Top
25/07/2010

Kendi yolcu uçaklarını da düşürdüler

İKİ günlüğüne İngiltere'deyken uzakta olduğumuz için dikkatimizden kaçabilecek bir tuhaf gelişme oldu. İngiltere Başbakanı, Başkan Obama'yı ziyaretinde Lockerbie'de yıllar önce düşürülen yolcu uçağının dosyalarına bir daha bakılması üzerinde hemfikir kalındı.
Belki de dosyada kalmış olabilecek son delillerin ortak analiz sonucunda silinmesi için anlaşmışlardır diye düşündüm ben.
Çünkü o korkunç olayda, yine büyük devletlerin kendi vatandaşlarının hayatını acımasızca alarak bir plan uygulamaya çalıştıkları yolunda kuşkular var.
Bu kuşkularımızı güçlendiren bazı gelişmeler oluyor.
Olaydan hemen sonra bir Libyalı (ki ülkesi o dönemde Amerika'nın sıcak savaş hedefindeydi) hapisle cezalandırıldı. Sonra hapis cezasını çekerken kanser olduğu söylendi. Devlet birimlerinin atadığı doktordan bir hafta içinde ölür raporu aldı ve insani nedenlerle tahliye edildi.
Bu olaydan sonra neredeyse bir yıl geçti, bir hafta içinde öleceği söylenen Libyalı hâlâ ülkesinde yaşıyor.
Amerikalılar, adamın kendilerine danışılmadan salındığını avunuyor. İngilizler daha önceki hükümet tarafından salındığını ve şimdiki başbakanın bir sorumluluğu olmadığını söylüyorlar.
Şimdi İngiltere ve ABD, Lockerbie uçak düşüşüyle ilgili dosyayı yeniden görmeye karar verdiler. Görseler ne olur görmeseler ne olabilir ki? Adam dosya açıldı diye gönüllü gelip hapishaneye girecek değil ya. Dosyayı yeniden incelemenin tek bir amacı olabilir: Artık Libya devletinin elinde olan adamın anlatacakları nedeniyle ABD ve İngiltere'ye karşı suçlamalar getirmesi ihtimaline karşı dosyada kendilerini olaydan tamamen silen düzenlemeleri yapacak olmaları ihtimali büyük.
Şimdi bazılarınızın, "Bir devlet kendi vatandaşlarına zarar vermeyi bile göze alıp böylesine katliamlar yapabilir mi" diye sorduğunu duyar gibiyim.
Buna verilecek kısa cevabım, "Evet yapabilir ve yapıyorlar da" olacak. İsteyen buna, "Komplo teorisi yapıyor" da diyebilir. Geçmişte bu tür komplolar birçok devletin tarihinde maalesef var.
Yönetici sınıflar, bazı ezoterik inançlarla da desteklenen uzun vadeli hedefleri doğrultusunda kısa vadede kendi masum vatandaşlarını bile ölüme yollayabiliyorlar.
Bence bunun son örneği 11
Eylül saldırılarında ölen insanlardır.

PKK DA BİR DEVLET OPERASYONU MU?

Bunlar, mücadele edeceğiz diye terörist yaratma operasyonlarının bir parçasıdır.
Şimdi elimde "Secret Affairs: Britain's Collusion With Radical Islam" adlı bir kitap var. Kitapta bugün düşman denilerek savaş açılan birçok İslami terörist örgütün, bir süre önce bizzat İngiltere tarafından nasıl kurulup büyütüldüğü incelenmiş. Bunu okurken ister istemez PKK'nın devlet tarafından bazen korunup kollandığı yolundaki kuşkuların da belki o kadar temelsiz olmayabileceğini düşündüm.
Daha önce de söylediğim gibi, dünyanın bir de gizli tarihi var ve belki de o gizli tarih, gerçeğin tam kendisi olabilir.
"Öteki Gündem" programımızın açılışında da söylediğim gibi, anlatılan her şeye inanmamız gerekmiyor ama önemli olan, bize tuhaf gelebilecek bazı bağlantılara, hedeflere bazı insanların inandığını ve bunun için hayatta her şeyi yapmaya hazır olduklarını unutmamaktır.
Bu yüzden bize ne kadar çılgınca gelse, ilk bakışta ne kadar deli saçması komplo olarak da gözükse, birtakım kuşkuların peşine düşüp iz sürmeliyiz.
Ben, İngiltere ve Amerika'nın, ortak bir operasyonla kendi vatandaşlarını taşıyan uçağı Lockerbie'de düşürdüklerine inanıyorum. Çünkü o dönemde yeni düşmanlara ihtiyaçları vardı.

Lüksü yaratmak

BEN üretim alanını gezinceye kadar Vertu adında bir cep telefonu markasının olduğunu bilmiyordum. Satış fiyatını öğrenince, bilmememin nedeni anlaşıldı. Ortalama 5 bin Eu-ro'dan satılıyormuş bunlar. Üzerindeki malzemenin farklılığına göre fiyat daha da yukarı çıkabiliyormuş. Üreticilerinin kafası çok net. Benim gibi insanlar, şirketin öncelikli hedefi değiller; özetle söylemek gerekirse onlar araba olarak Ferrari'yi tercih eden insanları hedefliyorlar.
Böylesine ürünlerin yaratılma ve üretilme süreçlerini hep merak ederdim. Londra'ya bir saat uzaklıktaki Vertu cep telefonunun üretim merkezini gezip yaratıcılarla konuşunca nelere dikkat edildiğini gördüm.
Üretim sürecinde şık tasarımlı telefonun her bir parçası, kendilerine sanatçı denilen ustalar tarafından monte ediliyor. Zaten ustaların büyük bölümü lüks saat sektöründen transfer edilmiş ve Vertu lüks saat endüstrisine yakınlığını telefon açılır açılmaz karşınıza bir lüks saat ekranı göstererek belli ediyor. Saat üstündeki kıymetli taşlarla uğraşan farklı bir usta grubu var. Sürekli dünyanın her bölgesinden gelebilecek model isteklerine uygun araştırmalar yapılıyor. Arapların gösteriş anlayışı Japonlarınkin-den farklı tabii ki ve Vertu, farklı modellerle ikisini de tatmin etmeye uğraşıyor. Elde tutulurken cep telefonlarının terden tahrip olması süreci de varmış. Şirket dünyada bölgelere göre değişen 15 farklı ter olduğunu tespit etmiş ve her yöreye göndereceği telefonu o ter özelliğine göre yapıyormuş. "Hangi ter en kötüsü" soruma bir türlü cevap alamadım. Siyaseten doğrucu davranmak istiyorlardı galiba ve ben böylece bazı bölgelere yönelik önyargılarımı tatmin etme fırsatını kaçırdım.
Ferrari için çıkardıkları özel telefonda, arabanın üretiminde kullanılan metalleri kullanmışlar ve telefonun çalma sesi Ferrari arabasının çalışma sesiymiş. "Kim isteyebilir böyle şeyi" diye sorduğumda, "Sayıları size söylesek şaşırırsınız" cevabını aldım; lüks yaşamın kendisine özgü kuralları var tabii ki.
Baş tasarımcı California'da yaşıyor ama tanıdığını söylediği Monocle Dergisi'nin Yayın Yönetmeni Tyler Brule'den bile daha fazla seyahat ediyor. Bu da önemli; çünkü Tyler Brule bildiğim kadarıyla her hafta içinde üç farklı kıtada rutin olarak yaşıyor. Tasarımcı, modayı ve stil değişimlerini daima yakından takip etmek zorunda; çünkü yeni telefon modellerini oradan esinlenip tasarımlıyor. Bana gösterilen telefonlarda bir "concierge" sistemi var ki ben bunu çok sevdim. Telefonların üstüne bir concierge tuşu da koymuşlar. Örneğin, bir İngiliz zengini Bodrum'da diyelim... O gece bir yat kiralamak istedi, gezebileceği koyları öğrenmek de istiyor ve yarın da bir helikopterle İzmir'e gidecek. Tuşa basıp concierge'i arıyor. Kendisine özel hizmet veren bu servis, telefon sahibinin bütün bu isteklerini yerine getiriyor. "Karşı tarafta çıkan bir bilgisayar mı" diye sordum, hayır "canlı"ymış. Bilgili uzmanlar sağlıyormuş hizmeti, yani kendinize özel bir yaşam koçu ile konuşuyorsunuz telefonunuz sayesinde. Şık görüntüsüyle ve sağladığı imkânlarla tam anlamıyla lükstü her şey bu telefonda. Bu tür üretimlerin kitlesel üretimden daha zor olduğu da kesin.

Bir felaket olacaktı

HEP yazıyorum, ben fantastik düzeyde sakarım, ayrıca başımın üstünde bir uğursuzluk, cenabetlik bulutu da sürekli dolaşır. Umulmadık yerlerde öyle işler yaparım ki, hem çevredekiler hem de kendim şaşırabilirim buna.
Örneğin, önceki gece “Öteki Gündem”in başlangıç şovuna girecektik. Stüdyonun kapısında, çantamı unuttuğum gerekçesiyle birden geriye döndüm ve anında yere kapaklandım. Tam bu esnada stüdyodan Ece Üner çıkıyordu, önümden de Pelin Çift gidiyordu ve ben durup dururken yere düşerek tüm zamanların en dehşetengiz karizma çizilmesine uğramıştım. Pelin, şüphelendiğinin sonunda olduğunu ve benim ilk programımıza tamamen sarhoş biçimde katıldığımı sanarak dehşete kapılmıştı, bunu suratında gördüm. Bilmiyor ki böyle düşmeleri ben sadece içki içmediğim zamanlar yaşayabilirdim ve canlı yayında daha fazla kaza olmaması isteniyorsa bana acilen içki bulunmalıydı. Ama kimse anlamıyor ki beni.
Tanesi 5 bin Euro’dan satılan telefonların üretildiği alanda gezerken de korkudan ecel terleri döktüm. Bir ara elimde beş ayrı telefon birden vardı ve ben bazen elime fazla gelen eşyaları birden fırlatabilirim. Zira daha önce oldu böyle şeyler. Bunları da gayri ihtiyari fırlatsaydım, bu en azından 25 bin Euro anlamına gelecekti, bu nedenle kendimi çok tuttum. Üretim alanından çıkınca düz yolda yürürken düşerek stres attım.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp