olumsuz etkilerken bankacılık hisselerinde genel olarak düşüşe neden oldu. Ya Biden hapşırsa, dünya grip oluyor, koca banka battıysa bilmem dünyayı şimdi neler bekliyor! Kıyametin tam-tam sesleri, buradan bile duyuluyor!

Haftanın Doğa Olayı; Bu sefer bizden değil, taaaa Endonezya’dan geldi! Endonezya'nın Java Adası'ndaki Merapi Yanardağı, faaliyete geçti. Yanardağdan püsküren sıcak kül bulutları, kaya, lav ve gaz karışımı, yamaçlardan aşağı inmesiyle bölgedeki turizm ve madencilik faaliyetleri durduruldu. Depremler oluyor, barajlar kuruyor, yanardağlar patlıyor- dünyanın rot- balansları bozulmuş, bence acil ayar gerekiyor! Aksi takdirde ‘rota yeniden oluşturuluyor’ denecek gibi gözüküyor!

Haftanın Dedesi; Aynı zamanda dünyanın da en önemli dedesi! Microsoft’un kurucusu Bill Gates'in kızı Jennifer Gates, bebeğini kucağına aldı, babasını da dede yaptı! Hakkında sayısız komplo teorileri üretilen, dünyaya virüs yaydığı, sivrisineklerle hastalık bulaştırdığı, insanlara çip taktığı hatta yapay et yedirmek için çalışmalar yaptığı ilerisürülen ve karanlık bir adam olarak ifade edilen Gates’in dede olduktan sonra yumuşayıp yumuşamayacağı, tuhaf projelere karışıp karışmayacağı, torununa nasıl davranacağı merak ediliyor! Bir de insafa geleceği, kalbinin sevgiyle yeşereceği umut ediliyor!

Haftanın Hediyesi; Çok asil bir hediye! Prens Edward'ın 59. doğum günü dolayısıyla kendisine, ağabeyi Kral Charles tarafından "Edinburgh Dükü" ünvanı verildi! Bu kraliyet de başka bir şey canım! Biz ölümlü halk, doğumgünlerinde birbirimize elbise, çiçek, takı hediye ediyoruz, çok da seviniyoruz! Bunlar da unvan hediye ediyorlar birbirine; ‘ Sana dük’lük hediye ediyorum, seneye imkanım olursa kont’luk vereceğim!’ gibi! Ama hediye dediğin, değiştirme kartı olmazsa olmaz ki! Ne yani şimd;i ‘Bana dük’lük verildi ben bunun üstüne koyayım da prens olayım!’ diyemeyeceğim mi ki!

CANSEN ERDOĞAN

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp