Top
Osman Müftüoğlu

Osman Müftüoğlu

yasasinhayat@hurriyet.com.tr

19/12/2015

Güne zinde başlamanın 6 yolu

- Erken kalkın: “Ne kadar geç kalkarsam o kadar çok uyuyabilirim” diyenlerin işi zor!
Zaman daraldıkça artan geç kalma kaygısı yoğun iş gününün stresine eklenince bir “adrenalin yorgunu” haline dönüşmek mümkün.
Oysa yarım saat kadar erken uyanıp, rahatça hazırlanıp evden sükûnet içerisinde çıkmak size hareketli bir iş günü için gereken enerjiyi verebilir.

n

- Kahvaltıyı atlamayın: 10 saate yakın bir süre aç kalmış olan vücut yakıt beklentisindeyken kahvaltı etmemek, deposu boş arabanın hareket etmesini beklemek gibi bir şeydir.
Kahvaltı, öğünlerin en önemlisidir. Gereğince yağ, protein ve sağlıklı karbonhidrat içeren, bol yeşillikle desteklenmiş, posa yoğunluğu yeterli bir kahvaltı ile güne başlayan yüksek verimle çalışır.

- Su içmeyi unutmayın: Sabah uyanınca ilk iş bir bardak oda sıcaklığında su içerek, uyku sırasında kaybettiğiniz sıvıyı yerine koymanız, kahvaltı öncesi “yolları yıkamanız” mümkün.
Ayrıca böbreklere sinyaller verip toksinlerin atılmasını hızlandırır, sindiriminize de destek olup barsaklarınızın daha rahat çalışmasını sağlarsınız.

- Hareket edin: Egzersiz programınızı sabaha almanız, söz gelimi kahvaltı öncesi 20-30 dakika yürümeniz eklemlerinizi çalıştırmanızı, dolaşımınızı hızlandırıp dokularınızın daha iyi oksijenlenmesini ve canlanmanızı, kaslarınızı kullanıp endorfin seviyenizi artırmanızı, sonuç olarak kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlar.

- Esneyin: Hem yatakta gerinip esnemeniz hem de kaslarınızı ve kirişlerinizi uzatan hareketler yapmanız saatlerdir çok az kıpırdayarak yatan bedeninize çok iyi gelir.
Yoganın meşhur “güneşi selamlama” hareketini tekrarlamanız bile çok şeyi değiştirir.

- Notlar alın: Sabah saatlerinde aklınıza gelenleri bir yere yazın. Günün ilk saatlerinde, yeni uykudan uyanan beyninizin birikimlerini kâğıda dökerseniz sonra unutma olasılığınız yüksek bazı ilginç düşünceleri yitirmemiş olursunuz.
“Yapılacaklar” listesi de tutabilirsiniz. Bu sayede günün yoğun akışında unutabileceğiniz ayrıntıları kayda geçer, sırası geldikçe işlerinizi tamamlayıp strese girmeden günü bitirirsiniz.

n

Baş ağrıtan besinler hangileri 

n

Şiddetli baş ağrılarınız ya da migreniniz varsa şu bilgileri lütfen bir kenara not edin...
1- Bazı gıdalar baş ağrılarını tetikleyebilir. Bu nedenle baş ağrılarınızdan hemen önce yediğiniz gıdaları gözden geçirin ve onları sistemden elemeye çalışın.
Özellikle migreniniz varsa eskitilmiş peynirlerden, şarküteri ürünlerinden, lahana turşusu dahil turşulardan, mayalı besinlerden, fermante gıdalardan uzak durun.
Bunlar içlerindeki yoğun tramin maddesi nedeniyle canınızı sıkabilirler.
2- Hipogliseminiz var mı öğrenin. Eğer varsa hipoglisemiyi davet edebilecek beslenme yanlışlarına son verin. Mesela uzun süre aç kalmayın.
Kan şekerini aniden yükseltip düşürebilecek, şekeri bol, unu, nişastası fazla besinlerden uzak durun. Canınız ille tatlı çekiyorsa bunu ya protein zengini tatlılarla (sütlü tatlılar) halledin ya da protein zengini öğünlerden sonra deneyin ve işi abartmayın.
3- Susuz kalmayın. Baş ağrılarını davet eden önemli yanlışlardan birinin susuzluk olduğu hep aklınızda olsun. Gün boyu sık aralıklarla su içmeyi deneyin.
4- Magnezyum zengini besinlere ağırlık verin. Örneğin ceviz, kabak, ayçiçeği çekirdeği gibi atıştırmalıklar ya da bakliyat içeren yemekler gibi.
İmkanınız varsa magnezyum desteklerinden de faydalanabilirsiniz.
5- Kahveye dikkat! Kafeinin ne zaman, ne yapacağı belli olmuyor. Kimi için ağrıyı azaltmada işe yararken, kiminde de ağrıyı davet edebiliyor. Deneyin, ona göre karar verin.

n

Can boğazdan gelir mi gider mi

n

Bu sorunun cevabı bence hangi yaşta olduğunuza bağlıdır. Büyüme çağındaki bir çocuk ya da gençler için “can boğazdan gelir!” önermesi daha doğrudur.
Bu yaşlardakilerin iyi, güzel ve yararlı şeyleri bol bol yiyip içmesi ve gıda tüketimini daha bir dikkatle izlemesi gerekir. Ama yaş 50’yi geçince tersi yani “can boğazdan gider” önermesi daha doğru gibi görünüyor.
Çünkü bu yaşlardan sonra metabolizmanız yavaşlıyor, yapım süreçleri değil, yıkım süreçleri devreye giriyor.
Bu dönemde yükte hafif pahada ağır şeyler yiyip içmek ve “az yiyen çok yaşar” prensibine dikkat etmek gerekiyor.
50’li yaşlardan sonra parola şu olmalı: 50’sinden sonra yutulan lokmaların sayısı azaltılmalı, atılan adımların sayısı ise çoğaltılmalıdır.

n

Alkali su daha mı sağlıklı

n

Son zamanlarda maalesef “alkali beslenme” konusu da ticari hale getirildi.
Her köşede yeni bir alkali besinin reklamı yapılıyor, vitamin satıcılarında, hatta eczanelerde suyu alkali yapabilmek için damlalar, karbonatlı tozlar satılıyor. Peki, bunlar bir işe yarıyor mu?
Cevap net ve açık: Hayır! Doğrusu ne olmalı?
Bana göre doğrusu şu:
Vücudumuzdaki tampon sistemler bedenimizi asit yükten korumaya fazlasıyla
yeterlidir.
Eğer özel bir sağlık sorunu yoksa her beden asit baz dengesini korumaya muktedirdir.
Ama siz asit yükünü artıran gıdaları daha az tüketir, asitli şeyleri fazlaca yiyip içmezseniz bedeninize yardımcı da olabilirsiniz.
Diğer taraftan “alkali gücü artırdığı” bilinen gıdaların çoğu zaten sağlıklı gıdalardır.
Her hâlükârda herkese öne-rilen yiyecek içeceklerdir.
Bu nedenle artık bir şehir efsanesine dönüşme eğilimine giren alkali çılgınlığını dozunda tutmakta yarar var.
Eğer iyi su içmek istiyorsanız bütün suların formülünün aynı olduğunu, hepsinin H2O içerdiğini ama kaliteli bir suyun daha çok kalsiyum, magnezyum, bikarbonat içermesi gerektiğini aklınızda tutun.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp