Top
Taha Kıvanç

Taha Kıvanç

tkivanc@htgazete.com.tr

28/12/2015

‘Star Wars’ mu, Tao’nun öğretileri mi?

 

İLK seansına girebilmek için araya hatırlı kişilerin sokulduğu, izleyicilerin ellerinde ışın kılıçları ve yüzlerinde Darth Vader maskeleriyle sinemaya doluştuğu “Star Wars” filminin ilham kaynağının Çin’de yaygın Tao dini olduğunu biliyor muydunuz?

Türkiye’de depreşen “Star Wars” hayranlığının benzerinin yaşandığı Çin’deki olağanüstü ilgiyi “Allah, Allah...” hayretiyle değerlendiren bir uzman eleştirisiyle karşılaşmasaydım bunu hiçbir zaman öğrenemeyebilirdik.

Meğer dünyanın dört bir tarafında “Tao” öğretisini anlatanlar, önceki “Star Wars” filmlerini kullanırlarmış. George Lucas ansiklopedilerde okuduklarını filme aktarmış ve bunu 40 milyar dolara ulaşan bir sektöre dönüştürmeyi başarmış...

Tao öğretisinde “yin” ve “yang” ikilemi vardır. Bir tarafta iyilik, aydınlık, diğer tarafta kötülük ve karanlık... Star Wars’ta da “insan-üstüler” (Jedi) ile “karşı-kahramanlar” (Sith Lordları)...

Darth Vader, Üstat Yoda ve İmparator dünyadaki hayatlarını tamamladıktan sonra da takipçilerine “yön gösteren ruhlar” olarak varlıklarını sürdürüyor ya, Taoizm’de bunlara “şianren” deniyormuş...

İlk “Star Wars” filminden sonuncusuna kadar geçen süre tam 37 yıl. Bu 37 yıl içerisinde artistler de izleyiciler de hayli yaşlanmış... Bu kadar insanın o kadar yıl boyunca kendilerine sunulan hikâyelerin aslında en az 3500 yıllık bir dinin öğretilerinden apartma olduğunu öğrenmemiş olması hayret verici.

Tevekkeli, “Star Wars: Güç Uyanıyor” filminin gösterime girdiği ilk gece yarısı seansına gidenlerden, Ertuğrul Özkök, “Manyaklar” diye söz etmiyor. Seyirciler sinema girişine konulan “Stormtrooper” maketinin yanına gidip fotoğraf çektiriyorlarmış...

Gitsinler gitmesine de dini bir film izlediklerini bilerek gitsinler.

 

LICIO GELLI SIRLARIYLA GİTTİ

LICIO Gelli 15 Aralık günü öldü; o gün bugündür medyayı yakından takip ediyorum, kendisiyle ilgili iki satırlık bir haber çıkmadı.

Oysa Sinyor Gelli, bir dönem bütün dünyada etkisi hissedilen bir figürdü. Ülkesi İtalya’da siyasetin akışını değiştiren, o döneme kadar “kahraman” muamelesi çekilen kendisine yakın isimlerin kaçacak delik aramaya başladığı, yargı ağına yakalananların uzun hapis cezalarına çarptırıldığı, bazılarının kuşkulu biçimde hayatını kaybettiği bir figür...

Bir ismi de “Kuklacı” idi Gelli’nin...

Üzerindeki tartışmanın bugün bile sona ermediği bizdeki “derin devlet” yapılanmasının İtalya’da ete kemiğe bürünmüş biçimidir Gelli. 1970-1990 arası dönemde İtalya’da meydana gelmiş ve herkesin “sağ-sol kavgası” diye bildiği kapışmayı perde gerisinden yöneten oydu. Masonik geleneğe uyarak kurulmuş gizli P-2 Locası’na kaydettiği en üst düzey siyasiler, işadamları, bankerler, bürokratlar, subaylar, gazeteciler, emniyet ve istihbarat yetkilileri sayesinde...

Vatikan’la irtibatlı sivil veya din adamı tiplerle birlikte...

1980’de Bologna’da patlayan ve 180 kişinin ölümüne yol açan bombalar...

1978’de eski başbakan Aldo Moro’nun Kızıl Tugaylar tarafından yapıldığı süsü verilerek kaçırılıp öldürülmesi...

1970’te “Komünistler iktidara geliyor” korkusu eşliğinde askeri darbe girişimi...

Bu arada bir iki banka aracılığıyla ülkede finansal krizler çıkarılması...

Bütün bunlar Gelli ve arkadaşlarının eseriydi. Ya da literatüre “Gladio” adıyla geçen, NATO için CIA tarafından oluşturulmuş “gizli örgüt”ün P-2 Locası eliyle manipüle edilmesiyle gerçekleşmiş eylemler...

İtalya’da “Temiz Eller” adıyla başlatılan yargılama süreci içinde Gelli’nin karargâh olarak kullandığı Excelsior Otel basıldı ve ele geçen kanıtlar İtalya’da dehşetengiz bir havanın oluşmasını sağladı. Meğer eski cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, istihbarat başkanları, polis şefleri, ünlü gazeteciler, adı duyulmuş işadamları... Dönemin neredeyse bütün ünlüleri, tam 962 kişi, Gelli’nin P-2 Locası’nda buluşup perde gerisinden ülkeyi yönetmekteymişler...

Rizzoli adlı en büyük yayınevi ile ünlü Corriere della Sera Gazetesi de P-2 biraderlerinin güdümündeymiş...

Vatikan bankası Banco Ambrosiano da...

“Tanrı’nın Bankeri” adıyla bilinen P-2 üyesi Roberto Calvi Londra’da bir köprü üzerinde infaz edildi, P-2 tarafından...

Gelli, 12 yıla mahkûm edildi, ama bir gün bile cezaevinde yatmadı.

Geçen hafta da öldü gitti işte; henüz ortaya dökülmemiş sırları da yanında götürerek...

 

İSRAİL'E DİNDAR BÜROKRASİ HÂKİM

TÜRKİYE, “One minute” tartışması ve Mavi Marmara gemisine saldırı sonrasında ilişkilerini asgariye indirdiği İsrail ile yeniden yakınlaşıyor. Her iki ülkede de bu yakınlaşmaya -derecesi farklı olsa da- karşı çıkanlar az değil.

Bir nokta gözlerden kaçıyor, onu da ben hatırlatayım dedim: Bugünkü İsrail, AK Parti iktidarının arayı açma ihtiyacı duyduğu günlerin İsrail’i değil.

Arada iki seçim yaşandı İsrail’de ve siyasete ağırlık koyan isimlerin çoğu değişti. İsrail halkı yıllardır süren din ağırlıklı politikalar sayesinde olaylara farklı bakar hale geldi. Bürokraside de kilit makamlara dindar bürokratlar getirildi.

MOSSAD’ın başına yeni atanan Yossi Cohen sözgelimi... Haim Druckman adlı bir hahamın kurduğu Or Etzion din okulundan (yeşiva) mezun biri...

Yine Cohen soyadını taşıyan Yoram Bey de yeşiva mezunu bürokratlardan; o da İsrail’in iç istihbarat örgütü Shin Bet’in başında.

Emniyet Genel Müdürü Roni Alsheich de Kudüs’teki Mercaz Harav yeşivasında öğrenim gördü.

Adalet bakanı olması beklenen Avichai Mendelblit ile Anayasa Mahkemesi üyesi Noam Sohlberg, başına sürekli takke takan dindar iki hukukçu...

Bu bilgileri derlediğim kaynağım, İsrail’de eğitime aktarılan önemli meblağların sonunda aşırıların eline geçtiğini de kaydediyor. 257 milyon dolar siyonist eğilimli okullara tahsis ediliyormuş, bu okullar da daha çok Filistinlilerin elinden alınarak inşa edilen yeni yerleşim yerlerindeymiş...

Yakınlaşma ilişkilerin yenilenmesiyle sonuçlanırsa, bunun İsrail’de etkili hale gelen yeni dindar kadronun etkisiyle gerçekleşeceği kesin.

 

İKİ DEĞERLİ ROMAN

BAZEN böyle beklenmedik sürprizler olur; buna hayırlı tesadüf anlamına “tevafuk” da deniyor. Tıpkı şu günlerde masamın üstüne konulan iki farklı coğrafyadan önemli yazarın birbirinden habersiz aynı dönemi farklı biçimde işleyen romanları gibi...

Hep “çok satanlar” listelerine giren romanlarıyla bilinen Ken Follett’in “Devlerin Düşüşü” adıyla dilimize kazandırıldığı şu günlerde (Olasılık Yayınları), Türkiye’nin eserleri çok sayıda yabancı dile çevrilmiş en önemli polisiye yazarı Ahmet Ümit’in “Elveda Güzel Vatanım”ı kitapseverlerle buluştu.

İki roman aynı dönemi farklı yönlerden ve değişik pencerelerden işliyor.

Ahmet Ümit’in romanında anlattığı dönem, araya 1. Dünya Savaşı’nın da girdiği Türkiye’nin İttihat ve Terakki’li yılları. Follett ise doğrudan öncesi ve sonrasıyla 1. Dünya Savaşı yıllarını anlatıyor. Dönem ilginç ve anlatacak konular fazlasıyla ayrıntılı olduğu için her iki roman da yazarlarının önceki eserlerinden çok daha kapsamlı.

Kapsamlı, ama her ikisi de ele aldığı konuyu, tarihi olaylardaki kahramanların karakterlerini, hatta tarih kitaplarının yazmaya çekindiği yönleriyle ele alarak fevkalade başarılı biçimde yansıtıyor.

Okuyun derim.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp