Top
20/02/2023

Felaket fotoğrafları

"Kütüphanemdeki Sesler" adlı kitabım üzerine çalışmaya başladığımdan bu yana başta siyasi olmak üzere gündelik tartışmalardan tamamen koptuğum ve yaşadığım coğrafyaya gittikçe daha da yabancılaştığım kuşkusu içimi kemirmekteydi.

Bunun bir kuşkudan ibaret olmadığı ve gerçeğin ta kendisi olduğunu, ülkede olup biteni Amerika’da yaşamakta olan Oray Eğin’in yazılarından öğrenmeye başladığımda fark ettim.

Bu son derece sinir bozucu bir gelişmeydi. İstanbul’da olan bir sosyal gelişmeyi, bir dedikoduyu, fiziksel olarak burada olmama rağmen Oray'ın yazılarından öğrenmeye başlamam benim fiili durumum hakkında hiç de hoş olmayan şeyler söylüyordu aslında.

Yine anladığım kadarıyla durumum hakkında anlamlı bir çözüm getirme imkanı kesinlikle yok. Bu yüzden imkansızı denemek yerine bugün yine Oray’ın yazısından öğrenmiş olduğum bir başka gelişme hakkında birkaç laf edeceğim…

Oksijen haftalık gazetesinde yaşanmış bir gelişmeyi anlatıyordu Oray. Gazete anladığım kadarıyla deprem bölgelerinden gelen bazı fotoğraflar hakkında birkaç isimden yazı istemiş ve bunlardan da bir derleme oluşturmuş. Orijinal olmayan bu fikrin başarılı olabilmesi; yazı istenilen kişilerin, kendilerine bir şekilde konuşan fotoğraflar hakkında sanat değeri olan düzeyde yazılar üretebilecek kapasitesi de olabilmeleridir. Ancak bu olabildiği takdirde, yaşanan acılardan geleceğe sanatsal değeri olan bir sanatçının yakalayabileceği duyguyla dolu olan belgeler bırakılabilirdi.

Yine Oray’ın yazısından öğrendiğim kadarıyla işin bu yönü pek başarılamamış galiba.

Böylesine yayın kazaları olabilir de bu işte beni asıl rencide eden ve yaşananları kişisel olarak almama yol açan başka konu oldu.

Oray’ın yazısından aldığım şu cümlelere bir bakın:

"Oksijen’de vahim olan birinci sayfanın altında hiç düşünülmeden yazılmış cehalet kokan bir cümle: 'Fotoğrafların dili yoktur.' Fotoğrafların dili olmadığını düşünen kimse gidip süpermarket tezgahında çalışsın, topluma daha fazla katkısı olur. Fotoğrafın dili olmadığını söylemek gazeteciliği, görme biçimlerini bilmemektir. Bunu bilmeyen bir gazete yaptığı işgüzarlığın neden tepki gördüğünü de anlayamaz."

Gerçi "Fotoğrafların dili yoktur." diyebilen bir kişi hakkında neler düşündüğümü Oray çok güzel anlatmış ama "Kütüphanemdeki Sesler" kitabıma çalışırken çok uzun saatleri fotoğraflara bakmaya ve bazı fotoğrafların bana "konuşmasını" bekleyerek geçirmiş ve çalışmasının önemi bir bölümünü fotoğraf sanatına ayırmış bir insan olarak cehalet kokan bu cümle bana özel olarak hayli dokundu.

Bu yüzden çalışmamın "Fotoğrafa bakmak" başlıklı bölümünden uzun bir alıntıyı belki o cümleyi yazan arkadaşa da meseleyi anlaması açısından yardımcı olur diye "Fotoğraf Sanatını Anlamak 101" dersi tadında burada veriyorum:

FOTOĞRAFA BAKMAK

"Bu kitap için çalışırken fotoğraflara bakmanın da önemi büyüktü. Büyük usta John Berger’in dediği gibi eğer bakmayı, görmeyi, iyi biliyorsanız ve sabırla bakarsanız her fotoğraf bir süre sonra size konuşmaya ve kendini anlatmaya başlar ve siz ilk baktığınızda görmediğiniz detayları da bir süre sonra fotoğrafta görmeye başlayabilirsiniz. John Berger’in bir anlamda öğrencisi olarak nitelendirebileceğimiz Geoff Dyer, Berger’in bize öğrettiği bakmak ve görmek yöntemini fotoğraf sanatını anlatan çalışmalarında bence mükemmel uygulamıştır. Ben onun özelikle 'The Ongoing Moment‘, ‘White Sands’, ‘Otherwise Known As The Human Condition’ çalışmalarından fotoğraf sanatı ve onun ürünlerine bakma yöntemleri üzerine çok şey öğrendim. Fotoğraflara bakarak yaratıcı düşüncenin olabilmesi için gereken ortamlar hakkında çok sağlam bilgi alabilmek mümkün…

Janet Malcolm ve Roland Barthes fotoğraf sanatı üzerine artık klasikleşmiş eserler bırakmışlardır.

Janet Malcolm 1975-81 yılları arasında New Yorker dergisinde fotoğraf sanatı üzerine köşesinde yazdığı yazılardan yola çıkarak sonunda 'Diana and Nikon' kitabını oluşturmuştur (Buradaki Diana, fotoğraf sanatçısı Diana Arbus’tur).

Roland Barthes’in yapısalcı teoriye, semiotiğe, marksizme, post yapısalcılığa yaptığı büyük katkıları burada anlatmaya herhalde gerek yok ama onun fotoğraf sanatı üzerine yazdığı ’Kamera Lucida’nın aslında onun kitabı yazmaya girişmeden iki yıl önce kaybetmiş olduğu annesinin eski fotoğraflarına bakarak onun anısına oluşturduğu teoridir. Roland Barthes, Roland Barthes olduğu için bu son derece şahsi ve duygusal temelden yola çıkmış olsa da o kitabında yine müthiş geliştirmelere açık derin önermelerde bulunabilmiştir.

Ben ’Kamera Lucida’yı yıllar içinde defalarca okumuş olmama rağmen her defasında kavramakta zorlandığımı fark ediyordum.

Bunun nedenini ise sonunda kitabın giriş yazısını yazan Geoff Dyer’in yazısını okuyunca anladığımı sanıyorum.

Dyer, temelde Barthes’in yazı metodolojisini irdelediği yazısında, onun ’başlangıçların’ yazarı olduğunu ve başlangıçları yazmaktan özel keyif aldığını söylüyor. Yani Barthes’in ele aldığı konuyu yazmaya giriştiğinde ilk başta elinde sağlam bir teori olmadığını, sadece bazı başlangıç ve başlangıç öncesi düşünceler bulunduğunu, bunları yine de korkmadan kağıda döküp bu başlangıç önermelerinin teorik bağlantılarını yazısını yazarken düşündüğünü anlatıyor. (Bence o da doğaçlama düşünen ve yazan bir düşünürmüş)

Yani bizler bir teorinin oluşum sürecini düşünülme aşamasında, daha başlangıcından itibaren izleme imkanına ulaşabiliyoruz Barthes’i okurken.

Ben Kamera Lucida’yı her okumaya giriştiğimde her sayfada oluşmuş sağlam bir teori olmasını beklediğimden ve bu oluşma sürecini düşünemediğimden kavramakta zorlanıyormuşum eskiden artık meseleyi anlamış olduğum için çok daha keyif alarak okuyabiliyorum Barthes’i...”

Alıntıyı burada kesiyorum. Bence fotoğraf sanatı hakkında bir laf söylemeye girişecek her insan bu kısa alıntıda bile verilen isimleri mutlaka önceden okumuş olmalıydı. Öğrenmeye başlamak için katiyen geç değildir. Tavsiyem buna bir an önce başlanılmasıdır.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp