Top
Erdal Sağlam

Erdal Sağlam

erdal.saglam@radikal.com.tr

08/05/2014

Orta gelir tuzağı yeni bir tıkanma demek

Türkiye’nin orta gelir tuzağına girip girmediği, son günlerde daha yoğun tartışılır oldu.

Artık herkes görüyor ki, bu üretim modeliyle yüksek büyüme tehlikeli cari açığı ve büyük makro riskleri beraberinde getiriyor. Üstüne üstlük her şeyi doğru yapsanız bile, küresel sistem izin vermezse, yüksek büyüme için gereken sermayeyi bulamıyor, ya da çok yüksek bedel ödemek zorunda kalıyorsunuz. Sonuçta bu da ekonominin geleceğini ipotek altına alıyor.
2000 yılındaki ekonomik programın öncesinde ve 2001’de güçlendirme yapılırken yapılan tartışmaları yakından izlemiş bir gazeteci olarak, o dönem yaşadığımız tıkanmanın, bir başka biçimine geldiğimizi hissediyorum. O dönem kamu sübvansiyonlarının biriktirdiği tahribatın temizlenmesinin yanında bir daha o sürekli sorun üreten düzene geri dönülmemesi için gerekenler yapılmaya çalışıldı. Bu aynı zamanda giderek ağırlığı hissettiren küresel entegrasyona uyum için de gerekiyordu. Çok iyi hatırlıyorum da; “yeni çağdaş bir ekonomik sistem kurulursa, bu aynı zamanda siyaset etme biçimini de değiştirir” diye umuluyordu. Siyasetçilerin gündelik ekonomik kararlardan elini çektiği, politikacının nema ve kayırma imkanının elinden alındığı, toplumun uzun vadeli çıkarlarına hizmet edecek bir sistemin kurulması amaçlanıyordu. Bunun için Türkiye ekonomi tarihinin bence en radikal sayılabilecek reformları yapıldı ve sonunda koalisyonu oluşturan 3 parti barajın altında kaldı.
Daha sonra iktidara gelen AKP ise, önce yalpaladıktan sonra, aynı hedefe odaklandığı için ekonomide başarı sağladı, bu sayede seçimler kazandı.
Ancak 2000-2001 reformlarının, dışa dayalı büyüme modeli değiştirecek biçimde, devamının gelmesi gerekiyordu. Küresel konjonktürün etkisiyle, ciddi radikal bir değişiklik yapmadan seçimler kazandığını gören AKP, çoğu alanda sabit kaldı, bazı alanlarda ise 2000 yılında yapılan reformların öncesini giden, geri adımlar attı. İşte tüm bunlarla birlikte şimdi “orta gelir tuzağı” olarak adlandırılan, yeni bir tıkanma noktasına gelmiş bulunuyoruz.

KÜRESEL VİZYON ŞART

Türkiye’nin bu tıkanmayı aşması için küresel entegrasyonu hızlandırması ama çağdaş bir vizyonla bu entegrasyondan karlı çıkabilmek için gereken adımları atması gerekiyor. Zaten zorunlu olarak uyum sağlanacak sisteme, ülkenin uzun vadeli çıkarları ve toplumun geleceğini düşünerek adım atıp uyumdan karlı çıkmak lazım. Amaç bir köy haline gelecek dünyada, çoban olarak değil, çocuklarına daha fazla refah ve özgürlük verebilecek konumda, en azından köy meclisi içinde yer alabilmek olmalı.
Bunun için de vizyon lazım... Siyasi ve ekonomik olarak çağdaş bir vizyon oluşturup ona göre adımlar atmak lazım. Yani küreselleşmeyi yöneten Batı’ya içeride kafa tutmuş gibi demeçler verip, aslında her dediğini yapmakla, olmaz...  “Enflasyon o kadar önemli değil” diyerek risk primini artırıp, bu nedenle faizler arttığında Merkez Bankası’nı suçlayarak, sonunda faturayı işalemine çıkarmakla da olmaz. Ya da küresel anlamda ambargoya uyacağım deyip, sonra İran’ın enerji parasını yüzde 15 indirimle almayı kabul etmesi üzerine, kişilere aradaki farkı paylaştırarak devlet yönetilmez. Sonunda faturasını oy veren halk öder... “Nasıl olsa oy vermeye devam ediyorlar” deyip sürekli halkın gerici yönlerini kaşımak bir ülkeyi sonunda tıkanma noktasına getirir. Demokrasi ve insan haklarının olmadığı bir ülke belli bir ekonomik noktaya gelse bile, “orta gelir tuzağı”nda tartıştığımız gibi, tıkanır kalır. Bu tıkanmayı aşacak vizyonu oluşturamazsa,  sonunda o noktadan da geri gitmeye başlaması kaçınılmaz olur. 
Sizce mevcut yönetim anlayışı ile tıkanmayı aşacak vizyon oluşturulabilir mi?

 

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp