Top
Nil Karaibrahimgil

Nil Karaibrahimgil

nilfm@hurriyet.com.tr

20/01/2014

Gel konuşalım artık

İki gün önce bir asansöre benimle, tek gözü bantlı bir çocuk bindi. Haylaz bir çocuk. (Haylaz demeyeli çok olmuş.)

Sanki birbirimizi tanıyormuşuz da, asansörde rahat rahat konuşabilirmişiz gibi, direkt konuya girdim: “Ne oldu gözüne?”
Sanki bu soruyu bekliyormuşçasına hiç garipsemeden cevap verdi: “Küçük bir metal parçası kaçmıştı, onu çıkardılar.”
Ben: “Acıdı mı?”
Çocuk: “Hayır.”
Ben: “Geçmiş olsun.”
Çocuk (asansörden inerken): “Teşekkürler.”
Niye biz büyükler aramızda bu rahatlıkta konuşamıyoruz? Büyürken arada ne oluyor da, bu doğallık, bu zaten olması gereken diyaloglar yok oluyor?
Çocukken bize “Yabancılarla konuşma” denildiği için olamaz, çünkü benim konuştuğum bir çocuktu.
Niye birbirimizi çok iyi bildiğimiz halde karşılıklı susarak yaşıyoruz?
Eğer asansöre benim yaşımda biri binseydi, “Ne oldu gözüne?” kadar doğal bir soruyu soramayacaktım.
Çünkü bu saldırgan, kaba hatta delice bir tavır olacaktı.
Peki aynı insan çocukken niye bunu böyle düşünmedi?
Düşünmediğini gördüm.
Bu soruyu sınıf arkadaşı sormuş kadar rahattı.
Küçücük minnacık asansörlerde, metrolarda, kaldırımlarda, bekleme odalarında dilsizmiş gibi yapmamız saldırgan, kaba, hatta delice değil mi?
Bazen birinin ağladığını görüp, “Neyin var n’oldu?” diyememek çok garip değil mi? “Günaydın” dememek.
“Gününüz nasıl geçti” dememek? “Demek eve balık götürüyorsunuz, hamsiyi kızartacak mısınız yoksa fırında mı yapacaksınız?” dememek.
“O kitabı ben de okudum, harika değil mi?” dememek. “Ya kaçırıyorum şu an maç kaç kaç?” dememek...
“Kızınız kaç yaşında, benim de iki kızım var” dememek. “Saçınızı nerede boyatıyorsunuz?” dememek.
Tanıdıklarımızla car car konuşup, yanlarında rahatlayıp, sokaktakilere niye dilsizmişiz gibi yapıyoruz?
Onu bırakın, tanıdıklarımıza hatta çok sevdiklerimize bile bazen basit bir şeyi soramıyoruz.
Beni aylardır arayamayan bir arkadaşımı hikayelendirip, bana falanca sebepten küsmüş olduğunu düşünmüştüm.
Dayanamadım, bir mesaj atayım bakayım hikayem doğru mu dedim. Alakası yokmuş. Benim yazdığım hikaye saçmalıkmış.
Boşuna susmuşum. Boşuna bir şey dememişim.
Biz kafamızdaki senaryolara hangi ara bu kadar inanır olduk?
Kendi yanılmazlığımız konusunda, ne zaman bu kadar kanıtımız mı oldu?
Bence kimsenin elinde, hiç yanılmadığına dair delil yok. Olamaz. İnsanız ve hayli kusurluyuz. Özellikle başkalarını tahmin etme konusunda berbatız.
Bence o konuya hiç girmeyelim.
Başkalarını onlara sorarak öğrenelim. Cidden. Yoksa büyük zaman kaybı ve algı kayması oluyor. Ve biz kendi algı kaymalarımıza inanarak yaşadığımız için, bütün düğmeleri yanlış ilikliyoruz.
Demem o ki, bu hafta hiç tanımadığınız bir ‘yetişkin’ denk geldiğinde konuşalım.
Hatta o eski reklamdaki gibi, çiçek verelim. Nedeni impulse filan olmasın, içimizden geldiği için olsun. Böylece tanımadıklarımızla aramızdaki buzları eritelim ve tanışık olalım.
Tanıdıklarımıza da, haklarında senaryolar yazarak zulmetmeyelim. Kendilerine soralım hikayelerini.
Bizimki zaten bize yetiyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp