Top
Belma Akçura

Belma Akçura

okur@milliyet.com.tr

16/12/2013

MEDYADA HAK İHLALLERİNİ GÖRÜNÜR KILMAK

Hükümetten muhalefete, sivil toplum örgütlerinden akademisyenlere ve hatta Avrupa’daki bazı kurum ve kuruluşlara kadar hemen hepsinin elinin altında Türkiye’de insan hakları ihlalleriyle ilgili bir rapor bulunuyor.
Öyle ki; Adalet Bakanlığı işkence ve kötü muamele iddialarında artış yaşandığını istatistiklere dökerken, muhalefet ve bazı sivil toplum kuruluşları yaşam hakkını ihlal edenlerin ‘cezasız’ bırakıldığını, insanların demokratik hak ve özgürlük talepleriyle ilgili eylemler sırasında polis şiddetine, ağır cezalar içeren yargılamalara nasıl maruz kaldıklarını kayıtlara geçiyor, ihlalleri rapor olarak yayınlıyor. Bazı üniversiteler ise insanlık onuru, insan hakları üzerine yapılan çeşitli akademik çalışmaları, araştırma ve raporları, paneller ve toplantılarla kamuoyunun gündeminde tutmaya çalışıyor.
Raporlar, süreç içerisinde sorunlara çözüm üretmek yerine, hak ve özgürlüklere yaşam hakkına ilişkin ihlallerin gittikçe daha da vahim bir hal aldığını ortaya koyuyor. Hemen her insan hakları raporunda önce ihlallere ilişkin bir durum tespitinde bulunuluyor. Ardından resmi, ideolojik, kurumsal algılamalara göre çözüm önerileri sıralanıyor. İstatistiklerin, akademik çalışmaların, panellerin, komisyon çalışmalarının hemen her biri, ülke genelinde, insan hakları konusunda sadece nasıl yol aldığımızın resmi ya da gayri resmi bir profilini çıkartmıyor, aynı zamanda bu sorunu tartışarak nereden nereye geldiğimizin, nereye doğru gidildiğinin de işaretlerini veriyor. Sonuç itibariyle raporlar yapılan açılımlara, çıkartılan demokratikleşme paketlerine rağmen geldiğimiz noktayı üç kelimeyle özetliyor. “Türkiye’de insan hakları ihlal ediliyor.”

Medya ‘olağan’ şüpheli
Hak ihlallerine ilişkin ‘olağan’ suçlulardan biri de medya... İnsan hakları üzerine hazırlanan her rapor, düzenlenen her panelin bir alt başlığı olarak medyanın ve hatta kamuoyunun bu olaylardaki rolü sorgulanıyor. Toplumsal olaylarda her tür şiddet, cinsiyet ayrımcılığı, insan onuruna aykırı uygulamalar, hukuksuz yaptırımlar nasıl ki bir habere konu oluyorsa, bu konudaki mevcut yasaları, iyileştirici çözüm önerilerini de gazetecilik sorumluluğu olarak ele alınması gerektiği belirtiliyor. Ancak tepkisiz bir kamuoyu, insan haklarına yeterli duyarlılığı göstermeyen bir medyadan çıkan sonuçlar; “ötekileştiren, yaftalayan, çarpıtılan, eksik sunulan ya da hiç yer bulamayan haberler...” şeklinde devam ediyor.  
Türkiye medyasının insan hakları ihlallerinde öncelikleri var ve bu durum okurların da gözünden kaçmıyor. Özellikle yazılı basının farklı, din, mezhep, etnik kimlik, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği gibi konularda görüş ve taleplere yer vermediği ya da yeterince yer vermediği belirtiliyor.
10 Aralık İnsan Hakları Günü ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 65. yıldönümünde kamuoyunun olduğu kadar gazetecilerin de meslek etiği ilkeleri açısından önemle takip etmesi, izlemesi gereken çok sayıda panelin, medyada yer bulmaması gibi...
Örneğin Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü İoanna Kuçuradi’nin başkanlığında, “İnsan Haklarının Yaygın Eğitiminde Medyanın Rolü” konulu yuvarlak masa toplantısı sonrasında “İnsana Yolculuk” adıyla dört bölümden oluşan belgesel görülmeye değerdi.

İnsana yolculuk...
Belgesel’in birinci bölümünde insan haklarının önemini bildiğinizde tek başına bile olsanız insan haklarının tamamen yok sayıldığı savaş durumunda neler yapabileceğine dikkat çekiyor... Ioanna Kuçuradi ve Betül Çotuksöken konuyu tartışıyor ve gerçek olaylardan esinlenilerek yapılmış Otel Ruanda’dan, Schindler’in Listesi’nden ve Ateşkes adlı filmden olaylar örnek olarak kullanılıyor.
Belgeselin ikinci bölümünde; onur/haysiyet (dignity) kavramları üzerinde duruluyor ve genel olarak şeref (honour), gurur (pride) gibi kavramlarla karıştırıldığına dikkat çekiliyor. Onurumuzu uğradıklarımızla değil, yaptıklarımızla koruduğumuz ya da nasıl ayaklar altına aldığımız hatırlatılıyor. Irak’ta Ebu Garip Cezaevi’nde, bir duvar dibinde çırılçıplak bekletilen esir olayıyla, boğulmakta olan dört kişinin hayatını kurtaran bir adamın sıradan ama kahramanca davranışıyla, “Başkalarının Hayatı” filminden sahnelerle ve 12 Eylül 1980 sonrası dönemde Mamak Cezaevi’nde ve öncesinde Fatsa Davası sırasında yaptıklarından pişmanlık duyan iki kişinin sözleriyle örneklendiriyor.

‘Niçin devlet?’
Belgeselin üçüncü bölümü insansal-hukuksal bir kurum olarak devlete dikkat çekiliyor. “Okuyucu” filminden bazı sahneleri, silikozis hastası kot kumlama işçilerinin durumunu, cezaevi aracı yangınında yaşamını yitiren mahkûmlar olayını ve Birleşmiş Milletlerin ölüm cezasının moratoryumu oylamasına karşı verilen notayı örnek kullanarak devleti tartışıyor ve “niçin devlet?” sorusuna yanıt bulmaya çalışıyor.
Belgeselin son bölümünde hoşgörü ve tolerans kavramları üzerinde duruluyor. Örneğin Bulgaristan’da zorla isimleri değiştirilen Türk azınlığın yaşadıklarını, dünyanın dört bir yanında işlenmiş ırkçı cinayetleri ve kuyruklu yıldıza binip cennete gitmek için intihar eden “Cennetin Kapısı” tarikatı üyelerinin yaptıkları üzerinden hoşgörünün sınırları tartışılıyor.
İnsan Hakları haftasında medya futbolcu Caner Erkin ve eşini el birliğiyle linç etmekle meşgul olduğu için belgesel medyada hakkettiği yeri bulamadı. Ama maalesef medyanın kendisi bu tutumuyla daha birçok rapora, belgesele ‘örnek’ teşkil edecek gibi görünüyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp