İnanabiliyor musunuz bir yıl olduğuna?
Onsuz tam bir yıl geçirdiğimize
Gelmiş geçmiş en iyi gazetecilerden biriydi.
32.Günün başladığı yılları düşünsenize
Neler katmıştı hayatımıza
Bir anda nasıl efsane oluvermişti!
Yaptığı dünya çapında röportajlarla kendimizle gurur duymamızı sağlamıştı.
Pek çok ilke imza attı.
Unutulmayacak işler yaptı, kitaplarıyla, belgeselleriyle tarihe kaldı.
Bir sürü insan yetiştirdi.
Renkli ve komplekssizdi.
En önemli özelliklerinden biri de kendiyle dalga geçebilmesiydi.
Yenemeyeceği zorluk yok gibiydi, kanserinden korkarken, kalbine yenildi.
Benim için yeri hep özeldi, ama bu konuda tek olduğumu düşünmüyorum.
Benim gibi birçok insan da onu özlüyor.
Bu pazar, eşi ve çocuğuyla bu güzel adamı anıyoruz
Tam bir yıl oldu Mehmet Ali Birandı kaybedeli. Nasıl geçti bu bir yıl? Hızlı mı, yavaş mı?
-Uçtu! Nereye uçtu, onu da bilemiyorum. Mehmet Aliden sonra aynı insan olarak yaşayamadım. O Cemre öldü. Artık başka bir Cemre var. Bu Cemre, o eski Cemreye benziyor ama Memoşun Cemresi değil. Çünkü koskoca bir hayatı, o kadar bir bütün olarak geçirmişiz ki, onun ölümüyle, o ilk Cemre de toprağın altına girdi. Tabii ki bir yerlere gidiliyor, geliniyor, ediliyor, insanlar görülüyor, hayat devam ediyor ama aynı zamanda etmiyor. Bir de saçma ama insanın kafasının arkasında hep, Acaba gelme ihtimali var mı? diye bir soru oluyor
Nasıl yani? Kapı çalar da Birand yine konuşa konuşa evin içine girer gibi mi?
-Evet. İnsan beyni tuhaf. Mantıklı bir açıklaması yok. Komadayken de uyanır ümidiyle yaşıyor. Evde de Ya gelirse
Biliyorsun gelmeyeceğini ama bir ümit bekliyorsun
EN ZORU GECELER
Yurtdışına habere gitmiş de gelecekmiş gibi mi?
-Gibi
Osmanlıda, Lehistan birkaç kere parçalanmış. Padişah, bunu hiçbir zaman kabul edememiş. Her sene büyükelçiler gelirmiş, toplantı yaparlarmış. Padişah, Lehistan Büyükelçisi nerede? diye sorarmış. Yolda, geliyor derlermiş. Ama o Lehistan Büyükelçisi hiçbir zaman gelmezmiş! Padişahın bir türlü kabul edemediği gerçeğin üstünü Yolda, geliyor deyip örterlermiş. Biz de Mehmet Ali için uzun süre aynı şeyi yaptık.
Torununuz Umbertoya da Dede uçakta
İnmedi diyordunuz değil mi?
-Evet. Ama büyüdükçe daha ısrarlı bir şekilde soruyor: Dede nerede? Şimdi diyorum ki, Yukarda, yıldızlarda! Göremiyorum! diyor. Merak etme, o seni görüyor diyorum. Ama ben onu görmek istiyorum diyor. Aynı konuşma sürüp gidiyor. Geçen gün yıldızları gösterip, Oradan bizi koruyor di mi! dedi. Evet dedim. Biz yetişkinler olarak ölümü tam olarak kavrayamıyoruz, çocuklar için çok daha zor!
En çok koyan ne oldu?
-Geceler! En zoru geceler. Saat sekize doğru beklemeye başlıyoruz
Ben ve köpekler
Ayak sesi, araba kapısının kapanması, Memoşun eve doğru yürümesi, merdivenlerden inmesi, zili çalacak
Bekliyoruz
Köpekler her zaman yaptıkları gibi evin koridoruna çıkıyorlar. Kapının önüne yatıyorlar, başlıyorlar o hep alışık oldukları sesleri beklemeye
Benim de kulağım kapıda oluyor. Derken sekizi çeyrek geçiyor, sekiz buçuk oluyor, köpeklerden anlıyorum
Kuyruklar yerde, kulaklar düşük sürünerek odaya dönüyorlar. Göz göze bile gelmemeye çalışıyoruz
Üçümüz de anlıyoruz: Gelmeyecek
Geceler hainmiş yani
-Hem nasıl! Yalnızlık insanı en çok geceleri vuruyor. Gündüzler çok çabuk geçiyor. Torun geliyor, arkadaşlar geliyor. Çıkıyorsun, gidiyorsun, yiyorsun. Ama akşam sekizden sonra o boş odaya girmek fena. Bütün günün birikimi oluyor. Konuşmak istiyorsun biriyle. Ve bazı şeyler var ki, kimseyle konuşamıyorsun. Çünkü kimse sana, o güzel cevapları veremeyecek. Kimse seninle gırgır geçmeyecek
EVİ SATACAĞIM
Evi ne kadar değiştirdiniz?
-Hiç. Yapamadım. Zaten çıkacağım. Satmak, küçülmek istiyorum. Mehmet Aliyle de hep küçülmeye niyetliydik. Küçük bir apartman dairesi aldık mesela, evi satar satmaz geçeceğim. Ama şu anda ona da hazır değilim
Hayat yavaşladı mı peki?
-Yavaşlamadı da. Kürek çekiyorum ama bir yere gidemiyorum. Olan bu. Olduğum yerde çırpınan bir halim var. Yıllardır Mehmet Ali, Seyahatlerini yaz derdi. Kendi kendime söz verdim, yazacağım. Hem iyi bir terapi de olur. Adını da Memoşa Sözüm koyacağım
Nasıl bir renk eksildi hayatınızdan?
-Grileşti. Mehmet Ali çok sevecen bir insandı. O sıcaklık eksildi. Sarılırdı, öperdi, itişirdik. Bu yaşa rağmen didişirdik. Gıdıklaşırdık. Çok gülerdik, çok eğlenirdik. O bitti.
Rüyalarınıza giriyor mu?
-Hiç. Her akşam, İnşallah bu akşam görürüm diye yatağa giriyorum ama bugüne kadar hiç görmedim.
HAYAT BÖYLEYMİŞ
Onu düşünmeden geçirdiğiniz bir tek gün bile olmuyor mu?
-Hayır. Ben hâlâ onunla yaşıyorum. Her sabah, gözlerim henüz kapalıyken, uykuyla uyanıklık arasında, yatakta bir anlığına her şey normalmiş gibi geliyor, eski hayatımız gibi, sonra birdenbire dank ediyor, artık yok
Küt, bir boşluğa düşüyorum! Sonra gözümü açıyorum. Fotoğrafı tam karşımda. Yatarken de en son gördüğüm o, uyandığımda da. Ama hep yok
Yokla başlıyor günüm, yokla bitiyor
Bazen evin içinde onu hissediyor musunuz?
-Öyle şeylere ben inanmam. Kabrine gidiyorum, orada bile yok geliyor bana. Evet, taşın üzerinde ismi yazıyor ama
Yanında bir boşluk var, orada da günün birinde ben yatacağım herhalde
Hayat böyleymiş
Bazen kızıyorum da, hayat hiç adil değilmiş
Utanıyorum ama söylenmeden de duramıyorum, bir sürü lüzumsuz koca geziniyor etrafta. Karıları da gözlerinin içine bakıyor, Ölsün de paralar bana kalsın! diye
Onlar yaşarken, neden bu bizim başımıza geldi diye düşünüyorum.
Ah bunu Mehmet Ali de görseydi! dediğiniz şeyler neler?
-Umberto. Torunu, onun başının tacıydı. Büyüyor ve o göremeyecek diye çok üzülüyorum. Sonra ailecek gittiğimiz tatiller. Bu yaz Yunan adalarına gittiğimizde, Ah olsaydı o kadar çok dedik ki. Onunla gittiğimiz her lokantada, garsonlarla bir fasıl sarıldık, ağlaştık
Boşluğunuza gelip, Ay dur, Mehmet Aliyi arayayım da haber vereyim dediğiniz oluyor mu?
- Hem de kaç kere. Ay şunu anlatayım Memoşa diyorum, sonra birden hatırlıyorum
Telefonu açık hâlâ. Şarjda duruyor. Her gün bir kere kontrol ediyorum. Tebrikler geliyor, haberler geliyor, reytingler geliyor bazen. Bazen yurtdışından arayanlar oluyor. Açmıyorum, Şu numarayı arayın diye mesaj atıyorum.
EN ÇOK NE Mİ ACITTI?
İnsanların size tavrında bir değişiklik oldu mu? Yaşayan Mehmet Ali Birandla, vefat etmiş Birandın karısı olmak ne kadar farklı?
-Bazı arkadaşlar yolda kaldılar, imtihanı veremediler.
Onlar işin ışıltısında mıymış?
-Öyle demeyeyim de, zaten yoklarmış! Ama ana halka hiç değişmedi. Yazın da yine arkadaşlarımızı çağırdık, her sene bizim eve gelenleri. Yine geldiler. Hep ona kadeh kaldırdık. Mehmet Alinin doğum gününde davet yaptım. Yine herkes geldi. Yine oraya, buraya çağırıyorlar. Ama en çok ne acıttı biliyor musun? Yılbaşında, dağlar gibi paketler gelirdi, hediyeler
Bu yıl hepsi kesildi mi?
-Evet! Bir tane kaldı: Hüsnü Özyeğin. Hüsnüden her sene Mehmet Aliye ve bana Banana Republicten veya Marks and Spencerdan kutu gelirdi. Ve Hüsnücüğüm beni hep ince gördüğü için de küçük beden gelirdi. Ben her sene, onları toparlar, değiştirir, bir beden büyüğünü alırdım. Bu sene baktım gelen tek paket Hüsnüden. Çok hoşuma gitti
KEŞKE İNANÇLI OLABİLSEM
Bir gün tekrar buluşacağınıza inanıyor musunuz?
-Hayır.
Valla mı? Umut iyi bir şeydir
-Keşke inanabilsem! Ama tabiatta öyle bir şey yok. Tabiatta, hangi böcek öbür böcekle buluşmuş, hangi yaprak diğeriyle buluşmuş. Yok
Ruhlar buluşuyordur belki
-Ne varsa hayatta, bugün burada Ayşe... Bitince bitiyor. Keşke inançlı olabilsem. Annem çok inançlıdır mesela. Her akşam, çoluk çocuk, geçmiş gelecek herkes için dua eder. Ben öyle değilim, anneannemden öğrendiğim duaları bazen mırıldanırım ama otomatik oluyor, inandığım için değil, rahatlamak için. Mehmet Ali de inançlıydı, her sabah, Allahım çok şükür, bugünü de gösterdin! diye kalkar, her gece de Allahım şükür, çok güzel bir gün geçirdim! diye yatardı.
Ben inançlı değilim diyebilmek zor bir şey
Nasıl böyle oldunuz siz?
-Ben gördüğüm şeye inanırım. Kafam öyle çalışıyor. Bu yaştan sonra da yalan söyleyecek halim yok.
Ama derler ya, Özellikle de hastalık gibi durumlarda inanç insanı korur, yardımcı olur diye... Siz o safhaları da geçirdiniz...
-Evet ama o zaman da hep dedim ki, Biz ne yaparsak yapalım, olacağına varacak! Allahım sen onu kurtar! demedim. Belki de alın yazısına inanıyorum. Evet, bir program var. Genetik program de Allahın programı de. Ne dersen de. Bazı şeyler olacaksa oluyor, olmayacaksa da olmuyor
Peki onun yok olabileceğine inanıyor mu beyniniz? Nasıl yok olabilir ki onun enerjisi? Vardır, bir yerlerdedir...
-Annemin bir amcası vardı, Profesör Reşat Garan. Muazzam bir adamdı. Müthiş bir klasik müzik bilgisi vardı. Sorduğun en abuk sorulara bile cevap verirdi. Google gibiydi. Ziyaretine gittiğimizde Mehmet Ali hep derdi ki, Ya Cemre bu adam ölecek
Bütün bu bilgileri nereye gidecek bunun? Ben de derdim ki, Churchillinkiler nereye gitti? Shakespeareinkiler nereye gitti
Tabiat bu. Toprağa gidiyorsun. Keşke Hintliler gibi olsam da, reenkarnasyona inansam. Ama beynim görmediğine inanmıyor. Keşke
Hayat daha kolay olurdu
İSTEDİĞİ GİBİ ÖLDÜ
Şu anda belki biraz daha mesafeli bakabiliyorsunuzdur
Hastanedeki zamanlarını tekrar değerlendirdiğinizde, keşke dediğiniz, Şöyle yapsaydık, bugün hayatta olabilir miydi dediğiniz oluyor mu?
-Hayır. Demin de konuştuğumuz gibi her şey olacağına vardı. Bu, böyleymiş. Ve ben hâlâ niye öldüğünü bilmiyorum. Kalpten dediler ama niye kalpten öldü, niye öyle oldu bilemiyorum
Oldu
Bu hastalığın sonu çok kötü bir biçimde bitiyor ve Mehmet Ali aslında istediği gibi öldü
Küt diye
Akşam işini düşünerek
Günlerini, haftalarını, aylarını programladığı cafe defteri vardı onun, tatillerini yazmış, her şeyini yazmış, öldüğü akşam bilmem ne toplantısı varmış, onu bile yazmış
Bir tek programlayamadığı ölümü oldu!
Oğlunuzla aranızdaki ilişki, her zaman bu kadar güçlü müydü? Her durumla, her şeyle de alay edip gırgır geçebiliyorsunuz
-Bu, galiba bizim ailecek korunma mekanizmamız. En kötü zamanlarda bile, birbirimizi güldürmeye çalışıyoruz. Kuvvetli karakterlerden oluşuyor bizim aile. Mehmet Ali de kuvvetliydi. Kardeşim Ali de öyledir, Ömer de kendine özgüdür, annem de kuvvetlidir. Bunların arasında ayakta kalabilmek için bir mizah geliştirmen gerekiyor! Hem kendinle hem onlarla hem de hayatla dalga geçmesini bileceksin!
Artık kimseyle paylaşmak zorunda kalmıyorum
Babam sadece benim oldu!
Senin bir yılın nasıl geçti?
Umur Birand: Çok zorlandım. Çünkü bizimki, eksik kalmış bir baba-oğul ilişkisiydi. Tamamlayamadık
Ama öbür yandan da tuhaf bir şey oldu. Artık onu kimseyle paylaşmıyorum
Ne sevenleriyle, ne izleyicisiyle, ne annemle, ne oğlumla, ne eşimle
Babam sadece benim oldu!
OĞLUMU BİLE KISKANDIM
Hayatın boyunca paylaşmak zorunda mı kaldın?
-Evet. Oysa şimdi benim kalbimde duruyor. Bu his, en azından içimdeki fırtınayı biraz olsun hafifletiyor. Çünkü o fırtına bir türlü dinmiyor
O biliyor muydu bu eksik baba-oğul ilişkinizi?
-Bilmez mi? Hep telafi etmeye çalışıyordu...
Senin oğluna bu kadar düşkün olması, belki de seninle olan kopuk ilişkisini telafi etme biçimiydi
-Farkındaydım bunun. Fakat tuhaftır, gün geldi oğlumla yakınlığını da kıskanmaya başladım. Ulan dedim, Toruna ayırdığı zamanı, bana hiçbir zaman ayırmadı. Benimle hiç bu kadar zaman geçirmedi! Beni, Gel oğlum laflayalım diye çağırırdı, sonra eklerdi, Ama Umbertoyu da getir! Derdi, Umiydi aslında. Sonra tabii bu duruma da alıştım, bu bile babamla daha sık vakit geçirebilmek için bir fırsattı...
AYAKTA KAL!
Peki hiç, Anladım büyük adamsın. Ama bu kahrolası kariyerin yüzünden, bana ihtiyacım olan zamanı hiçbir zaman ayırmadın! dediğin oldu mu?
-Yok, böyle bir konuşma hiç yapmadık. Zaten genel olarak konuşmalar annem üzerinden oluyordu. Bazı şeyler hiçbir zaman konuşulmadı. Evet, maçlara filan birlikte giderdik. Güzel vakit geçirirdik ama hep kakara kikiri. Hani odanın içindeki fil var derler ya çok ortadadır, görülmemesi mümkün değildir ama görmezden gelirsin, bizimki de o hesap. Güney Afrikaya gitmiştik bir kere. Napsaydım, punduna getirip, Ya baba, sen de aslında bana hiç göz kulak olmadın mı! deseydim. Adam beni Güney Afrikaya götürmüş. Bu tür şeyler yaparak, telafi etmeye çalışıyordu. O da başka türlüsünü bilmiyordu
Onunla ilgili en çok neyi özledin?
-Pazar gününü. Saat 11 gibi arardı, Napıyorsun? derdi. Biliyorum soru nereye gidiyor. Görüşüyor muyuz? Sen gelemiyorsan bile torunu yolla
Benim de oğlumla pazarları mutlaka bir programım olur, o program bitince, saat dört gibi onu babama götürürdüm. Bu, bir ritüeldi. En çok bunu özledim.
Ondan öğrendiğin en önemli şey?
-Ayakta kal! Bu, onun felsefesiydi. Herkes düşüyor. Sen de düşeceksin. Ben de başarısız oldum oğlum. Ama kalk ve yürümeye devem et. Ah başıma gelenler! deme, kendine acıma, ilerle
Babamın yokluğu Everestin bu dünyadan kaybolması gibi bir şey
Bu bir yıl içinde en çok ne zaman eksikliğini hissettin?
-İlk programda. Çünkü onun vefatından sonra 32. Günü devam ettirmeye ve sunmaya karar verdim. O ilk programda o kadar eksikliğini hissettim ki, Keşke kulağımda o konuşsaydı dedim. Şöyle bak, şöyle yap! diyebilseydi. Ve o kadar pişmanım ki, bu işlere daha önce, o hayattayken başlamadığıma. O hep diyordu, Hadi oğlum ver şu kiloları! Hadi oğlum yap şunu. Benim televizyonla ne alakam var diyordum. Aptal kafam! Hiçbir şey için geç değil ama insanın Mehmet Ali Birand gibi bir mentorunun olması farklı olurdu! Geçenlerde, Onu kaybedince ne hissettin? diye sordular. Everestin bu dünyadan gitmesi gibi bir şey dedim! Gerçekten de Everest gibi bir şeyin artık arkanızda duramaması, Bak oğlum böyle yapman gerekiyor, şöyle yapsan iyi olur! diyememesi ne kadar büyük kayıp. Sektörde bir sürü insan, Keşke Birandla çalışabilme fırsatı bulabilseydim diyor. Çok acı ki, şimdi oğlu aynı cümleyi kuruyor!
BÖYLE KARELERİM YOK
Annen sana daha mı düşkün oldu baban gidince?
-Annem her zaman bana düşkündü. Babamın eksikliğini hep annem telafi etmeye çalışırdı. Böyle söyleyince ben, annem hep araya girip, Öyle deme, baban seni hep parka götürürdü! gibi cümleler kuruyor. Ne acı ki hatırlamıyorum ben, böyle karelerim yok
Everest büyüklüğü aynı zamanda bir dezavantaj senin için
-Olmaz mı? Gölgesi çok soğuk Everestin. Tırmanması zor, ulaşması zor, her şeyi çok zor. Ama Allahtan, Babamın gölgesinde kaldım diye düşünen bir tip olmadım. Babam da beni bu anlamda ne ezdi, ne ezdirdi. Hep, Oğlum, sen de yapabilirsin. Yap diye teşvik etti. Onun oğluyum ama benim kendi kişiliğim var. Kendi hislerim, düşüncelerim, fikirlerim var. Bir de tabii güzel bir mirasım var: 32. Gün
PADİŞAHLIK MI DEDİLER
Hah tam da bunu sormak istiyordum! 32. Günü devam ettirmen büyük cesaret. Fakat ağzınla kuş tutsan bile, bu kadar büyük bir ismin yerini doldurman çok zor. Korkmadın mı? Nasıl kalkıştın böyle bir şeye?
-Niye korkacaktım ki? Yaptı, olmadı! diyecekler diye mi? Beceremedi! diyecekler diye mi? Desinler! Bu kadar kötü bir şey mi bir şeyi becerememek? En azından deniyorum. Ama yapmasaydım, yapmaya bile kalkışamadığım için, bu gerçekle hayatımın sonuna kadar yaşamam gerekecekti. Asıl bu, insanın babasının gölgesinin altında kalmasıdır.
İyi de bilmem kaç yılın tecrübesiyle o Bolşoy gibi bir şey sergilerken; sen, daha bale yapmayı yeni öğrenen biri olarak hangi akla hizmet cüret ettin! Cesaretine saygı duyuyorum. Ama neticede yeni başlamış biri Bolşoy yapıyor. Kimse Yapma etme! demedi mi?
-Çok kişi dedi! Deli misin, ne yapıyorsun! O, babanın programı. Ne işin var orada! Bu padişahlık mı? diyenler bile oldu. Ben de Evet dedim, Padişahlık! Yapmasaydım korkmuş ve babamın altında ezilmiş olacaktım. Böyle baktım ben olaya...
Ama o bu işin şahikasını yaptı! Sadece sen değil, başkası da onun gibi yapamaz. Niye ben daha kötüsünü izleyeyim?
-Yaptı, bravo! Ama marka çok kuvvetliydi
Nasıl yani? Mecburiyetten mi? Para kazanmaya devam etmem lazımdı mı?
-Hayır. Bu, babamdan bana kalan bir miras. 29 yıllık bir marka bu ve inşallah 30uncu yılını da görecek. Ben o markayı devam ettirmek istedim. Kötü de gitmiyor. Saatleri düzgün yayımlandığı zaman ilk 30a girdiği de oluyor. Tabii babamınki gibi yapamam. Ben Umur Birandın bakış açısıyla bir 32. Gün yapıyorum
ANCA BEN YAPABİLİRDİM
Başka bir program da yapabilirdin
-Kim o fırsatı verecekti? Hele Everest gittikten sonra
Bu sektör o kadar kolay bir sektör değil. Fırsatlar nadiren geliyor. Bu fırsatı görüp de kullanmamak aptallık olurdu.
Bir ara, Her hafta onun yetiştirdiği biri sunsa diye bir şey duymuştum. Bir hafta Mithat Bereket, bir hafta Can Dündar, bir hafta Cüneyt Özdemir.
-Herkesin kendi hayatı var
Kaç kişi, kaç hafta sunacaktı ki? Gerçekçi değil. Bir de kim Mehmet Ali Birandın koltuğuna oturmak ister? Cüneyt mi, Mithat mı, Can Abi mi? Onlar için de zor. Bir şeyi tek bir kişi yapabilirdi, o da ben
Ama habercilikten bile gelmiyorsun!
-Ben televizyon sunucusuyum. Gazeteci değilim ki.
Şimdi şöyle bir hissin var mı? Bu yol uzun. Daha önümde 20 yıl var. Ben bu işi gerçekten hakkıyla yapmayı öğreneceğim
-Kesinlikle!
Fotoğraflar: Cem TALU- Emre YUNUSOĞLU