Top
24/07/2010

12 Eylül için tarihi yeniden yazmak

 

12 Eylül tartışmalarını izlerken George Orwell’ın 1984 romanını hatırladım.
Romanda totaliter sistemin partisinin adamları, her gün, o günün şartlarına uygunluk sağlansın diye tarihi yeniden yazıyorlardı. Günün şartları ne gerektiriyorsa tarih, o şartları haklı çıkartacak şekilde yeniden yazılıyordu ve bu yeniden yazma işlemi her gün tekrarlanıyordu. Ertesi gün şartlar değişirse, eğer parti çıkarları gerektirirse tarih bir gün önce yapılanın tam tersi yönde tekrar oluşturuluyordu.
12 Eylül üzerine son zamanlarda söylenen lafları biraz da şaşkınlıkla izliyorum. Bizzat yaşamamış olsaydım belki yiyebilirdim o denilenleri, ama dönemi en iyi bilen insanlardan biriyim, yemem yani.
Kim ağlarsa ağlasın, kim bizim çocuklar daha fazla acı çekti derse desin, 12 Eylül’den kim nemalandıysa nemalandı, bana ne, bunların dışındayım ben.
Her taraf 12 Eylül’le ilgili tarihini kendi gün şartlarına göre yeniden yazıyor. Bu konuda da AKP açık farkla önde.
Onlar günün şartlarına göre tarihi yeniden yazmak işini çok iyi başarıyorlar.
Orwell
’ın kitabında bir de Newspeak adlı özel bir dilin kullanıldığı da anlatılır totaliter toplumda. Newspeak, olan biten hiçbir konu hakkında gerçek bilgi vermeyen, hatta olan bitenin üstünü kapatmaya, açıklamak yerine gizlemeye yarayan özel bir dildir.
Günümüzün Türkiye’sinde Newspeak türünde yeni bir dil kullanılmaya başlandığı da kesindir.
“Anayasa referandumunda aslında ne oylanıyor, 12 Eylül’de gerçekten ne olmuştu”
, bunu sorgulamaya o dili kullanarak başlarsanız sonuçta hiçbir şeyi anlatamayacağınız gibi o dile başlamadan önce biraz anlamaya başlamış gibi olduklarınızı da unutabilir, karıştırabilirsiniz.
Newspeak ve tarihin her gün yeniden yazılması gibi Orwell’ın ürettiği kavramların Türkiye’ye çok uygun gelmesi, burada tartışmaların her tarafında yer alan insanların muhakkak bir de gizli ajandası olmasından kaynaklanıyor.
Bu tür gizli ajandalar olduğundan herkes, aslında dediğinin onu söylemediği, her söylenilen lafın aslında çok farklı anlamlar taşıdığı bir konuşma biçimini benimsemek zorundalar. Böylece, “Aslında biz darbecileri yargılıyoruz” diyenler, aslında darbecileri filan yargılamıyor. Liberal olmanın bu Anayasa’ya evet denilmesini gerektirdiği söylenince kafalar daha da karışabiliyor; çünkü Orwell’- ci toplumda liberal olmanın anlamı tamamen yabancılaştırılmış durumda. CHP yeni Anayasa’ya karşı olduğunu söylüyor ama neden karşı olduğunu, tehlikenin ne olduğunu tam açıklayamıyor.
Herkes bir tehlike olduğunu biliyor ama bunu halka açıklamanın daha da tehlikeli olacağını düşünüyormuş gibi tuhaf konuşuyorlar.
Marksistler tarihi yeniden yazmaya ihtiyaç duymayan tek toplum kesimidir; çünkü tarihi yeniden yazmakla kazanacak bir şeyleri yok. 12 Eylül’ün gerçekte ne olduğunu, insanlara ne yaptığını da gerçekten bir tek onlar bilirler.
Dolayısıyla yemezler yalanları, yemeyiz.
Ben referandumda nasıl oy vereceğimi, Marksistlerin tartışmalarını okuyup düşüncelerini öğrendikten sonra belirlemeye karar verdim.

Mavi oje
BİR defasında New York’tan döndükten iki gün sonra Rana telefon açtı ve “Bir daha New York’a hiç gitmeyeceksin, şehri bundan böyle ancak filmlerde görebilirsin” dedi. Yapmış olabileceğim rutin hataları tek tek düşündüm ama hayır, onlardan hiçbir tanesini Rana duymuş olamazdı. Sonra odamda ipucu olarak bulmuş olabileceği şeylerin bir listesini çıkardım ve kontrolleri yaptım bir bir. Onlardan da bir şey çıkmazdı; çünkü içindeki hap miktarları eksilen Levitra kutularını bile yenileriyle değiştirmiştim.
İpucu bırakmamak konusunda çok titizdim. Düşünürken birden başımdan aşağıya soğuk sular dökülüverdi. New York’taki alışveriş faturalarım masamın üzerindeydi. Gerçi Village’daki seks dükkânından yaptığım alışverişin faturasını çoktan atmıştım ve Bayan Yuki, servislerini müşterilerinin kredi kartına danışmanlık hizmeti olarak kaydettiriyordu. Yani orada da yakalanma imkânım pek yoktu. Tam bunu düşünürken L’Occitane’den aldığım parfüm geldi aklıma. Gerçi parfümü kendime almıştım ama bu Rana’nın bana direkt olarak, “New York’taki sevgilin hangi semtte oturuyor? Umarım Brooklyn’de değildir” sorusunu sormasını engellemedi. İlk önce hangi semt dersem daha inandırıcı olurum diye düşünsem de sonra aklıma geldi, kendime aldığım parfümü gösterdim de iş tatlıya bağlandı. O kriz nasıl olduysa kısa sürmüştü.
Geçenlerde 2 günlüğüne İngiltere’ye gittim. Bir arkadaşım yola çıkmadan önce kızı için mavi renkli oje almamı söyledi, ben de unutmayayım diye kâğıda yazdım bunu.
Vukuatsız döndüm, sonra ilk gün yorgun argın eve gelince odamda masama oturdum ve gözüm masanın tam ortasında durmakta olan kâğıda ilişti. Kâğıtta, “Mavi oje alınacak” yazıyordu, altında ise Rana’nın yazdığı not parlıyordu. “Çok enteresan, bizimki şimdi de egzotik bir sevgili bulmuş” diyordu notunda. Ben notun “şimdi de” bölümüne özellikle takarak uzun süre derin düşüncelere daldım
Bende bir cenabetlik, uğursuzluk var muhakkak; çünkü bu kadar basit ve masumane bir işlemin böylesine yanlış gidebilmesi de başka türlü mümkün değil.
Ben o notu gördükten sonra, her rasyonel erkeğin yapması gerekeni yaptım ve bavulumu toplamaya başladım. Evden çıkıncaya kadar eğer Rana benimle konuşursa diye, ne olur ne olmaz diyerek bir de vasiyetname yazıp masamın gözüne koydum.
Sonra Rana odaya geldi. Ben direkt olarak, “İstersen intihar edeyim, yok istersen doğal haline bırak. Bu kadar stresten sonra ancak birkaç yıl yaşarım nasıl olsa” dedim. Ayrıca, “Belki de bu kadar radikal çözümlere gerek kalmayabilir. Biz, ojeyi kızı için isteyen arkadaşımıza telefon açıp konuyu açıklığa kavuşturabiliriz” de dedim ve ekledim: “Bu sonuncusu bir opsiyon değil, biliyorum ama yine de söyleyeyim dedim.”
Genelde imkânsız olan, bu kez nedense oldu. Rana hayatında ilk ve büyük ihtimalle de son kez rasyonel olan açıklamayı hemen kabul ediverdi ve ben hâlâ bu sayede yaşıyorum.

Cool Britannia
İNGİLTERE’nin tekrar modern yaşamın merkezi olduğunu, güzel ve stilli olanların Londra’da yaşayıp çalıştıklarını anlatmak ve ülkenin başkentinin, kaliteli şekilde eğlenip yaşadığını göstermek için bir zamanlar “Cool Britannia” kavramı icat edilmişti. Okuduklarımdan zaten biliyordum, şimdi gittim bizzat da gördüm; İngiltere artık “cool” filan değil. Suyu ısınıyor İngiltere’nin. İmparatorluk günlerinden devralınan herhangi bir kalite de yok etrafta. İngiltere Başbakanı’nın Beyaz Saray görüşmesinde söylediği gibi, artık ikinci dereceden bir güç haline gelmiş. O bile ancak hayalinizi bayağı zorlarsanız öyle.
Cool Britannia, artık Piccadilly Circus Meydanı’nda hediyelik turistik eşya satan dükkânın adından ibaret.
Aynı meydanın civarında merkezi bulunan eskinin muhteşem İngiliz gizli servisinin adamları, bu güçten düşüşü seyrederken kimbilir içlerinden neler geçiriyorlardır.
İngiltere’nin hâlâ en etkili olduğu ve mükemmel çalıştığı alan, bizim gibi ülkelerde bu ülkeye hâlâ gitmek için nedenleri olabilen insanlara vizeyi zor vermekte oluyor. O alanda müthiş başarılılar. Vize vermedeki çıkardığı zorluklara bakarsanız, bu ülkeye gidemeyecek olsanız çok şeyler kaçıracağınızı filan sanırsınız.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp