Top
Ayşegül Domaniç Yelçe

Ayşegül Domaniç Yelçe

yelcester@gmail.com

12/09/2016

Bayram gibi bayramlar…

Bugün bayram… Bayram; sevinç, mutluluk, neşe, huzur ve kavuşmak anlamına geliyor. Yani bugün, sevdiklerimizle kucaklaşma ve mutlulukları paylaşma günü.

n

 

n

Bayramları ‘bayram gibi’ yaşamayı unutalı çok zaman oldu. Okurlarımdan Neval Kancar, bir önceki yazımın altına “Bedenimiz engelli olabilir fakat ruhlarımız özgür. Sizden çocukluğunuz ve size mutluluk veren günlerinizle ilgili hikâyeler dinleme şansımız olabilir mi acaba?” şeklinde bir not yazmış. Onun bu ricası bana çocukluğumun bayram günlerini hatırlattı.

n

 

n

Çocukluğumun en güzel yılları Üsküdar’ın İhsaniye Mahallesi’nde oturduğumuz evde geçti. Tamamını ahşap köşklerin doldurduğu bu mahallenin tek apartmanıydı bizim oturduğumuz. Kocaman bir bahçesi, bahçesinde dalları bizim katın camlarına kadar uzanan harika bir incir ağacı ve şahane bir boğaz manzarası vardı. Edebiyat öğretmeni olan annem o dönemde İmrahor’daki Mithatpaşa Kız Enstitüsü’nde görev yapıyordu. Biz üç kız kardeş için çok büyük bir şanstı bu. Zira bayramlıklarımız bu Enstitü’de dikiliyordu.

n

 

n

Bizim ailede bayramlar çok önemliydi. Daha bayram gelmeden içimizi büyük bir sevinç ve heyecan kaplardı. Üçümüze de yeni ayakkabılar alınırdı ve bu ayakkabılar çoğu kez rugan olurdu. O ayakkabıları yatağımızın başucuna koyar, Enstitü’den gelen bayramlık elbiselerimizi karşımıza asar ve hayran hayran seyrederdik. Ta ki bayram sabahı gelinceye kadar…

n

 

n

Kurban bayramlarından birkaç gün önce babam eve yanında bir kurbanlık koyunla gelirdi. Koyunu bahçede bir yere bağlar ve bayrama kadar beslerdik onu. Bir yandan o zavallı hayvanın son günlerinin iyi geçmesi için elimizden geleni yapar, öte yandan onunla duygusal bir bağ kurmamaya çalışırdık. Sanırım, çocuk kafalarımızda üretilen bir tür kendini koruma yöntemiydi bu. Belli ki, koyunumuza veda etme günü geldiğinde yaşayacağımız üzüntüyü azaltmaya çalışıyorduk.

n

 

n

Bayram sabahlarında babam erkenden kalkıp namaza giderdi. Annem onu geçirdikten sonra bizi kaldırırdı. Heyecanla bayramlık kıyafetlerimizi ve ayakkabılarımızı giyerdik. O gün, tepeden tırnağa, üzerimizde ne varsa hepsi yeni olurdu. Babam elinde sıcak ekmeklerle eve döndüğünde kahvaltı sofrasını hazır bulurdu. Üç kardeş sıraya dizilir ve babamın elini öperdik. Babam her birimize ayrı ayrı bayram harçlığı verirdi. Bu harçlıklar, mutlaka, daha önce hiç kullanılmamış gıcır gıcır banknotlardan oluşurdu. Sonra hep birlikte sofraya oturur, güle oynaya güzel bir bayram kahvaltısı yapardık. Biz daha sofradan kalkmadan kapı çalınır ve kasap gelirdi. Babam onunla birlikte bahçeye inerdi; işte o zaman bilirdik ki, artık ‘koyunumuza veda zamanı’ydı…

n

 

n

Babam kestiğimiz kurbanın etini üçe bölerdi. “Üçte bir evimiz için ayrılacak; üçte bir akrabalarımıza ve komşularımıza, üçte bir de yoksullara dağıtılacak” derdi. Komşularımıza dağıtma görevi biz çocuklara aitti. Bu görevi yerine getirirken ve evimiz için ayırdığımız kurban etini yerken, birkaç gün için bahçemize misafir olan koyunu hatırlamamaya çalışırdık. Çünkü bir çocuğa kurban kesmenin ve kurban bayramının hangi anlama geldiği ne kadar güzel anlatılırsa anlatılsın, bahçede besledikleri koyunun öldürülmüş olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmiyordu. Şimdilerde kurban kesimlerinin çoğunlukla evler yerine imaretler ya da derneklerde gerçekleşiyor oluşu, sadece bu nedenle bile, çok doğru geliyor bana.

n

  

n

Her bayram öğle yemeğini anneannemlerde yerdik. Anneannem bizim için çok güzel yemekler ve tatlılar hazırlardı. Babam da getirdiğimiz kurban etinden ‘kavurma’ yaparak anneannemin sofrasına eklerdi. Yemekten önce dedemin ve anneannemin ellerini öperdik. Anneannem de, dört tarafı oyalı ipek mendiller arasına gizlediği bayram harçlıklarımızı verirdi. Yemekten sonra dedemle anneanneme veda eder ve İstanbul’da yaşayan diğer aile büyüklerini ziyarete giderdik. Ve hemen hemen gittiğimiz her evden bayram harçlığı alırdık.

n

 

n

Bayramların ikinci gününü genellikle evde geçirir, gelen misafirlerimizi ağırlardık. Sonraki günlerde biz çocuklar evde misafir beklerken annemle babam komşularımızı ziyaret ederlerdi. Vakit yettiğince tüm dostlar ziyaret edilmeye çalışılırdı. Bayramlarda gelen misafirlere likör ve çikolata ikram edilirdi. Özellikle uzun zamandır görüşememiş olan akrabalar ve dostlar bayramı fırsat bilip birbirini görmeye gider, herkes birbiriyle hasret giderirdi.

n

 

n

Çocukluğumda yaza rastlayan kurban bayramlarından birinde Kütahya’da yaşayan babaannem ve dedemi görmeye gittiğimizi hatırlıyorum. Bayramın birinci gününde her zamanki gibi anneannemde öğle yemeğimizi yemiş, ardından İstanbul’daki aile büyüklerini ziyaret etmiş ve ertesi gün trene binip Kütahya’ya gitmek üzere yola çıkmıştık. Babam yıllık iznini almıştı, annemse yaz tatili olduğu için zaten çalışmıyordu. Zira o günün şartlarında üç ya da dört gün için bir başka şehre gitmek pek mümkün değildi. O dönemde bayram günleri tatil amaçlı kullanılmadığından, haftanın önceki ya da sonraki günleri eklenerek bayram tatili uzatılmıyordu.

n

 

n

Babaannem ve dedem kocaman bir bahçesi olan iki katlı bir evin giriş katında oturuyorlardı. Üstlerindeki katta amcam, yengem ve iki çocukları yaşıyordu. O evde en çok ilgimi çeken şey amcamlardan babaannemlere inen gizli merdivendi. Oda kapılarının açıldığı büyük holde, yer döşemesi üzerinde bilmeyenin hiçbir şekilde fark edemeyeceği bir kapak açılır ve merdiven gün yüzüne çıkardı. O bayram, o kapak hiç kapanmamış; ben ve kardeşlerim amcamın çocukları ile birlikte aşağı-yukarı inip çıkıp durmuştuk. Bahçedeki ağaçlardan meyve, kümesten yumurta toplamıştık. Yine o bayram babaannem bana işlemeli bir örtü hediye etmişti. Organzeye benzeyen bir kumaş üzerine canlı renklerdeki ipek ipliklerle elde işlenmiş bir örtüydü bu. Ortaokulda folklor oynadığım yıllarda başörtüsü olarak kullandığım bu örtüyü, evlendikten sonra bir süre salondaki masamı süslemek için kullandım. Sonra örtüye zarar gelmesinden korkarak kullanmaktan vazgeçtim ve babaannemin daha sonraki yıllarda bana vermiş olduğu değerli seccade ile birlikte sakladım.

n

 

n

Kütahya’ da geçirdiğimiz o bayram tüm bayramlardan daha güzeldi. Hem anneannemleri ziyaret etmeyi ihmal etmemiş, hem de babaannemi, dedemi, amcamı ve yengemi görebilmiştik. Babamın tarafından gelen akrabalarımızın çoğu Kütahya’da yaşıyordu. O bayram onları ziyaret edebilmemiz için de bir fırsat olmuştu. Doyasıya çıkartmıştık bayramın tadını…

n

 

n

Bayram gibi bayramlardı o günlerde yaşadıklarımız. Sanırım benim için, tam o günlerde olmasa da, çok öncede kaldı ‘bayram anlamı taşıyan’ bayramlar. Bayram dendiği zaman aklıma tek şey geliyor artık: Özlem… Sevgili eşime, anneme, babama, eşimin anne ve babasına, anneanneme, babaanneme, her iki dedeme, amcama, yengeme, zamansız kaybettiğim kardeşime ve kuzenime duyduğum derin özlem…

n

 

n

Ülkemizin içinde bulunduğu günlerde, zaten, bayram sevinci yaşayabilmek mümkün değil. Her gün en az birkaç eve ateş düşerken nasıl sevinebilir ki insan? Dileğim; bu zor günlerin biran önce aşılması ve barış, birlik ve beraberlik içinde huzurla yaşayacağımız günlere ulaşılması. Bu dileğimin gerçekleşmesini, şimdiye kadar hiçbir şeyi istemediğim kadar çok istiyorum. Ve bayramınızı işte bu dilekle kutluyorum…

n

 

n

Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…

n

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp