BU hafta size Almanyadan bir insanlık dalı uzatacağım.
Önceki sabah Ren Nehrinin kıyısında koşuyor Ali.
Bir ara gözü nehirdeki bir dalgalanmaya takılıyor.
Duruyor.
Kıyıya doğru bir-iki adım atıyor.
Bir de ne görsün...
Küçük bir kız çocuğu akıntıya kapılmış çırpınıyor.
Gitti gidecek.
Bir saniye düşünmüyor Ali.
Atlıyor nehre.
Yüzüyor yüzüyor.
Yakalıyor çocuğu ve var gücüyle kıyıya getirmeye çalışıyor.
Ama sular o kadar güçlü ki. Akıntıyla boğuşmaktan bitkin düşüyor.
Son bir gayret çocuğu kıyıya getirebiliyor.
Ama gücü kesilmiş. Kolları tutmuyor. Kulaçlar kesiliyor. Kendisi çıkamıyor kıyıya.
O sırada bir Alman kadın koşuyor. Çocuğu Aliden alıyor. Ve eline geçirdiği dalı Aliye uzatıyor.
Bir daha, bir daha... Alide güç kalmamış. Bitkin...
Bağırıyor kadın:
Hadi! Hadi yakala.
Ali çırpınıyor. Tam dalı tutacak, bir güçlü akıntı daha.
Ali kayboluyor.
Ve ne yazık ki Alinin kurtardığı çocuk daha sonra hastanede ölüyor.
KURU BİR DAL
Dün sabah Almanyada Ren Nehri kenarında yaşanıyor bu olay.
Ve ben oy kullanmak üzerine yazdığım yazının son cümlesini tamamlarken geliyor bu haber.
Bir kuru dalın haberi, nasıl da acıttı içimi.
Ayrı ırkların, ayrı inançların, ayrı kültürlerin, hayata karşı birbirlerine nasıl tutunduklarını anlatan bu haber, kavgadan, gerilimden, çarpışmadan bunalan ruhumu nasıl da sarsıyor.
DERS GİBİ
Almanya son dönemde, yabancı düşmanlığının hortladığı bir ülkeydi.
Cinayetler, kundaklamalar, Nazi artıklarının yeraltı faaliyetleri.
İşte böyle bir dönemde atladı Ali azgın sulara.
Ölümün kıyısındaki kız çocuğunun Alman mı, Türk mü; Müslüman mı, Hristiyan mı, Yahudi mi olduğunu bir saniye bile düşünmedi...
Bana ne demedi...
Ve o Alman kadın, bir an bile hangi ırktan ya da inançtan olduğunu düşünmedi Alinin.
Uzattı eline geçirdiği o dalı...
O kadar etkiledi ki o dal beni.
İşte o dal var ya o dal...
En çok ihtiyaç duyduğumuz şeydir şimdi.
Unutmaya başladığımız bir duygunun filizidir.
Irkların, inançların, milletlerin, renklerin, düşüncelerin ötesinde, insanın kendisidir o dal.
Şimdi bakıyorum da...
Hançeresinde nefretin ve öfkenin köklerini besleyenler, acaba Ren Nehrindeki Aliyi okuyacaklar mı?
Alman kadının Aliye uzattığı o dalı anlayacaklar mı?
Umarım okurlar.
Umarım anlarlar...
Çünkü o dal öyle basit bir dal değildir.
Alinin kendini feda ettiği duygu öyle basit bir duygu değildir.
Berkinin, Burakcanın, Ahmetin yeşerteceği dal işte odur.
Bir yaşam kültürüdür.
Ve en geniş anlamdaki adı, sevgidir.
Demokrasi o sevginin yönetimidir.
Yoksa seçimler, birinin diğerini yenmesi, galip gelmesi, bilek güreşi yapması değil, kucaklamasıdır.
Sandık, çoğunluğun azınlığı kıstırdığı bir yer değildir.
Tam tersine, çoğunluğun azınlığı anladığı bir görgüdür.
Yoksa her oyu bir çivi, her sandığı bir tabut gibi görüp, verdiği oylarla karşısındakinin tabutuna çivi çaktığını düşünen bir zihniyet, demokrasiyi nasıl kavrayabilir.
Ren kıyısında kendisini feda eden Ali...
Ve ona son anda bir dal uzatan kadın...
Demokrasi dahil her şeyin insanlık için olduğunu anlatmaz mı?
Her türlü ırkçılığa karşı bir derstir bu...
O yüzden yazının başlığını böyle koydum:
AH O DALI BİR UZATABİLSEK
VE AH O DALI BİR YAKALAYABİLSEK
İşte o zaman boğulmayacağız, öfkenin, nefretin azgın sularında...
Allah rahmet eylesin minik kızım.
Allah rahmet eylesin Ali kardeşim.