Top
04/03/2023

ESKİLER Mİ GÜZELDİ? ESKİDEN Mİ GÜZELDİK ?

Üç haftayı geçti, Kahramanmaraş merkezli deprem felaketinden beri!

Zaman geçmiyor, acı bitmiyor, yaş dinmiyor! Yılın en kısa ayı şubat, yüzyılın en uzun ayı oldu birden!

Normale dönemiyoruz, dönmek de istemiyoruz zaten. Hepimizin ailesinden, eşinden, dostundan, sevdiğinden biri, hepimizin içinden bir parça kaldı enkaz altında. Hayallerimiz de çöktü binalar gibi, umutlarımız da! Sabrımız çatladı, kerpiç duvarlar misali, bitmek bilmez artçılarla sızladı vicdanımız!

‘Hayat devam ediyor’ deniyor, ediyor mu sahiden?

Televizyon izleyemez oldum ben, uyku uyuyamaz, yemek yiyemez oldum! Yattığı yataktan, başının üstündeki damdan utanır mı insan? Utanırmış gerçekten! Başım dönse deprem oldu sanıyorum, gürültü duysam, sesimi kim duyar acaba diye düşünüyorum. Başucumda düdükle, fenerle uyuyorum, oğlumun odasına kaç adımda yetişirim diye hesap yapıyorum. Ne önemsiz dertlerim varmış eskiden, rutin hayatımız ne mutluymuş, mumla arıyorum!

Eskiden mi güzeldi her şey, eskiler mi güzeldi?

Eski aşklar daha güzeldi, el ele tutuşmak bile çok özeldi. Bayramlar, kavuşma demekti, saygı- sevgi- hürmetti. Sıradan günlerimizde huzur vardı hep, kendimizleydi derdimiz, memleket sorunları değildi gündemimiz. Biz ev güzel koksun diye sobanın üstüne koyduğumuz portakal kabuklarının kokusuyla büyüyen nesildik, ne ara bu hale geldik! Alevi- Sünni tartışması bilmez, Türk-Kürt diye düşünmezdik.  Düşen ekmeği yerden alıp 3 kere öpüp 3 kere alnına koyan çocuklardık, Büyüklerimizden çekinir, üzülecekler diye korkardık.  Komşudan cenaze çıksa en az 3 gün sessiz kalıp radyo-televizyon açmaz, saygı duyardık. Gelecek endişemiz de pek yoktu, ders çalışıp okuyacak- adam olacaktık. Aile dizileri vardı sevdiğimiz; ‘Perihan Abla’, ‘Süper Baba’- küçücük salonlarımızda izlediğimiz, aile sofralarımız vardı, tüm aile eksiksiz yediğimiz!

Şimdi evler büyüdü ama aileler küçüldü! İnternet sayesinde bilgiye ulaşmak kolaylaştı ama bilgiye ihtiyaç azaldı. ‘Akıllı olmak’ telefonlara kaldı, alışveriş, banka, okul, televizyon, aşk- bir küçük telefona sığdı! Yediğini- içtiğini paylaşmak ayıptı, olan vardı- olmayan vardı! Şimdi öyle mi; Yediğin, gittiği, gezdiğini paylaşmazsan ne anlamı olacaktı! Geleceğe ait planlar vardı, hedefler konur, ulaşılmaya çalışılırdı. Şimdi anlık yaşıyor herkes, anı düşünüyor. Elinde telefon, gözü diziden başka bir şey görmüyor. Teknoloji, medeniyet getireceğine, zıvanadan çıkartıyor. Samimiyet çok geçti, sinsilik prim yapıyor! Kendi hayatına odaklanacağına başkasının sözde renkli hayatına odaklanıyor, mutsuzluk işte tam da orada başlıyor!

Eskiyi bu kadar güzel yapan ne acaba diye düşünüyorum bu aralar! ‘Özlem’ galiba, hasret! O zaman yanımızda olup şimdi olmayana, şimdi hissedemediğimiz o eski duyguya, sahip olduğumuz ama artık sahip olamadığımıza özlem! Eskiyince atardık eskiden şimdi kıyamıyoruz atmaya, yerine koyamıyorsak madem. Eskiyi hatırlama güzeldir, hatırlarken gülümseyebiliyorsan eğer! Yakıyorsa genzini düşünmek geçmişi, batırıyorsa kalbine hançer, geçmemiştir demek- şimdiki halinden mutlu değilsindir!

Eskiler, eskiden mi güzeldi yoksa biz eskiden mi güzeldik? Saklambaçta 3-2-1 diye sayarken, saklansınlar diye araya buçuk sıkıştıran çocuklardık biz, masumiyetimizi ne ara kaybettik?

Büyümeyi sevmedik biz, Ruhumuz kirlense de içimiz hala temiz! Ondan arıyoruz eskiyi, geçmişe ondan hasretiz!

“Büyük olsun, seneye de giyer” diye büyütülen nesildik biz! Bizi anlamayanlara, geçmişi hasretle aratanlara ondan bir beden bol gelişimiz!

 

……………………………………..*………………………………….

Cemre Bunalıma Düşecek;

Ya o kadar karardı ki içimiz, o kadar sarsıldı ki her şeye güvenimiz, kör kuyularda merdiveni bile itmişiz,  kendimizi karanlığa terketmişiz. Biraz renkli, umut kokan bir şeyler yazayım dedim, eldeki malzemeyi de tüketmişiz. Ama deneyeceğim, çiçekler bırakacağım yüreklerin enkaz yığınlarına, umut ekeceğim- iyileşeceğim kimbilir belki de iyileştireceğim!

 Ben düşünürken bir şey düştü toprağa ve suya ve pek yakında da toprağa!

 ‘Başımıza taş mı düştü?’ derseniz taş değil de cemre diyebiliriz! Baharın alametiymiş kendisi! O kadar soğuk ki içimiz, kış ayazında donmuş ki ümitlerimiz, düşsün hayatımızın ortasına, bahar getirsin, yaz getirsin kalplerin kurak topraklarına!

Osmanlıca’da kor demekmiş cemre; Sıcak hatta çok sıcak anlamında! Bizde de postacı havasında, hani postacı kapıyı üç kere çalar ya, cemre de öyle. Birinci cemre; havaya 20 şubatta düşüyor, havalar ısınıyor. İkinci cemre; suya, 27 şubatta, sular ısınıyor. Üçüncüsü de toprağa, 6 martta düşüyor, bahar başlıyor. Düşmez kalkmaz bir Allah da keşke izleyebilsek şu düşüşleri yaaaa! Yüksek bir tepede, belki bir deniz kenarında ya da balkonda oturup güneşin doğuşunu, batışını izler gibi sanki. Bir yıldızın kayışına şahit olup dilek dilediğimiz gibi yakalasak onları düşerken! Tutsak avuçlarımızla taksak saçlarımıza!

Yazarken geldi aklıma, kutuplara da cemre düşüyor mu acaba?  Yok yaa düşse anlaşılırdı, ısınırdı ortalık. Anca kötü yola düşer orada cemre, faydası da olmaz cem-i cümleye! Valla işin esprisi bir yana düşecekse gönüllere düşsün önce cemreler. Baharlar başlatsın, çiçekler açtırsınlar. Derler ki sevdanın da üç cemresi vardır; Göze düşerse beğeni olur, kalbe düşerse aşk olur, ruha düşerse vazgeçilmezin olur!

İnsanlığa da düşsün cemre düşmüşken, merhamet getirsin, ısıtsın buz kesmiş vicdanları! Sevmeyi beceremeyenlere, değer kıymet bilmeyenlere, değil başkasını kendini dahi sevmeyenlere baharlar getirsin!

Mitolojik bir hikayesi var cemrenin;

Hikaye, Orta Asya'nın dondurucu kışlarında geçiyor! Ayaz günleri, çadırlarda donmadan geçirmeye çalışan yöre halkı için hayat şartları çok ağırmış, bahara çıkıp çıkmayacakları hep muğlakmış. Hikayeye göre İmre isimli bir cin, çetin kış günlerinde gökyüzünden bir bakarmış insanların haline ve yaşadıkları mücadeleye. Dondurucu soğuk ve yokluğun ortasında kalan insanların bu hayatta kalma savaşına dayanamayarak da her şubat ayı geldiğinde insanların bu çilesine son vermek için elinde kocoman ateş topları ile gökyüzünden süzülerek yeryüzüne inermiş. Hikayeye göre bu ateş toplarını önce havaya atarmış. O, bunu yaptığında hava, artık yavaştan ısınırmış.  Aradan bir hafta geçtikten sonra İmre tekrar yeryüzüne gelir, bu kez ateş topunu sulara atarmış. Böylelikle buz tutan nehirler, dereler çözülürmüş. Ve yine bir haftadan sonra İmre yeniden gelerek ateş topunu toprağa fırlatırmış. Böylece topraktaki tüm buzlar erir, kardelenler filiz verirmiş. Ve bahar oraya doğru yola çıkarmış alları morları, güneşi, çiçekleriyle!

Umudun simgesi bahar, baharın müjdecisi cemre!

İyi peki de kirlenince hava daha çok, bir damla su, bir karış toprak bulamayınca inecek, ne edecek?

Ne yapsın, o da artık bunalıma düşecek! 

…………………………………………………..*………………………………………

Ne Büyük Takımsın Sen Arkadaş;                                                                                     

Küçücüktüm!

Saçlarım iki yandan toplanmış, babamın omzunda ilk kez maça gitmiştim. Boyumu aşan kocaman bir kalabalıkla ilk kez tribünlerde karşılaşmış, biraz ürkmüş, şaşırmıştım. Yanılmıyorsam bir bahar günüydü ama hava bulutlu biraz da karanlıktı. Karşı tribünde davullar çalıyor, marşlar söyleniyor, stat yıkılıyordu. Ve o yağmur damlası tam da burnumun üstüne düştüğünde o karşı tribün şu marşla inliyordu;

‘Yağmurlu bir günde görmüştüm seni/ Üstünde çubuklu formalar vardı/ Bir anda tutuldum aşık oldum ben/ Hayatın anlamı Siyah Beyaz'dı!’

Ağzım açık, hayran hayran bakakalmıştım, aynı anda bu marşı söyleyen karşı tribündeki taraftar grubuna... Ve geri kalan zamanda, oynanmakta olan maçı değil adeta şov yapan, sonradan adının ‘Çarşı’ olduğunu öğrendiğim o grubu seyretmiştim keyifle, zevkle…

Neydi sahi ‘Çarşı’?

Beşiktaş’ın her şeye karşı olan orijinal taraftar grubu!

Tescil edilmiş yüksek desibelli sesleriyle, boğazın her iki tarafına bakan yerlerinde, seslerine asla kayıtsız kalınamayacak, güncel konularda açtıkları pankartlar ve yaptıkları tezahüratlarla futbolun asla yalnızca futbol olmadığını gösteren insanlar. Herhangi bir gün ya da zaman da  cesaret ve kararlılıkla mazlumun yanında kayıtsız şartsız duracak insan topluluğudur çarşı!

Amerika’nın Irak’ı işgalinde; ‘Beşiktaşlıyız, Savaşa Karşıyız’ diye bağıran isyankar ve duyarlı halktır o. ‘Bizim taraftarımız daha fazla’ diye böbürlenenlere; ‘En fazla sinek de dışkının üzerinde olur’ cevabını yapıştıran mizah, ceza gereği boş kalmış tribünlere; ‘Ruhumuz Yeter’ yazan yürek, futbolcusuna kızdığında; ‘Sevdamız size değil, renklere’ diyecek kadar aşkla dolu taraftardır. Ve bugün adını Fethiye’ deki halk pazarının asfaltından New York Metrosunun duvarına kadar yazdırabilmiş bir sevda, bir felsefe, bir ruhtur Çarşı!

Yıllar geçti, zaman değişti, büyüdüm. Gitmeye devam ettim maçlara!

Rakipler değişti, puanlar, fikstürler değişti. Değişmeyen tek şey, oynanan derbiler ve bu derbiler öncesi-sonrası ortaya çıkan çirkin görüntüler, yaralanmalar hatta ölümlerdi. Futbol neredeyse kin kusma, öfke ve nefretini dışarıya atma yolu haline geldi. Spor keyfi, yerini kaç kişi yaralandı, kim kime, ne kadar haksızlık yaptı çetelesini tutmaya bıraktı. Ne keyfi kaldı maçların ne de tuzu statların!

Sonra bir gün bir şey oldu! Yüzyılın deprem felaketiyle sarsılan ülkemiz, tek yürek oldu! Fenerlisi Beşiktaşlısı, Cimbomlusu el ele gönül gönüle yardıma koştu. Sahip çıktılar milletlerine, sahip çıktılar birbirlerine! Ve Beşiktaş ile Antalyaspor arasında oynanan maçta, depremden sağ kurtulan çocuklara gönderilmek üzere binlerce oyuncak ayı ve pelüş oyuncaklar, depremin meydana geldiği saat olan 04:17’de sahaya atıldı. “Bu oyuncak sana arkadaşım” kampanyası ile Beşiktaş Kulübünün organize ettiği Çarşı grubunun, şarkılar, marşlar ile desteklediği bu seramonide, tribünlerden yağmur gibi yağan oyuncaklar, gözyaşlarıyla izlendi. Dünyada da büyük yankı bulan bu organizasyon, altta çalan ‘Bir başkadır benim memleketim’ şarkısı ile adeta görsel bir şölendi. Yeşil sahanın rengarenk oyuncaklarla kaplandığı maçta motto; “Çocuklar hep gülsün!”dü.

Teşekkürler Beşiktaş! Teşekkürler Çarşı!

O felaketi yaşamış çocuklar, sayende gülecek!

Eee bir de şey;

Biraz zor ama keşke bu sene şampiyon Beşiktaş desekkk!

…………………………………….*………………………………..

HAFTANIN EN’LERİ;

Haftanın Faciası; Gün geçmiyor ki her hafta bir facia haberiyle dağılmayalım. Depremin şokunu henüz atamamışken komşuda yaşanan kaza haberiyle yine sarsıldık. Yunanistan'ın Tempi bölgesinde yolcu treni ile yük treni çarpıştı. Yapılan son açıklamalara göre kazada şimdilik 57 kişi hayatını kaybetti. Ülke tarihindeki en ölümcül tren kazasının ardından 3 günlük ulusal yas ilan edildi!

Zannımca dünya ayvayı yedi! Her yerde bir olay, bir kaos, durum kontrolden çıktı ciddi ciddi! Peki ne olacak şimdi?

Haftanın Gafı; Sivri diliyle meşhur İlber Ortaylı hoca tarafından yapıldı! Katıldığı bir televizyon programında programın bittiğini sanarak deprem bilimci Prof. Dr.Naci Görür’ün, Prof.Celal Şengör’den daha iyi olduğunu söyleyen Ortaylı’nın bu yorumu, sosyal medyada viral oldu. Ertesi gün söylediklerinin yanlış anlaşıldığını ve Şengör’ün çok değerli bir bilim insanı olduğunu belirten Ortaylı’nın bu açıklamaları için; ‘Çevir kazı yanmasın’ yorumları yapıldı! Ne diyeyim canlı yayın zor iş, saniyelik hata, gündemi karıştırabiliyor!

Haftanın Hastalığı; Dünya listelerinde zirvede olan bir sanatçıyı hedef aldı! Nadir görülen ‘Ramsay Hunt’ sendromuna yakınan ünlü sanatçı Justin Bieber’ın yüzüne felç geldi. Sağ gözünü kırpamayan Bieber'ın, yüzünün sağ tarafını hareket ettiremediğine dair video paylaşımı da sevenlerini üzdü! Bu felcin geçici olduğunu umuyor, tez zamanda iyileşmesini diliyoruz! Sen bize lazımsın Justin! topla kendini!

Haftanın Sağlık Tüyosu; Doktorlar tarafından iftiharla sunuldu! Metabolizmayı hızlandırarak yağ yakımını dolayısıyla kilo kaybını sağlayan en iyi 12 yağ yakıcı yiyecek açıklandı. Buna göre; “Greyfurt, Karabiber, Tarçın, Yumurta, Elma, Yeşil çay, Yaban Mersini, Badem, Ananas, Biber, Kahve ve Kinoa” yiyenler, daha hızlı kilo veriyormuş, bel bölgeleri de inceliyormuş! Tüyoyu vermek bizden, uygulaması sizden!

Haftanın Keşfi; Mısır’da yer alan ve dünyanın 7 harikasından biri olan Büyük Piramit'te yapıldı! Firavunlar döneminde inşa edilen ama nasıl inşa edildiği bilinmeyen piramitte,  ana girişin üzerinde 9 metre uzunluğunda 2 metre genişliğinde gizli bir iç tünel keşfedilmiş! Dünya zangır zangır sallanıyor, uzaylılar teşrif edip gelmiş biz de hala tünel kazıyoruz işte! Ah bari tünelin ucundaki ışığı görelim de tezde!

CANSEN ERDOĞAN

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları