Top
26/08/2010

Hanefi Avcı ve Yargıtay

Hanefi Avcı, kitabıyla ülkemizde telefon dinlemeleri hakkında ve bunu çeteleşerek yapan bir cemaat olduğu iddiasıyla yeniden büyük tartışma yaratmışken, Yargıtay'dan konuyla ilgili çok önemli bir karar çıktı.
Yargıtay'ın bu kararı tarihi olarak nitelendirilebilir ve son dönemde bu konuyla çalkalanan ülkemizde bir dönüm noktasını oluşturabilir.
10'uncu Ceza Dairesi tarafından alınan karara göre, bundan sonra telefon dinleme tutanakları ve kamera kayıtları, sanıklar tarafından görülecek. Eğer kayıtlar sanıklara gösterilmezse bu durum davanın bozulmasına neden teşkil edecek.
Açılan birçok davada, davanın sadece sürpriz biçimde ortaya çıkan kayıtlara dayandırıldığı göz önüne alınırsa birçok önemli davanın Yargıtay'ın bu kararı sonrasında akıbetinin ne olacağına bakmak gerekecek.
Bu haber, 24 Ağustos günü Habertürk Televizyonu'nda akşam 18.00 haberlerinde verildi. Haberin altındaki imza, kanalın tecrübeli yargı muhabiri Yasemin Güneri'ye aitti. Ertesi gün detayları öğrenmek için bütün gazeteleri baştan aşağıya okudum, internet sitelerini de inceledim. Baktım hiçbir yerde yok.
Televizyondan rica ettim, bana haberin metnini gönderdiler. Yasemin Hanım'la da konuştum, kendisini tebrik ettim ve bana mahkemenin kararını yollamasını rica ettim. Yolladı da, okudum ve gerçekten demokratikleşmemiz yolunda ve bugünlerde yaşanan korkuları bir nebze olsun yumuşatıcı nitelikte tarihi bir karardı.
Galiba televizyon haberciliğinin kötü bir kaderi var. Yapılan haber ne kadar önemli olursa olsun sadece televizyonda kaldığı zaman o habere sabun köpüğü muamelesi yapılıyor.
Ben fikri takip yaptım, kafayı taktım ve Yasemin Hanım'ın yardımıyla ve izniyle yazıyorum işte bugün.

BU SİYASİ BİR KARAR DEĞİL
Bu karardan hoşlanmayanlar yine Yargıtay'ın siyasi bir tavır gösterdiğini, taraf olduğunu filan söyleyecekler ve yazacaklar. Onlar kendi taraftarlıkları nedeniyle bunu yapabilirler, ama birazcık hukuk nosyonu olan bir insan, alınan kararın siyasi tavırla alakalı olmadığını, aksine çağdaş demokrasiye uyan çağdaş hukuk normlarını oturtmak için alınan bir karar olduğunu görecektir.
Yargıtay, Batı demokrasilerinde olduğu gibi görevini yapıyor.
Ve bu tür kararlar, yüksek yargıya kafayı takmış olan iktidarın referandumda istediği oyun üzerinde biraz düşünülmesi gerektiğini de gösteriyor.

MİRANDA
Galiba basın bu tür içtihat oluşturucu türde kararlara, dava konusu nedeniyle yeterince ilgi göstermiyor. Yargıtay'ın bu kararı, uyuşturucu kaçakçılığından yargılanan bir insanla ilgili. Onun hakkında da ses ve görüntü kaydı var. Yargıtay, "Bu kayıtlar mahkemeye getirilmeden sanığa gösterilmedi ve onun fikri sorulmadı, dolayısıyla bu dava düşer" diyor.
Sanık bir Ergenekon sanığı veya bir asker olmadığından, meşhur olmadığından onun hakkında alınan çok önemli bir karara gazeteciler ilgi göstermeyebiliyorlar.
Oysa kararın önemi, hukuk normu oluşturması. Eğer siz "Karar adi suçluyla ilgili" diyerek konuya yeterince önem vermezseniz, bir gün siyasi ve önemli isimlerin yer aldığı yargılanmalarda da dava düşüverince çok şaşırırsınız.
Habertürk Televizyonu muhabiri Yasemin Hanım'ın dikkati olmasaydı, bu çok önemli gelişmeden haberimiz olmayacaktı.
Bazen hukukta çok önemli evrensel normlar, adi suçlular hakkında yüksek mahkemelerin verdiği kararlarla tayin edilir.
Şimdi size 1966 yılında yaşanan bir olayı anlatacağım. Amerika'nın Arizona Eyaleti'nde Ernesto Miranda adında bir kişi, 18 yaşında hafif zekâ geriliği bulunan bir kızı kaçırıp iğfal etmek suçundan yakalanır ve mahkemeye çıkarılır.
Avukatları yaptıkları başvuruda, yakalanma sürecinde teknik bazı hataların yapıldığını öne sürerler. Ve sonuçta suçlanan insanlarla ilgili, çok önemli ve evrensel norm oluşturan bir karar çıkar. "Miranda kararı" olarak bilinen bu kararla, bir kişi tutuklandığı anda kendisine "susma hakkının bulunduğu, avukatı gelinceye kadar konuşmama hakkının olduğu" söylenmezse, hakkında açılan dava da geçersiz olacaktır. Nitekim Amerika'da şahit önünde adam öldürüp de "Miranda hakkı ihlal edildi" diye hapisten çıkarılan insanlar vardır.
Biz suçun niteliğine değil ortaya konulan kuralın demokrasi ve insan hakları açısından geneldeki yararına bakmalıyız.

BİR GÜN HEPİMİZİN İHTİYACI OLABİLİR
Yargıtay'ın aldığı son karar, Türkiye koşullarında "Miranda kararı" kadar önemlidir. Çünkü ses ve görüntü kaydı kirliliğinin yaşanmakta olduğu bu ülkede, bunlara dayanılarak açılan bir davada Yargıtay'ın kararına bir gün kimin ihtiyacı olacağı bilinemez. Yargıtay da bu tür evrensel hukuk normlarını oluşturmak için vardır. Bazı kurumlar, ideoloji ve siyaseten nötr olmalılar ve öyle de tutulmalılar. Önemli olan, üst mahkemelerin aldığı kararların, her vatandaşın insan haklarını ve demokratik haklarını ne kadar güven altına aldığının görülmesidir.

                                                      ***

BEN ARTIK BİTTİM

Bana olması imkânsız gelen gelişmelerin fazla gayret gösterilmeden olabilir kılındığını defalarca görmüş olsam, artık hiçbir şeye karışmama kararını almış olsam bile, bizimkilerin seyahatinden yine de tedirgin oluyorum, elimde değil. Normal bir insanın tamamen stressiz ve sorunsuz çıkıp geri dönebileceği bir seyahat, Rana'nın elinde o kadar potansiyel stres ve sorun içeren hale dönüşüyor ki sadece uzaktan sessizce izlerken bile hastalanabiliyorum.
Baktım gece çok itinalı bir biçimde bavul topluyor. Acaba evi tamamen terk edip başka bir eve mi taşınıyor diye düşündüm; çünkü bu kadar çok bavul olması mantıki değildi. "Niye bavul topluyorsun ki, onlar nasıl olsa yolda kaybolacaklar" dedim ki bu benim deneye dayanan gerçekçi fikrimdir. Eskiden sadece tek bir uçuştan ibaret olan seyahatlerde bile bavul kayboldu. Bu gidişlerinde farklı havayollarıyla aktarmalı uluslararası uçuşta, o bavullardan bir tanesinin bile istenilen yere gitmesi mümkün değil. Ancak bunun stresini o hiç çekmiyor, sadece ben maksimum stres içindeyim. Çünkü bavulların kaybolduğu ortaya çıkınca hangi ülke ve hangi kıtada olursa olsun beni arayıp "Bavulları bul" diyeceğini biliyorum.
Artık geceleri uyumayı da bıraktım. Önceki gece bir ara uyuklayabilmişim, tam o sırada sabaha karşı Rana başımda belirdi ve beni şu soruyla uyandırdı: "Amerikan vizesi olanlar Kanada'ya gezmeye gidebilirler mi?" Şaşkınlık ve sinirden az daha felç geçiriyordum. Ben yolculukları hakkında stresten uyuyamıyorum, o ise Amerika'dan Kanada'ya gezi planları yapıyor.
Tutamadım kendimi ve patladım, "Bu dünyada biraz mantığı olan, aklı başında olan hiçbir insanın Kanada'yı ziyaret için nedeni olamaz" dedim. "Kanada'yı sevebilenler benim düşmanımdır" da dedim ve sonra ona "İskoçya'nın Son Kralı" filmini hatırlattım. Filmin başında evinden gitmeye karar vermiş genç doktorun hangi ülkeye gideceğine karar vermek için odasındaki küreyi döndürüp parmak bastırdığı sahneyi anlattım.
Gencin ilk denemesinde, parmağı kürenin üstünde Kanada'da kalır ve hiç tereddüt etmeden tekrar denemeye karar verir. Tekrar döndürür küreyi ve bu sefer parmağı Uganda'yı seçer. Genç bir dakika bile düşünmeden çantasını alıp gider o ülkeye. Filmin bu sahnesi, benim Kanada hakkındaki genel tavrımı açıklıyordur umarım.
Hem sonra Amerika ile Kanada arasındaki ilişkiler, Abdullah Öcalan Suriye'de otururken Türkiye-Suriye arası ilişki kadar da kötüdür. Ayıp olacağını düşünerek kendini tutuyor olmasa, ABD en fazla 27 saniye sürecek bir savaşta Kanada'yı bu yeryüzünden tamamen silmeyi bile düşünmektedir.
Kanada seyahatinden vazgeçti mi bilmiyorum ama bazı gemi seyahat şirketlerinden gelen mektuplar da var. Galiba Kuzey Kutbu'na gezmeye gitmeyi de düşünüyorlar. O gezi Seattle'dan başlıyor ve geziyi kızak üstünde yapmayacaklarsa gemiyle yapmak da bir opsiyon tabii ki.
Rana ile ben, birbirine paralel tamamen farklı dünyalarda yaşıyoruz. Beni tek rahatlatan, daha önce çıktığı gezilerde bana ne kadar anlamsız ve imkânsız gelirse gelsin her sorunun onun istediği şekilde çözüldüğünü görmüş olmamdır.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp