Top
Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

26/02/2024

Sıradan insanların felaketleri

Bir oyunun ismi hemen hemen bütün özelliklerinin önüne geçebilir ve onların hepsini tanımlayabilir mi? Şimdi bir solukta tekrar edeceğim ama sorulduğunda gene tane tane sözcükleri yan yana dizerek hatırlayacağım oyunun böyle bir adı var: “Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı”. Hani çağa ayak uydurmaya çalışıp baş harfleriyle kısaltmaya kalksak bile imkânsız: “AKGAMÜÇBBİB”. Ama zaten tam da çağa ayak uydurmamak üzere, bu niyetle görmeniz gereken bir oyun. Bir çırpıda açılmıyor, tempolu değil, değişen zaman üzerine, yıllar geçtikçe kaybettiklerimiz üzerine, hayatımıza yeni katılan gerçeklikler üzerine. Gül ağacı masanın üzerinde kalan leke üzerine işte, adı üstünde.

Önce mekândan söz etmek istiyorum, çünkü her şey onunla başlıyor. Burası Metrohan. Söyleyince hâlâ çoğu kimse “Orası neresi?” diyor ve eli telefonunun navigasyonuna gidiyor. Bırakın o telefonu bir kenara, burası 1875’te açılan Tünel’in, İstiklal Caddesi’ni Karaköy’e bağlayan dünyanın en eski ikinci metrosunun istasyon binası. İBB Miras tarafından restore edilerek Metrohan adıyla kültür sanat hayatımıza kazandırıldı. İçeri girdiğiniz anda geçmişle bugün birbirine bağlanıveriyor ve siz pencerelerden giren ışık, dışarıdan gelen sesler arasında kendinizi öykünün kollarına bırakıveriyorsunuz.

Yalnızlık ve hüzün

Mekân da öyküye hazırlanmakta. Bir oda, ortada tabii ki gül ağacından bir masa, üzerinde modası geçmiş porselen tabaklar, gümüş çatal bıçaklar, kenarları kırılmış kristal bardaklar… Her şey biraz köhne, “döneminin parıltısını yitirmiş ve o günlerin anıtına dönüşmüştür, terk edilmişlik, yalnızlık ve hüzün, masanın üzerine çökmüştür”.

Yazar Ferdi Çetin’in satırlarına ses veren, yazar rolündeki Kayhan Berkin. Berkin aynı zamanda oyunun yönetmeni ve ara sıra akışa da müdahale edecek. Ama şimdi ‘prolog”… Gözünü felaketten ayıramayan bir yazar olarak, bize “sıradan insanların felaketlerinden söz edeceğini” anlatıyor: “Artık biliyorum, yakından deneyimledim, büyük felaketin yüzü yok. Kendi felaketimizin örtülü yüzündeki perdeyi kaldırabiliriz ancak”.

Birazdan birbirlerine belki hiç sarılmamış, sarılamamış bir anne (Ayşe Lebriz Berkem) – kız (Nergis Öztürk) ve komşu dairedeki ressam (Okan Urun) arasındaki ilişki / ilişkisizlik üzerinden yapacağı gibi. Bir zamanlar kusursuz olan, işinde başarılı olan, ilişkilerinde mesafeli olan bir anne, ona bir türlü ulaşamayan, kendini annesine beğendirmek isteyen, attığı her adımda annesinin duvarlarına toslayan bir kız ve evin içinde dolaşırken karşısına duvar çıksın istemediği için duvarları yıkan bir ressam.

27. İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyerini yapan oyunun parçalı bir anlatımı, şiirsel bir dili var. Katmanları çok ve aslında o 80 dakika içinde karşınızda akıp giderken öyküye dair her detayı yakalamak / takip etmek de çok kolay değil. Ama sonunda bıraktığı duygu, biraz iç acıtıcı, biraz düşündürücü, epey ağır. Oyunun adı gibi tıpkı.

Sıradan insanların felaketleri

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp