GÜNEŞLİ bir pazar günü.
Oturup pazartesi gününe bir kasvet gündemi yazamadım...
Dinleme skandallarını, yargı tayinlerini, yolsuzluk soruşturmalarını geçtim. Polis tayinlerinden uzakta, gazetelerin suçlayıcı manşetlerinden, paralel hakaretlerden, ayak oyunlarından, tuzaklardan, kasetlerden, saldırgan siyasetin karanlık dekorundan, küfürden, yumruktan, istifadan kaçtım...
Güneşli bir pazar günü.
Artık unutmaya başladığımız bir mutluluğu seyrettim...
İstanbulda.
Taç Spor Tesislerinde Avrupa tenis şampiyonası 14 yaş elemelerini seyrettim...
Orada da hırs vardı...
Ama tuzak yoktu.
Orada da oyun vardı...
Ama ayak oyunu yoktu.
Almanya, İtalya, Bulgaristan, Belçika, İsviçre, Gürcistan, Macaristan, Türkiye...
Nasıl bir zenginlik...
Erdinç Baykal ve Seracettin Turan yönetimindeki, 14 Yaş Tenis Milli Takımında...
Yankı Erel, Kuzey Çekirge, Bora Başlar, Kaan Mercan.
Üç günlük maratonun sonunda, turnuvayı ikinci olarak bitirdiler.
Ve İtalyadaki Avrupa şampiyonası finallerine katılma hakkını kazandılar...
Nasıl bir şenlikti ama...
Rekabetin en acımasızca yeşerdiği bir dostluk toprağıydı tenis kortları.
Aynı anda, 16 Yaş Milli Takımımız da Avrupa finallerine gitme hakkını kazandı.
Yıldıray Çınar ve Serdar Sütçü yönetimindeki millilerimiz...
Alp Şentay, Ergi Kırkın, Çağatay Sami Öke, Kaya Göre de maratonu tamamlayıp finale kaldılar. Yetmedi...
Bir güzel haber de 12 yaş kızlarımızdan geldi.
Betina Tokaç, İpek Akgül, Zeynep Sena Sarıoğlu ve Ekin Leyl Özen...
Ay-yıldızı onlar da Avrupa finallerine taşıdılar. Ne yalan söyleyeyim...
Bayraklar arasında çocuklarımızın göğsündeki ay-yıldızı görünce gözyaşını tutamıyor insan. Bunca kavganın, acının, saldırının, haksızlığın arasında Yine de ay-yıldız var dedirten birer gözyaşıydı bizimki...
Anneler-babalar böyle günlerde ağlasınlar...
Kanlı değil, gururlu günlerde.
Evet, güneşli bir pazar günü.
Ay-yıldızı Avrupaya taşıyan tenisçilerimizi alkışlıyorum. Ve elbette bütün güçlüklere rağmen bu kapıyı açan Tenis Federasyonu yönetimini kutluyorum.
OLSUN AMA...
Şimdi gelelim asıl meseleye...
Olimpiyat şampiyonu da çıkarsak...
Sonuçta bütün başarılar gelip bir tek şeye dayanıyor.
Türkiye mutlak, eğitimde spor ayrıcalığını oluşturmalıdır.
Çünkü çocuklar bu sistemde resmen çürütülüyor.
Üzüntüden ne yapacağını şaşırmış o kadar çok anne-baba tanıyorum ki.
Çocuğumu okula mı göndersem spora mı? sorusu, birer işkence aleti gibi yürekleri, akılları, mantıkları delmektedir.
Çocuğunun gelecek garantisi ile spor başarısı arasına sıkışmış anne-babalar.
Ben o acıların yakın tanığıyım.
Kaç dostum anne-baba, mecburen çocuklarını tenisten aldılar.
SBS, ÖBS falan gibi sınavlar yüzünden, akşama kadar omuzlarına yıkılan ödevler yüzünden ne yetenekli çocuk spordan uzaklaştı.
ALTIN KIZLAR NEREDE?
Ama bireysel başarıya gelince alkış kolay.
İşte olimpiyat şampiyonu kızlarımız.
Neredeler şimdi?
Nerede o gazete manşetleri?
Altın kızlar, günlük alkış borsasında eridi gitti. Çünkü onları eğitim sistemi değil, kişisel özveri o noktaya getirmişti.
Teniste de öyle.
Bütün güçlüklere rağmen, her biri birer başarı hikâyesi olan Çağla Büyükakçay, Pemra Özgen, İpek Soyluyu düşünüyorum.
Ya Başak Eraydın...
O minicik bedeni ama muazzam yüreğiyle başlı başına bir ders konusudur.
Başak ve onun gibileri bu eğitim sistemi içinde derse ve ödeve boğmak yerine benim önerim...
Başakın azmi, anne-babasının fedakârlığı okullarda ders olarak diğer çocuklara okutulmalıdır.
Yalnız Başak mı...
Bütün oyuncularımızın anneleri-babaları, ama özellikle anneleri birer fedakârlık örneğidir.
İpekin annesi Serpil Soylu unutulur mu?
Ömrü turnuvalar arasında, kızının peşinde geçti. Hâlâ geçiyor.
Evet...
Güneşli bir pazar günü.
Size seyrettiğim bir mutluluğu anlattım.
Oturup çocuklarımızın göğsündeki ay-yıldıza ağladık.
Alkışlarla ağladık.