Top
22/07/2013

Türkiye'nin şok terapisi

İTİRAF etmeliyim ki Türkiye'de ve bölgemizde yaşananları rasyonel biçimde açıklama imkânından artık yoksunum.
Evet, buna girişen herkesi dinliyorum ve okuyorum ama hâlâ daha tatmin olmadım.
Yaşanmakta olanları düşündükçe içine düştüğüm duyguları sadece şok ve korku olarak nitelendirebilirim.
Bu duygularımı açıklayabilmek için kafamın içindeki arama motoruyla belleğimdeki kullanılmış kitaplar kütüphanesinde bir arama yaptım.
Naomi Klein'ın "The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism" adlı kitabı arama motorumda belirdi.
Naomi Klein global düzeyde çok tartışılan o kitabına Milton Friedman'dan bir alıntıyla başlıyordu: "Bir ülkede kriz koşulları veya yaklaşan bir kriz algısı yoksa gerçekten radikal yapısal düzenlemeler yapılamaz" diyordu Chicago Okulu'nun kurucusu ünlü ekonomist.
O sözden ve Friedmancı ekonomi politikalarının uygulamalarından yola çıkan Naomi Klein, ondan sonra psikiyatride bir dönem yaygın kullanılan şok terapi uygulamalarını incelemeye geçiyordu.
Nasıl ki şok tedavileri hastayı itaate yönlendirip sakinleştirebiliyorsa, ülkelere de şok terapileri uygulandığı zaman, yani krizler çıkarıldığı ve ülke halkı korkutulduğunda normal zamanlarda uygulanamayan bazı politikaların artık uygulanmasının mümkün olduğunu anlatıyordu Klein.
Kendi içimize ve hemen çevremize baktığımda bende uyanan şok ve korku duygularının en uygun açıklama modeli olabilirdi bu model.
Bence Türkiye şok doktrinini bir devlet politikası olarak kabul etmiş gözüküyor.
Bölgemizde yaşananlara bakınca ne demek istediğim anlaşılabilir. Uzun yıllardır alıştığımız müdahaleci olmayan, laik ilkelere göre oluşturulmuş dış politikamız öylesine radikal ve hızlı biçimde değiştirildi ki, ilkeler öyle bir dinselleşti ki hem global hem de bölgedeki ülkeler ve güçler alıştıkları bölgesel rolün dışında öylesine bir Türkiye ile karşılaştılar ki yaşanan şok nedeniyle tüm dengeler yerinden oynadı. Öylesine oynadı ki bu bir bölgesel sosyal siyasi deprem etkisi yaptı. Şok doktrini Türk dış politikasında başarıyla uygulanıyordu, ama şimdi asıl mesele yerinden oynatılan bütün dengeleri kendimize zarar vermeden nasıl başarıyla toparlayacağımızdı.
Başbakan Erdoğan'ın dediği gibi bölgedeki bazı ülkelerin yaşadıkları sorunlar bizim iç sorunumuz gibi yani onların yaşadığı şoklardan biz de nasibimizi alıyoruz.
Aslında kendi şok terapilerimizi, yaratmak için dışardan etkilere fazla ihtiyacımız yok gibi. Bizler kendi söylemlerimizle tavırlarımızla karşımızdakine kullandığımız lisanımızla ülkede yeterince korku ortamının oluşmasına çoktan yetiyoruz.
Ben bazı konularda söylemlere, verilen mesajlara, atılan adımlara, kullanılan lisanın şok içeriklerine baktığımda "Artık bu da olamaz, bir yanlış anlama olmalı; çünkü artık bu da söylenmez, bu da yapılmaz" demeye başladım.
Her defasında ne yazık ki ortada bir yanlışlık olmadığı ortaya çıktı. Toplumda her düzeyde sorumluuk sahibi olması gereken insanlar bu tür söylemler içinde olunca tabii ki biz vatandaşlar olarak korkuyoruz her düzeyde şok terapisi, bize de uygulanıyor. Bazı kişilerce bizler için kurgulanan geleceğin içeriğini anlamaya başladıkça en doğal haklarımız olması gereken konularda güçlülerin neler düşündüğü ortaya çıktığında, hayat tarzı tartışmaları patlayıverdiğinde, verilen şokun dozu artıyor daha da korkuyoruz.
Evet bugün Türkiye'de insanlar birbirlerinden korkmaktadır. Korkanlara şunlardır, buradandır diye bir isimlendirme yapmayacağım, çünkü burada önemli olan kimin haklı olduğu değil toplumda korkunun hâkim edilmesidir. Gelecek endişesi yarın acaba neler olacak veya bu akşam bir şey olur mu, ortam tekrar gerilecek mi korkusu herkesi sarmış durumda.
Şok doktrini aslında ekonomik ilişkilere daha uygun bir doktrindi ben bunu siyasete ve sosyal ilişkilere dış politikaya uyarladım ama bizde işin ekonomi boyutu da eksik değil. Acımasız bir sermaye birikimi ve yeni zenginler yaratma süreci, sermayenin el değiştirmesi, insanların ya işimi kaybedersem, ya kurduğum işi elimden çıkarmak zorunda kalırsam korkusunun olduğu bir ortamda yaşanıyor.
Dış politikadan iç ilişkilerimize oradan ekonomiye hayatımızın her alanında korkularla birlikte yaşamaya alışık hale geldik.
Doktrin bu durumlarda korkutarak kıvamına getirilen toplumlarda en radikal olan ve normal zamanlarda en zor düşünülecek değişimlerin yapılabileceğini söylüyor.
Ama Türkiye'de şimdi başka bir şey daha olması ihtimali gelişiyor, korkutmanın dönüştürücü gücüne inanarak hareket edenler buna da çok dikkat etmeliler.
Bazen ülkelerde korku eşiği öyle bir aşılır ki, defalarca... İnsanlar bazen de korkuyu kanıksamaya başlarlar, şok terapileri artık onları yola sokmaya yaramaz.
Eğer Türkiye bu aşamaya da gelirse ki bunun ihtimali var gördüğüm kadarıyla, ben bundan da korkarım, bu da ciddi bir sosyal karmaşa olacak demektir.
Anlayacağınız ben her durumda korkmaya, şok olmaya mahkûmum bu ülkede. Başka hiçbir şansım yok. Hayırlısı olsun başka ne diyeyim?

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp