Top
19/03/2023

Ünlü psikiyatr Yankı Yazgan: Birlikte çay içmek bile iyileştirir

1- Hikâyesi 1959 yılında Ankara’da başlıyor… Prof. Dr. Yankı Yazgan, Altı Nokta Körler Derneği ve Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı’nın (TÜRGÖK) kurucularından, hukukçu Gültekin Yazgan ile Tülay Yazgan’ın ilk çocuğu olarak dünyaya geliyor. Baba Gültekin Yazgan, doğup büyüdüğü Aydın’da ilkokulun son sınıfını okurken bir oyun kazası sonucu gözlerini kaybediyor. İzmir’de Şemsettin Görenel’den aldığı özel derslerde Braille yazısını öğreniyor. Ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirme sınavlarıyla 1948’de tamamladıktan sonra girdiği Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1952’de birincilikle bitiriyor. Serbest avukatlığın yanı sıra körler okulunda İngilizce öğretmenliği yapıyor. 1955 yılını İngiltere’de engellilerin eğitim ve iş olanakları üzerine incelemelerle geçiriyor. 1958’de evlendiği Tülay Hanım’la ilk çocukları Yankı henüz bir yaşına basmadan, dönemin politik karışıklığından yılarak ailenin geri kalanının olduğu İzmir’e yerleşiyorlar. Anne Tülay Hanım, hukuk fakültesindeki kaydını İzmir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ne aldırıyor. Yazgan, “Dolayısıyla, benim küçük çocukluğum evden çok üniversite kantinlerinde geçti!” diye ekliyor.  BORDO CEKET UĞRUNA...Baba Gültekin Bey, bir yandan kendi avukatlık bürosunda çalışırken akşamları da ticaret lisesinde öğretmenlik yapıyor. Aileye 1966 yılında küçük kardeş Çağrı ekleniyor. Yazgan, “Rahat bir çocukluk geçirdim” diye anlatıyor: “1960’ların özgürlükçü, demokratik bir sistemin kurulmaya çalışıldığı, aydın olmanın önemsendiği iyimser atmosferinde, ebeveynlerin de bu döneme paralel bakışıyla, biraz kendi kafasına göre hareket edebilen bir çocuktum. İzmir Müdafaayi Hukuk İlkokulu’ndaki sınıf arkadaşım Uğur’un evinde, ağabeyi Ömer’in bordo renkli, şık okul ceketini görüp hayran kalmıştım. Bu ceketi giyebilmek uğruna, annem-babamdan habersiz, formlarını kendim doldurarak İzmir Koleji (bugünkü adıyla Bornova Anadolu Lisesi) sınavlarına başvurdum. Sonrasında Ankara’daki Fen Lisesi’ne gidene kadarki dört yılı burada geçirdim. 13-14 yaşlarımda ‘Dünyada başka neler var?’ sorusunun peşinde, içime bir bulunduğum yerden çıkıp gitme arzusu geldi. Ankara’daki Fen Lisesi’nin ve İstanbul’daki Robert Kolej’in sınavlarına girdim. Babam ücretini daha makul bulduğu Fen Lisesi’ne gitmemi daha uygun buldu. Orada yatılı okudum.”  SENE 1963: Çocukluk...BABAMIN GÖZLERİ OLDUM Yazlarını da ilkokul ikinci sınıftan başlayarak babasının avukat yazıhanesinde ‘kâtiplik’ yaparak geçiriyordu. Yazgan, “Babam görme engelli olduğundan gazetelerden hukuk dokümanlarına her türlü yazıyı ona ben okurdum. Dışarıda da babamın bastonu gibi olurdum; onu yürütürdüm, alışverişe giderdik… Bir nevi gözüydüm. Bu sayede yaşam kültürünü olması gerekenden daha hızlı öğrendim. Örneğin daha ikinci sınıfta marulla kıvırcık salata arasındaki farkı bilirdim! Babam da motive edici ve örnek alınası bir patrondu.”SENE 1969: Tülay Yazgan, Gültekin Yazgan, Çağrı ve Yankı ile2- GÜVEN DUYGUMUZ SARSILDIĞINDA…Yankı Hoca burada kendi hikâyesine bir ara vererek çocuklardaki ‘güven’ duygusu üzerine şu değerlendirmeyi yapıyor:“Babamın bana güvenmesi bir motivasyondu. Çocukların özgüvenleri, önce onların çevrelerinde güvenebilecekleri kişiler olmasıyla, sonra onlara güvenildiği ölçüde gelişir. Çocuğunuzun başkalarına güvenebilmesini istiyorsanız siz de ona güvenmelisiniz. Sağlam güvenilir bağların oluşması çok küçük yaşlarda gerçekleşiyor. Bu olmadığında sürekli tedirgin ve dünyaya güveni kalmayan bir birey olabilirsiniz. Toplumlar da böyle istikrar kazanıyorlar. Temel güven duygumuz sarsıldığında güvenlikle ilgili algımız da değişiyor. Depremde zamanında yardım eli uzatılamamış olması bir ruhsal çatlak oluşturdu. Bunu önemsemek, güveni onarmaya çalışmak gerekiyor.”3- FREUD’UN, BERNE’İN İZİNDELiseden sonraki hedefi belliydi… Yazgan anlatıyor:“Hem beşeri bilimlere hem de fen ve matematiğe ilgim vardı. Tıp tam bu kesişim noktasında duran bir alan. Hekimlik güven ve birbirini anlamaya dayalı bir insan ilişkisi. Sonra da bu ilişkiyi tedavinin aracı kılan, sağlığı toplum düzeyinde formüle eden psikiyatriye yöneldim. Lise yılları kitaplığımda Freud’un, Eric Berne’in eserleri vardı. Sinir sistemine, beynin nasıl çalıştığına hep meraklıydım. Daha sonra zihin gelişiminin en yoğun olduğu 0-24 yaş aralığına odaklandım. Bu dönemin ruh sağlığını etkileyici sonuçları, aksaklıkların nasıl iyileştirilebileceği konuları ilgimi çekti. ABD’de çocuk psikiyatrisi klinik eğitimi alırken bir yandan araştırmacılık eğitimi aldım. Toplum düzeyinde ruh sağlığını koruyucu ve iyileştirici yenilikçi müdahale biçimleri üzerine düşünmeye ve çalışmaya yöneldim.” Yazgan, 2001 yılında tıp fakültesinde profesör oldu. ESKİYİ SİLMEDEN YENİ HATIRALAR YARATMAK“Acıyı bastırmak yerine bir ortak belleğe koymak, başka acılar yaşanmaması için her şeyi yapmak, herkesin beraberce hatırlayacağı bir biçime dönüştürmek lazım; edebiyat ürünleri, anıtlar, eskisiyle bağlantısı kopmamış yeni yerleşimler… Eskiyi silerek yapılacak yenilikler bazen kayıp duygusunu güçlendirici olabilir. Kaybettiğimiz kişileri onlardan kalan anılarla hatırlıyoruz. Anılar sadece kişilerin simalarından ibaret değil, beraber zaman geçirdiğimiz yerleri, yürüdüğümüz yolları da içeriyor...”4- ACILARIMIZI BASTIRMAK UNUTTURMAZŞimdi gelelim günümüze… Prof. Dr. Yazgan diyor ki:“On binlerce insanımızı, kadim şehirleri kaybettik. Milyonlarca insan yerinden yurdundan ayrılmak zorunda kaldı. Ruhsal dünyamıza birçok değişik duygu hâkim; korku, öfke, acı, üzüntü, suçluluk, umutsuzluk…” Peki bize ne iyi geliyor? Yanıtı: “İnsanların birbirleriyle kurdukları bağlar... O yüzden yardımlaşma haberleri, az imkânını başkalarıyla paylaşan kişileri görmek hepimizin içini ısıtıyor. 1999 depreminden sonraki üç buçuk yılda yaptığımız ruh sağlığı çalışmalarında gördüğümüz;toplumun kayıpların yarattığı acıyı bastırarak unutması ya da hayata kaldığı yerden devam etmesi mümkün değil. Acılara ortak olup hafifletirken şimdiki gündelik hayattaki sıkıntıların giderilmesi, geleceğe ilişkin umutların canlandırılması gerekli. ‘Bir an evvel iyi olalım bir sonraki evreye geçelim, iyileşme döneminin zorluğunu hissetmeyelim’ demekle duygular ortadan kalkmıyor. Öncelikle yaşadığımız duyguların adını koymak, duyguları geçiştirmeksizin davranışlarımıza etkisini anlamak gerekiyor. Geleceği tasarlamak, hayal kurabilecek hale gelmek için ise gündelik gereksinimlerin karşılanmasına, bir yıl sonrasının değil bir gün veya bir hafta sonrasının nasıl olacağını bilmeye ya da tahmin edebilmeye ihtiyacımız var. Başka ne yapabiliriz? İnsani dayanışmanın umut vericiliğini vurgulamak, yalnızlığın yıkıcılığını hatırlamak, depremin yıkımından ve kayıplarından etkilenenlerin acısına olduğu kadar öfkesine saygılı olmak...”SENE 1996: Büyük kızı İdil’le. Küçük oğlu Aras henüz dünyada yok.ÇOCUKLARI OYUN KURTARIRYankı Hoca, özellikle çocuklar için okula dönüşün ruh sağlığı açısından zorunlu olduğunu vurguluyor: “Çadırlarda veya prefabrik konteynerlerde olsa bile eğitim ortamlarında çocukların temel rutinlerine dönmesi ebeveynlerin zihinlerini de rahatlatır. Çocukları emanet edebilmeleri onların toplumsal kurumlara güven duygularını artırır. Rutin deyince, gündelik hayatın tekrarlara dayalı her aktivitesini rutin sayabilirsiniz, beraber oturup bir çay içmek, konuşmak ya da oyun oynamak gibi ortaklaşa rutinler de öyle. Okullar hayatın devamlılığını simgeler, yeni bir başlangıcı bildik bir yerde yapabilme olanağına işaret eder.”SENE 1983: Sağlık ocağı hekimiÇİFT PASAPORTLU GİBİYİM“Benim dönemimde fen lisesi eğitimi uygulamalı, deneye dayalı, eleştirel düşünceyi geliştirmek için gereken kontrollü deney kavramını öğrenmemizi sağlıyordu. Hem Bornova Anadolu Lisesi’nde hem Ankara Fen Lisesi’nde okumaktan çok memnunum. İzmir’in şen şakraklığı ve Ankara’nın ciddiyetiyle çift pasaportlu gibiyim!”
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp