Öyle bir kampanya yürütüldü ki...
Mesela İstiklal Savaşı dendi...
İstiklal Savaşı deyince bir İzmirli olarak aklıma hemen düşmanın denize dökülmesi geldi...
Savaşı veren Başbakan olduğuna göre, Denize dökülecek düşman kim diye düşündüm...
Kendime kefil olurum.
Ben kimseye düşman değilim.
Ama bir başkası beni düşman görüyorsa, tabii ki ona kefil olamam.
***
İyi haber...
Sabah kalktığımda baktım, henüz denize dökülmemişim.
Hiçbirimiz dökülmemişiz.
Sahiller yerinde duruyor.
Bu duygularla Başbakanın bir gece önce yaptığı balkon konuşmasındaki cümleye takıldım.
Biz neden yüzde 60 alamadık diye bakacağız...
Bugün oyu yüzde 44-45 olduğuna göre, demek ki daha almak istediği en az 16 puan var...
Nereden alacak?
Sizden, benden, bizden...
İkinci iyi haber...
Seçim meydanlarındaki siz ve onlar duygusunun yerini biz duygusu alabilir mi...
Bence biz diyebilmek, cumhurun başkanlığı yolunu ardına kadar açan şifre olabilir.
Değil mi ya...
Kimse kimseyi denize dökemiyorsa, hep birlikte denize girelim...
Türkiyenin sahilleri çok güzel...
Hepimiz birlikte keyfini çıkaralım...
Yani Türk halkı hırsızlık yolsuzluk falan takmıyor mu
Demek ki bu halk için hırsızlık, yolsuzluk falan hiç önemli değilmiş...
Demek ki bu halk kendine sorulmadan başka ülkelere savaş açmaya kalkışılmasından hiç şikâyetçi değilmiş.
Demek ki bu halkın kafasında demokrasi, özgürlükler, insan hakları falan gibi şeylerin zerresi yokmuş...
Pazar gecesinden beri yaşanan düş kırıklığının en yaygın dışavurumları bunlar...
Bense bunların hiçbirini söylemiyorum. Onun yerine diyorum ki:
Demek ki siyaset anlatma ve ikna etme sanatıymış...
Demek ki siyasette karizma denen gerçekten etkili bir enstrüman varmış...
Demek ki seçmeni iyi tanımak, siyasetin en önemli meziyetlerinden biriymiş...
Demek ki Tayyip Erdoğan, Ortadoğunun siyaset sanatını çok iyi kavramış bir lidermiş...
Tabii bir de şunu diyorum:
"Demek ki Türkiye tam anlamıyla bir Ortadoğu ülkesiymiş...
Bunu bilip, kabul edeceğiz...
***
Tek başına yürüttüğü kampanyada aldığı sonuç için Ama falan diyerek bahane aramak manasız.
Ama yine de Ama deyip birkaç noktaya dikkati çekeceğim.
Bazen Türkiyeye Fransız kalmak istiyorum
GEÇEN pazar günü Fransada da yerel seçimlerin ikinci turu vardı.
Ne mi oldu?
Aslına bakarsanız, yerel siyaset tablosu altüst oldu.
Paris dahil 7 büyük şehir, solun elinden merkez sağa geçti.
Peki sonuç?
Parisin Bordeauxnun, Akdeniz sahilinde Nice ve Saint Tropeznin kadınları o gece kahrolup, sakinleştirici alıp mı yatağa gitti...
Yooo..
Parisin eğitimli mahallelerinde, şehirlerin merkezlerinde oturan insanlar pazar gecesi ülkelerinde kendilerini nasıl bir gelecek beklediği konusunda karalar mı bağladılar?
Bu endişelerle sabahlara kadar televizyonlarının başında oturup, hayatlarının en derin düş kırıklıklarından birini mi yaşadılar?
Yoo...
Olan tek şey, ertesi sabah Le Monde gazetesinin manşetinin biraz daha büyük oluşuydu.
Neticede Fransızlar, şehirlerinde, kasabalarında çöpleri kimin daha iyi toplayacağına, parklarını kimin daha güzel hale getireceğine, meydanları kimin daha güzel düzenleyeceğine karar verdiler.
O kadar...
O yüzden bazen Türkiyeye Fransız kalmak istiyorum...
Dersimiz: Kemik kırmadan kemikleşmeyi önlemek
BAŞBAKAN Erdoğan, seçim kampanyası boyunca hep aynı şeyi söyledi: Benimle ilgili yolsuzluk iddiaları paralel yapının komplosudur.
Ve Ben diktatör değilim...
Aldığı oylar gösteriyor ki...
Seçmenin yüzde 44-45i, iddialara, tapelere değil, Erdoğana inanmış.
Buna karşılık CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve MHP Genel Başkanı Bahçeli kampanya boyunca şunu söyledi: Hayır sen gırtlağına kadar yolsuzluğa battın, Evet sen bir diktatörsün...
İkisinin aldığı oya baktığımda gördüğüm tablo şu: Seçmenin yüzde 43-44ü onların söylediklerine inanmış.
Anlayacağınız Erdoğanın yolsuzluk yaptığına ve diktatörleştiğine inananlar ve inanmayanlar, kafa kafaya gelmiş durumda...
Buna yolsuzluklara inandığını söyleyen BDP ve HDPyi de eklerseniz bu rakam yüzde 55-60lara ulaşıyor...
Diyeceğim şu: Tamam Erdoğana taparcasına bağlı olan kitle kemikleşti ama onun hakkında bu çok negatif düşüncelere ve görüşlere sahip kitle de kemikleşti...
Bu kemikleşme, bu gerginlik, bu kutuplaşma ile devam edebilir miyiz?
Edebiliriz. Bunun kimseye yararı olmaz...
O nedenle kemikleşmeyi yumuşatmak gerekir.
Ama bu iş, kemik kırarak olmaz...