Top
20/08/2010

Türkiye'nin kıvılcım anı veya bizim 1.618'imiz

"Tipping Point" adlı kitabında Malcolm Gladwell, küçük bazı değişimlerin nasıl da önemli olduğunu, bu küçük değişimlerin zaman içinde birikmesiyle "kıvılcım anı"na (tipping point) varıldığını, işte o noktada büyük değişimin önüne geçilemeyeceğini anlatır.
Birçok dostum bana iflah olmayan iyimser diyor ama ben Türkiye'nin de kendi kıvılcım anına yaklaşmakta olduğunu görüyorum. Bu süreci "Ülkemiz kendi altın oranını da buluyor" diye anlatabilirim.
Geçen hafta Öteki Gündem programımızda bu altın oranın ne olduğunu detaylı tartıştık. Doğada, sanatta, insanlık tarafından güzel kabul edilen her şeyde bu oran tutturuluyor. Bir rakam bu, insan yüzünde enine boyuna bu oran bulunduğunda veya bir tabloda oran tutturulduğunda hem o insan hem de tablo güzel oluyor. Tabiatta güzel sayılan her canlının ölçülerinde de bu oranın tutturulduğu biliniyor. Enlem boylamı alıp birbirine böldüğümüzde dünyanın altın oranı da Mekke'ye düşüyor, Mekke içindeki oran da Kabe'yi işaret ediyor.
Ben ülkelerin de kendi içlerinde bir altın oranlarının bulunduğunu düşünüyorum. Bu nüfusla, soy sopla alakası olan bir şey değil. Manevi bir ölçüm bu, dolayısıyla diğer güzellikler gibi matematiksel kesinliğinin ortaya konulması pek kolay değil. Ama bunun tutturulmaya başlandığını da hissedebilir insan. Kıvılcım anına gidişte siz bazı şeylerin olumlu gitmeye başladığını hissedersiniz ve o an geldiğinde, kıvılcım yandığında toplum da 1.618 oranını tutturmuş olur.
Türkiye'nin derindeki temel sorun, inancı ele alış farklılıkları ve hayat tarzı farklılıklarına gösterilen yaklaşımlardaki uyumsuzluktur.
Şimdi görüyorum ki hayat bizde bir değişimi istesek de istemsek de başlatmış durumda.
Seküler gelenekten gelen insanlar inanca daha saygılı, daha anlamaya çabalayarak yaklaşıyorlar; inançlı insanlar da seküler insanları tamamen dışlamamaya başladılar, onların kaygılarını, arzularını anlamaya çaba gösteriyorlar. Hatta bazı durumlarda uygun koşullar sağlandığında seküler hayat tarzını paylaşıyorlar da. İki yandan birbirine yaklaşıyor insanlar. Ortalamayı, makul olanı, toplumun altın oranını bulacaklar.
Toplum 1.618'ini yakında bulacak. Bu müthiş dengeyi dünyada ancak Türkler kurabilirdi. Türkiye bunu başaracak. Kıvılcım anını ertelemeye çalışanlar olabilir, 1.618'imizi tutturmamızı istemeyenler çıkabilir ama bu gidişat bize geleneklerimizden, kültürümüzden, alışkanlıklarımızdan gelen bir miras ve bir güç. Bu gidişatın önünde kimse duramayacak, buna emin olun.


Yoksa Marduk gerçek mi?

Yıllar içinde 2012 yılında geleceği söylenen Marduk gezegeni hakkında birçok kitap okudum. İnanırım da ha, ama tarih yaklaştıkça, belki korkudan belki psikolojik savunma mekanizmam nedeniyle gezegenin gelmeyeceğini söylemeye başladım. 2012'de olacağı bahsedilen sonun, fiziksel bir son değil manevi bir son ve bir yeni başlangıç olduğunu söylemeye başladım. Bütün felaketler gökyüzünden gelir. O kitaplarda son gelirken yaşanacak olaylar da anlatılıyor ve maalesef ben bugün dünyamızdan gelen felaket haberlerine baktığımda her birinin o çalışmalarda anlatılan senaryolara uyduğunu görüyorum. Eğer dünyamıza büyük bir gezegen yaklaşıyorsa sel de olur, yangın da, deprem de.
"O kadar büyük bir gezegen bugüne kadar görülmeliydi" diyorsanız benim gibi, belki çoktan görülmüştür de panik çıkmasın diye söylemiyorlardır diye de düşünebiliriz, ama daha az paranoyak biçimde dün çıkan haberi de okuyabiliriz. "Tarihin Akışını Değiştirecek Keşif" başlığıyla verilmiş haberde, koşulları dünyaya benzeyen ama dünyadan çok daha büyük olan gezegenlerin keşfedildiği anlatılıyordu. Belki Marduk da bugüne kadar keşfedilememiş bu gezegenler gibi daha sonra görülecektir. Stephen Hawking, "Kaçın bu dünyadan" dedi, acaba son yaklaşırken dünyaya benzeyen bu gezegenlere gizli bir yolculuk mu planlanıyor, ne dersiniz?


HELAL ŞARABIN ANLAMI
Piyasa helal sertifikalı şarap sürüldü. Böyle bir ürüne neden ihtiyaç duyuldu, bunu iyi anlamalıyız. Türkiye'deki değişimi doğru okumamız için böylesine ilk bakışta insana küçük gibi gelebilecek değişimleri iyi anlamamız gerekiyor.
Güç odaklarından gelen, "Şimdi değişim sırası TÜSİAD'a geldi" mesajlarından da anlaşılabileceği üzere, Türkiye'de artık TÜSİAD'ın gücünün sorgulanması zamanının geldiğine inanılıyor. Başbakan bu konuda çok net konuşuyor, TÜSİAD'a "Anadolu sermayesine yaklaş" diyor.
Anadolu sermayesi, inanca önem veren işadamlarından oluşuyor. Fakat onlarda da bir "tersinden sekülerleşme" (secularization from reverse) yaşanıyor. Yatırımlar yapmak, zenginleşme, kuşak değişimiyle moderne yaklaşmak İslami elitlerini yaratıyor. Modernleşme sürecimizin bir aşamasında seküler işadamları arasında yaşanan elitler yaratılması, şimdi de İslami kesimde görülüyor.
Bu süreçlerin normal yaşanabilmesi için ülkelerde sosyal mobilite olması gerekiyor.
Türkiye de fırsat eşitliği sağladığı gibi sosyal mobiliteyi de sağlıyor.
Zenginleşmiş İslami elitler, inançlarından taviz vermeden, seküler yaşamın bazı bölümlerini yaşamak istiyorlar. Böylece paylaşılan bir ortak yaşamımız, yani yeni bir kültürümüz oluşuyor. Bu toplumun sekülerleşmesi açısından çok önemli bir süreç. Sekülerleşme bazılarının sandığı gibi inancı reddeden bir süreç değildir, aksine inancı modern yaşamın koşullarına uyumlu kılan ve inançlı insanların modern yaşamdan tamamen dışlanmadan yaşamalarını sağlayan sistemdir.
Helal şarap meselesini bu bağlamda ele alırsak, seküler insanların şarap içerek sosyalleştiği ortamlarda yeni zengin İslami çevreler de sosyalleşerek bulunacaklarsa "helal sertifikalı şarap" bunun bir aracı olabilir. O tür sosyalleşmelerde amaç içki içmek olmadığından, diyalog açıp anlaşmak olduğundan, bu tür küçük adımlarla biz büyük diyaloğumuza başlayacağız ve kıvılcım anımızı yakalayacağız. Buna inanıyorum.


Ne uyarsa...
NSANA ait her şeye, zayıflıklarına, arzularına, önyargısız, doğru yaklaşımı en iyi anlatan film bence Woody Allen'ın "Whatever Works" filmidir. Filmde yaşlanmaya başlamış fizik profesörü, evine istemeden aldığı genç ve kültürsüz kıza âşık olmaya başlar, kızın taşralı annesi New York'ta uçuk sanat çevrelerine girer ve iki adamla aynı anda birlikte yaşamaya başlar. Kızın babası şehre gelince eşcinsel olduğunu keşfeder ve bir adamın sevgilisi olur. Bütün bunlar, haklarında hiçbir yargıya varılmadan son derce tatlı biçimde anlatılır filmde.
Çok beğendiğimden ve filmde benim hayata geçirmeye çalıştığım değerleri bulduğumdan, ilk kez New York Upper West Side'da tamamen Yahudilerden oluşan seyircilerle izlediğim filmi o günden beri her fırsat bulduğumda da tekrar izliyorum. Önceki akşam yine karşıma çıktı film, sonuna kadar izledim. Tam bitti, Rana odasından çıktı, "Haydi film seyredelim" dedi. Filmin tekrarı vardı, ben yine izlemeye başladım. Sonunda filmdeki tüm diyalogları ezbere söyleyebilirim. Bitince acaba Kürtçe dublajlısı var mıdır ona da baksam diye düşünmeye başladım. Baktım delirme durumlarındayım, bir an önce yatayım dedim ve gün bitti.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp