Top
Sedat Ergin

Sedat Ergin

sergin1@hurriyet.com.tr

01/07/2022

Madrid Zirvesi öncesinde NATO’da yaşanan krizi tersinden okuduğumuzda

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği bir dönemde düzenlenmesi nedeniyle Batı dünyasının dayanışmasını etkili bir şekilde sergilemesine sahne olmuştur Madrid Zirvesi. Finlandiya’nın üyeliği sonucu NATO’nun Rusya ile sınırının 1.300 kilometreden fazla genişleyecek olması bile tek başına zirvede atılan bu adımın ağırlığını göstermek bakımından fikir vericidir.Tabii gelecekte bu zirve hatırlanırken, öncesinde Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in üyelik işlemlerini veto etmesi nedeniyle son ana kadar ciddi bir belirsizliğin yaşandığı da akıllara gelecektir. Türkiye’nin bir dizi alandaki güvenlik kaygılarının giderilmesini amaçlayan üçlü bir mutabakatın imzalanması sonucudur ki, bu kriz aşılarak NATO kapısını iki aday ülkeye açabilmiştir.TÜRK KAMUOYU BU HADİSEDE NEYİ GÖRDÜ?Türkiye’nin engellemesi nedeniyle Finlandiya ve İsveç’in başvurularının ilk aşamada içinden geçtiği sarsıntılı süreç uluslararası camiada nefeslerin tutulduğu bir egzersiz oldu. Burada yaşanan egzersiz, Türk kamuoyu açısından Türkiye’nin NATO içindeki konumunu, Batı dünyasındaki yerini farklı bir gözle değerlendirmek bakımından bir vesile olarak da değerlendirilebilir.Türkiye’nin itirazlarını ve beklentilerini masaya getirirken geleneksel diplomasiye yönelmek yerine, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kamuoyu önünde yüksek sesle mesajlarını duyurması şeklinde başvurulan yöntem ve burada kullanılan üslup kuşkusuz tartışılabilir, eleştirilebilir.Ancak yöntem ve üsluba dönük bütün çekincelerin varlığında bile, hadisenin bunların da üzerine çıkarak bize anlattığı ana öykü, Türkiye’nin NATO’nun bir üyesi olarak istediğinde ittifakın karar alma mekanizmasında majör bir etki icra edebildiğidir.TÜRKİYE’Yİ BATI’YA BAĞLAYAN ANA KÖPRÜNATO, neresinden bakılırsa bakılsın, bugün Batı dünyası içinde Türkiye’nin karar alma mekanizmasında işleyen konsensüs ilkesi gereği gerektiğinde karar süreçlerini kilitleyebildiği, sonuçta Batı’nın güvenliğiyle ilgili kritik kararlarda söz sahibi olabildiği en temel örgüttür.Bu yönüyle bakıldığında, aslında güvenlik anlamında sağladığı caydırıcılığın yanı sıra, NATO Türkiye’yi Batı dünyası ile bağlayan en önemli köprü olma niteliğini de taşıyor 2022 yılında.Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinin meçhul bir akıbete doğru sürüklenmekte olduğu bir süreçte, Türkiye’yi kurumsal bir çerçevede Batı dünyası içinde tutan en kritik örgüt NATO’dur.AB’NİN NATO PARADOKSUÖzellikle Avrupa ölçeğinde bakıldığında, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarındaki rolü ile Avrupa Konseyi ile sürmekte olan ilişkinin önemi azımsanmamalıdır. Ancak Avrupa Konseyi dışında AB açısından baktığımızda, burada karşımıza çıkan bir paradoks aslında NATO üyelerinin 21’inin aynı zamanda AB’ye de tam üye olmasıdır.AB ülkeleri liderleri, AB zirvelerinde ekonomi, enerji, çevre dahil olmak üzere pek çok alanda Avrupa’nın geleceği üzerinde karar alırken, iş Avrupa kıtasının savunma boyutuna geldiğinde karar mekanizmasının ağırlığı birden Türkiye’nin de üyesi olduğu ve masada oturduğu NATO forumuna kaymaktadır. AB içinde güvenlik boyutunda “stratejik özerklik”, “stratejik pusula” gibi bir takım kavramlar tartışılmakla birlikte, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin hepimize sahada gösterdiği çarpıcı gerçek, yangın çıkıp alevler ortalığa yayılmaya başlayınca çarenin bu tür entelektüel tartışmalardan çok NATO’nun somut güvencesinde arandığıdır. Pusula birden NATO’ya dönmektedir.Nitekim Rusya’nın bariz saldırganlığı karşısında kendi güvenlikleri açısından endişeye kapılan AB üyeleri Finlandiya ve İsveç, stratejik özerklik kavramını tartışmak yerine üye olmak için hemen NATO’nun kapısını çalmıştır.TÜRKİYE’NİN OLMADIĞI BİR NATO’DA YUNANİSTAN’IN AĞIRLIĞITürkiye’nin NATO üyeliği değerlendirilirken şu faktörü de göz ardı edemeyiz. Türkiye’nin tam üyesi olmadığı AB, Yunanistan’ın kendi görüşleri doğrultusunda pek çok alanda yanına çekebildiği bir birliktir. Yunanistan, bu çerçevede birçok başlıkta kendisi gibi AB üyesi olan Kıbrıs Rum Yönetimi’ni de yanına alarak AB’yi Türkiye’ye karşı hareketlendirebilmektedir.Bu durum sonuçta Doğu Akdeniz’le ilgili konularda, Türk-Yunan anlaşmazlıklarında, Türkiye’nin karşısında tek başına Yunanistan’ı değil, bir blok olarak AB’yi bulmasına yol açmaktadır.NATO üyeliğinin Türkiye’ye sağladığı önemli bir avantaj, Batı dünyası içinde Yunanistan’ı dengeleyebileceği bir ortam sunmakta oluşudur. Geçmişte Türkiye’nin, NATO üyeliğinin verdiği imkânla Ege’deki tezlerini desteklemek için Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü 12 Eylül 1980 darbesine kadar uzun bir süre engelleyebilmiş olması bu durumun çarpıcı bir örneğidir.Türkiye’nin içinde olmadığı bir NATO, Yunanistan’ın istediği gibi at koşturabileceği, NATO mekanizmalarını Türkiye’ye karşı seferber edebileceği, kilitleyebileceği bir örgüt olacaktır. Ayrıca, teorik olarak Türkiye’nin yer almadığı bir NATO’nun Kıbrıs Rum Yönetimi’ne kapıları açma ihtimali de hiçbir şekilde göz ardı edilemez.NATO VE DEMOKRASİLER Türkiye’nin NATO ilişkisini değerlendirirken bakmamız gereken daha pek çok başlık var. Geçen 70 yıl zarfında Türkiye’ye sağladığı güvenlik garantisi, bu yönde yarattığı caydırıcılık bu çerçevede özellikle vurgulanmalıdır.Bu arada, kuruluş felsefesinde demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkelerini koruma iddiasıyla yola çıkan NATO’nun geçmişte ittifak bünyesinde bu ilkelerden uzaklaşan örnekler karşısındaki kayıtsızlığının, Türkiye de dahil askeri rejimlere kol kanat germiş olmasının gölgesi, bugün de kendisini takip ediyor.NATO’nun hiç olmazsa içinde bulunduğumuz yüzyılda kendi kimliğini, varoluş nedenini tanımlayan ilke ve değerlere sahip çıkan bir anlayışla hareket etmesi, bu gölgenin izlerinin hafifletilmesine yardımcı olabilir.Unutmayalım ki Madrid Zirvesi’nde NATO’nun aile fotoğrafına giren ülkelerin hepsi son tahlilde demokratik rejimleri temsil etme iddiasındadırlar.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp