Top
Yılmaz Karakoyunlu

Yılmaz Karakoyunlu

ykarakoyunlu@htgazete.com.tr

06/04/2009

Saba kahkahası

Talih, güneşin doğduğu andır... Tabiata bir gülüşle başlar.
Bu tebessüm, şairin dediği gibi hem bahtın, hem tahtın tarifi olur:
“Bir han-de-i cana ki doğar ufkumuza;
Akşam bize bir bad-ı Saba zevki verir...”
Elli yıllık bir rubainin hüküm cümlesinde şair diyor ki “Bir can gülüşü vardır ki insanoğlunun ufkuna doğar. Akşam bize sabah rüzgarının zevkini verir...”
Gülüşün kaç türü olduğu konusunda bir sıralama yapmak isteseniz aklınıza “teşbih sanatının” bütün inceliklerinde büyüleyici bir listeyle karşılaşırsınız...
Hande, kadının yüz güzelliğini doruklaştıran gülüşü tanımlıyor. Kadın ismi olarak o kadar sık ve ayrıntılı niteliklerle kullanılıyor ki hayret edersiniz...Çünkü yüzün bütün hatlarında iddiasını ispatlayan en cömert dostluktur.
Tebessüm, varlığını gözlerin derinliğinde doruklaştıran gülüşün nazlı duruşudur. Bazen hüzne bürünür. Yeis içinde sabırlı bekleyişi görürüsünüz. Islak bir pırlanta gibi ışıldar.
Bazen de şairin dedi-i gibi tılsımlı zaman rakka sına benzer. Bir seçkinlik imtiyazı gibi heyecan yaratır.
Bir taze tebessüm görünür çehrede erken;
Tılsımlı zaman rakkası asude gülerken...

Hem “hande”, hem “tebessüm”, dudakların bazen gergin, bazen gevşek kıvrımlarında manayı gizler...
Eğer gülmeyi biliyorsanız, tende değil, ruhta coşan sevgiyi tanırsınız. Bazen bir göz süzerek, raks ile nazlar; bazen de rüyalara benzer deli hazlar bağışlarsınız...
Yerinde ve ölçeğinde bir tebessüm, bazen sır cevherinin sunduğu kudret gibidir.
Gülmesini bilen insan, nazik ve kadirşinastır. Talihsizliğin neden olduğu olaylarda bile sevecen, sabırlı ve kanaatkar davranır. Duyarlıdır, hassastır, sanatkardır.
Gülmesini bilen kişi, bin bir ışığın söndüğü en kaygılı anlarda bile, tenha ve mahzun varlığın ruhuna bir cemre gibi düşer...

Bir de kahkaha vardır ki, hiç sormayın gitsin...
Kahkaha, sürekli ve yüksek tondaki gülüştür. Tebessümün kabadayı olanına kahkaha deriz. Bazen bir “kase-i fağfur” gibi inler... Bazen de bir tebessüm hovardalığı gibi coşar...
Günümüzün bir kahkaha ustası var: Saba Tümer...
Şöyle bir geçmiş defter karıştırması yaptım. Kırka yakın
yaşların şahikasında akla gelen en seçkin niteliği (alamet-i farikası) dinmek bilmeyen kahkahası...
Bu kahkahada boynunu yay gibi geren ve kirpiklerini eğerek yeryüzünü süzen bir cengaver sevda vardır. Bu sevda, baki denilen kubbeyi inletir. Sanki bir taze bahar neşesi tatmış olursunuz.
Neden Saba Tümer’i bu haftanın portresi olarak değerlendiriyoruz?
Saba Tümer uzun ve sık değişmeli habercilik ve sunuculuk deneyiminden sonra sırf “hoş kadın” imajını elinin tersiyle itip, zekasını öne çıkaran bir iddianın sahibi olmuştu. Bu nedenle kahkahası güzeldi...
Türk televizyon geleneğine meydan okuyan bir üslubu vardı. Bu niteliği ile çok nadir duyulan taze bir heyecan gibiydi.

Şimdi yandaki iki fotoğrafa bakınız...
Birinde “hoş kadın” iltifatına mana katan fırtına var. Ötekisinde elli yıl sonrasının hayalini kuramayan bir makyaj sureti...
Birinde bahar meltemi, ötekinde hazan rüzgarı...
Birinde vuslat iştahı, ötekinde ahret endişesi...
Birinde bir sarışın yanardağ, ötekinde sönmüş bir lav siyahı...
Birinde hikmetli ışıklar, ötekinde şamdanları sönmüş karanlık...

Saba Hanım, işiniz, gücünüz mü yoktu da, neden o hikmetli ışıklarla süslü hoş kadın imajını elli yaş ihtiyarlatıp, şamdanları sönmüş karanlık dehlizlere iltifat ettiniz?
İşin şakası bile adamı korkutuyor... Gelin, etmeyin eylemeyin, eski halinize dönün: Hani kasenin billur, sakinin güzelden olduğu “kahkaha meclisine” dönün...
Ve koyuver gitsin o kahkahayı...
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları