Top
29/07/2010

Hırsları, beyinlerini yedi

LİBERAL düşüncenin mezarının Türkiye'de olacağı artık kesinleşti.
Gerçi dünyada da liberalizmin, liberal faşizme dönüşmesi süreci yaşanıyor ama (bu kavramı basında ilk kez ben gündeme getirmiştim) liberalizm başka hiçbir yerde, burada yediği gibi darbe yemedi.
Bizde sözde liberaller, idealini sahiplenen hiçbir gerçek liberalin sahip çıkamayacağı tavırları, uygulamaları neredeyse mitolojik hale gelmiş, gerçekten olup olmadığı belli olmayan bir "demokratikleşme" söylemi açısından alabiliyorlar. Sözü edilen demokratikleşmenin gerçekten öyle olmadığı belli; çünkü öyle olduğunu söyleyen iktidar devamlı liberal demokrasiye son derece zıt söylemler içinde olabiliyor, uygulamalar yapıyor.
Kendilerine liberal diyenler, iktidara koşulsuz destek verme arzularından olsa gerek her geçen gün liberal düşünceyi mezarına göndermek için gerekeni yapıyorlar. Dünyada zaten can çekişen liberal düşünce, Türkiye'de acımasızca öldürülüyor.
Bizdeki bu fikir suikastının çok sevimsiz bir yanı da var. Bu işe girişen kişiler, galiba hırsları beyinlerini yediğinden yaptıklarının ne kadar ilkesiz ve itici olduğunu göremiyorlar veya görseler dahi umursamıyor olabilirler.
Ben bazı taraftarlardan, çıkar uğruna alındığı belli olan tavırlardan gerçekten çok iğrenmeye başladım.
Gerçekten inandığını yazan insan sayısı çok azaldı basında. Çoğunluk, her türlü fikri ve ilkeyi taraf olduğu mücadele uğruna çarpıtıp duruyor.
Bu sürecin hangi boyutlara varabileceğini anlamak için ben düzenli olarak Sabah Gazetesi'ni okuyorum. Bu gazetenin yazarlarının büyük bölümü, liberalizm adına yapılan düşünce iğfalinin her gün yeni örneklerini verebiliyorlar.
Bunların resmi sözcülüğünü yaptıkları çevrede hırs nedeniyle gerçekleşen beyin ölümünün (Bkz. Mehmet Altan, Eser Karakaş) en müthiş örneğini, Sabah Gazetesi karikatüristi Salih Memecan önceki gün çizdiği karikatürüyle verdi.
Bir ara bu karikatürü görün diye köşemde de yayınlayayım diye düşündüm ama sonra buna bakarken aynen Mehmet Altan ve Eser Karakaş'ın tüm sevimsizlikleriyle bir düşünceyi eleştirmek yerine kahkahalar atarak alay etmelerini seyrederken duyduğum hisleri duydum. Karikatürü yayınlamaktan bu yüzden vazgeçtim, sadece size anlatmakla yetineceğim.
Yan yana iki kareden oluşuyor karikatür. Soldakinde "TSK eskiden" yazıyor ve "Allah Allah" diye bağırarak koşan askerler var. İkincisinde ise "TSK şimdi" yazısı var ve bir hapishane duvarı dışarıdan gözüküyor. Demir parmaklıklar arkasından içeriden gelen bir ses baloncuğunda şöyle yazıyor: "Allah Allah n'oluyor yaa!.."
Karikatüristin, TSK'nın şimdi hapishaneye alınmasından çok zevk aldığı belli. Olan bitenden hiçbir kuşku duymuyor, sorgulama yapmıyor, açıklananları yüzde yüz doğru kabul edip süreç hakkında kararını açıklayıveriyor.
Bir karikatürde olması gereken zekânın nebzesi yok; çizdiğinde sadece son derece bir kaba tavır var, hırsın beyni yeme sürecinin tipik örneği bu.
Zekâ yoksunluğunu bırakın, aldığı tavrın anlamını bile düşünmekten uzak bu kişi.
Soruyorum size, bir asker ne zaman "Allah Allah" diye bağırarak koşar? Düşmana karşı savaş verirken tabii ki. O zaman bize ne diyor bu karikatür? Düşmana karşı savaşan askerimiz şimdi hapse atıldı ve ben de hoşnutum bundan. Esprisinde zekâ olmadığı gibi çizerken oluşabilecek algıyı da düşünememiş.
Şimdi diyeceksiniz ki, "Savaşmış insanlar suç işleyemezler mi, işlerlerse ne yapacağız? Hapse koymayacak mıyız bunları?" Tabii ki koyacağız, liberal düşünce bunu söyler tabii ki ama liberal düşünce aynı zamanda, insanların hapse tıkılma sürecinde evrensel bazı hukuk kurallarına, "habeas corpus"a sahip çıkılmasını da savunur. Ve siyasi tavırların karıştırıldığı belli olan bir davada en azından kuşkuculuğunu bir yana bırakmaz. İkinci bölümü unutursanız liberal olmazsınız, sadece bir liberal faşist olabilirsiniz ancak.
Bu hepimiz için geçerli olması gereken kurallar, ama bir karikatürist kuşkuculuğu, muhalefeti, zekâsını bir yana bırakıp taraftar olmak ve sadece alkış tutmak için çizmeye başlarsa bunun sonu, mesleği açısından iyi olmayabilir.

Hasan Cemal nerede?

ARTIK Cadde Gazetesi'nin eki olarak verilmeye başlanmış olan Milliyet Gazetesi'nin "şeyh-ül muharririn"i, beni büyük bir keyiften mahrum etti. Hasan Cemal, Dünya Kupası'nı görev olarak tanımlamayı öyle bir başardı ki oradan döner dönmez tatile çıktı ve ortalarda yok.
Ben her gün onu okuyup "İyi ki onun gibi yazmıyorum" demek zevkinden mahrumum bir süredir. Tatil/çalışmak ikileminin tamamen içine edildiği bu süreçte korkum, Hasan'ın gerçekten zinde biçimde dönmesi ihtimalinin büyük olmasıdır. Çünkü gazeteciler, tarihte bu kadar uzun süren bir tatili bugüne kadar görmediler. Onun tatili Güney Afrika'da başladı, şimdi kimbilir nerelerde sürüyordur. Eğer tahmin ettiğim gibi zinde dönerse, bu çok fazla sayıda yazı yazacağı anlamına gelir, belki dizi yazılar filan da yazar. Eğer yazarsa bunun anlamı, her gün benim için fazla anlamı olmayan daha fazla yazı okumak demektir.

Mavi Marmara sonrası

MAVİ Marmara'ya saldırılması sonrasında bunun uluslararası etkileri konusunda herkes birçok laf etti.
Ancak bazı etkilerin, bizim beklediğimiz gibi daima direkt ve net olmayabileceğini de görmemiz gerekiyor.
Dediğimi açıklamak için iki örnek vereyim.
Saldırı olduktan sonra İsveç'te liman işçileri sendikası, "İsrail'den gelen gemileri boşaltmayacağız" diyerek tavır almışlar.
Olay bu kadarla kalsa bir şey değil, tavır net ve beklenilen, sürpriz olmayan bir tavır.
Ancak işçilerin bu kararından sonra ülkenin güçlü öğrenci derneği federasyonu devreye girmiş ve tüm İsrail gemilerinin yükünü kendilerinin boşaltacağını söylemişler.
Bu iki bakımdan ilginç. Bu olayda işçilerin Türkiye'yi destekleyecek şekilde tavır almaları, olaylara daha düşünerek, daha entelektüel davranmaları beklenilen öğrencilerin ise İsrail'den yana tavır koymaları enteresan. İkinci olarak da işçi ile öğrenci dayanışmasının Avrupa'da tamamen çökmüş olduğunu gösteriyor bu olay. Türkiye, dış politikada uluslararası destek ararken bu tür karmaşık denklemleri artık düşünmek zorunda.
Olayı daha da ilginç yapan bir başka haber de İspanya'dan geldi. Bu ülkede yıllık olağan gay ve lezbiyen festivali düzenlendi. Bunun Avrupa'daki benzerleri arasında en büyüğü olduğu söyleniyor. Ve Mavi Marmara olayından sonra festivalin düzenleyicileri ilginç bir tavır aldılar. Festivale İsrail'den katılmak isteyen gruba izin vermediler. Gerekçe de İsrail'in Mavi Marmara'ya yaptığı saldırıydı.
Tabii şunu da vurgulamak gerekiyor; aslında kendi içinde gerçek bir demokrasi olan İsrail, Ortadoğu ülkeleri içinde gay ve lezbiyen haklarına saygılı olan tek ülke. Bu nedenle festival düzenleyicilerinin kararı onları çok şaşırtmış olmalı.
Görüyorsunuz, bir olayın yansımaları ne kadar ilginç ve karmaşık olabiliyor.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Avrupa ve Amerika'da gay ve lezbiyen hareketlerin temsilcileriyle görüşmeye acaba özel bir önem verse mi ki? Çünkü onların lobisi, dünyanın her tarafında çok etkili ve güçlü.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp