Top
Belma Akçura

Belma Akçura

okur@milliyet.com.tr

27/01/2014

UĞUR MUMCU’NUN ÖĞRENCİLERİ...

Birkaç yıldır Kadir Has Üniversitesi’nde Uğur Mumcu Vakfı adına ‘Araştırmacı Gazetecilik’ üzerine dersler veriyorum. Öğrencilerin bir kısmı başka üniversitelerden geliyor. Aralarında üniversiteyi bitirmiş, meslek sahibi olanlar da var.
Hep beraber tartışıyoruz: Türkiye’de düşünce, inanç ve kimlikler üzerinden işlenen cinayetlerde bilgilerin, belgelerin nasıl yok edildiğini, tanıkların nasıl susturulduğunu ya da perde arkasındakilerin nasıl korunduğunu,
Davaların ‘zamanaşımı’, ‘delil yetersizliği’ gibi gerekçelerle nasıl kapattırıldığını, gerçek sorumlularının üzerine giden gazetecilerin nasıl öldürüldüğünü,
Son yıllarda ‘derin devleti yargılıyoruz’ diye açılan Ergenekon gibi davalarda bu cinayetlerin ve katliamların izini sürmek mümkünse de hiçbirinden bugün bile neden sonuç alınamadığını...  

Kamuoyunda bilinç kaybı
Geldiğimiz nokta kötü değil. En azından Uğur Mumcu’nun öğrencileri, bugün Mumcu’nun “Demokratik bir toplum için en büyük tehlike, yolsuzluklara, karanlık olaylara ve haksızlıklara karşı kamuoyunun duyarlılığını yitirmesidir” sözünün ne anlama geldiğini bilecek bir tecrübeye sahip.
Bu dönemin son dersinde ‘derin devlet’ adına işlenen cinayetler ve katliamlarla ilgili hiçbir dönemde siyasi irade gösterilememesini, bugün bile derin ilişkileri bir hukuk devletine yakışır bir şekilde hâlâ yargılayamıyor oluşumuzu nasıl açıklamalıyız sorusuna yanıt bulmaya çalıştık. Öğrencilerin büyük bir kısmı bu durumdan basının da sorumlu olduğu düşüncesinde...   
“Dersimizin adı ‘araştırmacı gazetecilik’ ama böyle bir gazetecilik kaldı mı ki?”
‘Artık kalmadı’ diyemedim...
Uğur Mumcu Vakfı’ndan “araştırmacı gazeteci” olmak üzere mezun olan 90 öğrenci var.
“Bugünün bir de yarını var” dedim...
Biliyorum ki; Uğur Mumcu Vakfı öğrencileri bugünün gazeteciliğini her gün günlük tutar gibi defterine not düşüyor:
Medya Sabahattin Ali’den, Abdi İpekçi’ye, Uğur Mumcu’dan Hrant Dink’e uzanan süreçte onca bilgi ve iddiayı araştırmak yerine bugün sadece ölüm yıldönümlerin de yaşasalardı şimdi kaç yaşında olacaklarını yazmakla yetiniyor...” gibi...
“Medya bir haberi olduğu gibi çarpıtmadan vermekle, çarpıtılmış bir sözle açılan bir davayı olduğu gibi vermek arasındaki farkı da bilemediği için Hrant Dink öldürüldü” demek gibi...

Gazeteciyle memurun farkı
Türkiye’de gazetecilerin, araştırmacı gazetecilikten dava takipçisi bir memura nasıl dönüştüklerini, basının bu davaları ‘geçiştirerek’ her gün yazmakla, araştırarak yazmak arasındaki farkı görmediğini ama bir gün bu ‘geçiştirerek’ haber yapma hali yüzünden basının yine ‘sırada kim var’ demek zorunda kalacaklarını da...
Öğrencilerin tuttuğu defterde medyanın notu giderek düşüyor.
Özge Mumcu’nun “Üstelik hayatını gerçek habere adayan bir gazeteci cinayetinin hâlâ karanlıkta olması, gazetecilik mesleğinin de kara bir lekesi değil midir? Kendine dokunulunca feryat edenlerin gazeteci sayıldığı bir medya düzeninde yaşadığımızı bilerek, 19 yıl sonra tüm gazetecilere soruyorum: Devletin öne sürdüğü açıklamalara neden hâlâ inanıyorsunuz?” sözünü ise, altını çizerek kayda geçiyorlar...

Yazmak ve araştırmak
Örnek çok...
Bugünün medyası olarak; verileni yazmak ya da hatırlatmakla, araştırmak arasındaki farkı öğrendiğimiz gün, bu karanlık zincirin hiç değilse, tek bir halkasını kırmamız mümkün olacak...
Düşünce ve vicdan özgürlüğünü sınırlayan, nefret ve düşmanlığı körükleyen, düşünce ve inancı ayrıştıran, farklılığı hedef gösteren habercilik anlayışını sorgulamadığımız ve bununla yüzleşmediğimiz sürece, araştırmadığımız, sorgulamadığımız toplumsal belleği sadece ölenleri anarak hatırlatmadığımız sürece bu toplumun ‘faili belli’ cinayetlerle, hukuksuzlukla, haksızlıkla yeniden karşı karşıya kalma olasılığı da o kadar yüksek olacaktır...
Bilelim de...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp