Top
19/08/2010

MİT Müsteşarı, neden İsrail'in hedefinde?

Türkiye büyük, çok büyük oynamaya başladı.
Oyunun ne olduğunun şifrelerini Başbakan Erdoğan, Habertürk televizyonunda yapılan söyleşide açıkça söyledi. "TİKA" kelimesine defalarca vurgulamalar yaparak Türkiye'nin yeni vizyonunu "anlayana" dercesine tanımladı. Bu büyük oyunu ve vizyonu en iyi tespit eden ülke de İsrail. İsrail bu yeni oyunda kendisine Türkiye'yi bir rakip, bir tehdit olarak görüyor ve biraz sonra açacağım nedenlerden dolayı da MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı kendisine hedef seçmiş durumda.
Türkiye'nin yeni oyunu, imparatorluğu resmen kurmadan Osmanlı ruhunu canlandırma girişimi olarak nitelendirilebilir.

TEŞKİLAT-I MAHSUSA RUHU

Yeni Müsteşar Hakan Fidan, daha önce TİKA'nın (Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı) başındaydı. Onun başkanlığı döneminde TİKA, eskiden Teşkilat-ı Mahsusa'nın örgütlenmiş olduğu ülkelerde özellikle aktif oldu.
TİKA'daki görevi Fidan için bir tür MİT'teki yeni misyonu için hazırlık çalışması gibi oldu.
O dönemde TİKA, Lübnan, Açe adaları, Sudan, Kosova, Moğolistan, Suriye, Arnavutluk, Kırım, Nijer gibi ülkelere ciddi düzeyde maddi yardımda bulundu.
Bu yardımlar yapılırken hem halkın arasında Türkiye'ye sempati yaratıldı hem de yerel halk arasında bazı bağlantılar kuruldu.
O günlerde bu faaliyetin, Türkiye'nin büyük yeni vizyonuyla bağlantılı olabileceğini kimse anlamadı.
Bu işin başında olan Hakan Fidan, daha önce de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun yanında çalıştı. Davutoğlu'nun benzer bir vizyonu Türkiye'ye uygun gördüğü, eskiden yazmış olduğu kitaplarda net olarak görülebilir.
Yani Dışişleri Bakanı'nın vizyonuyla ve TİKA gibi kuruluşun maddi faaliyetleriyle çok daha etkin bir Türk Dışişleri politikası sürecine girilmesine Başbakan Erdoğan onay verdi.
Bu deneyimlerden geçmiş Hakan Fidan'ın MİT Müsteşarı yapılmasıyla MİT yurtdışı istihbaratta yepyeni bir etkinlik dönemine gidi.
Yeni müsteşar, istihbarat örgütlenmesinde Amerikan modelinde olduğu gibi iç ve dış istihbaratın birbirlerinden tamamen kopmasını istiyor. Yani ABD'de olduğu gibi bir FBI-CIA ayrışması oluşturulacak. MİT tamamen dış istihbarata yoğunlaşacak ve bir ara neredeyse durma noktasına gelmiş olan yurtdışı istihbarat faaliyetlerini tekrar Teşkilat-ı Mahsusa dönemindeki etkinlik düzeyine çıkaracak.

SAHA AJANLARINA DAYALI HÜCRELER

MİT bu hedefine, saha ajanlarına ağırlık vererek varmayı düşünüyor. Hücre sistemi içinde çalışacak yabancı ajanlar, TİKA'nın faaliyeti döneminde sağlanan yerel bağlantılar ve sempatizanlar üzerine kurulacak.
Türkiye, Osmanlı ruhunu bu ülkelerdeki faaliyetlerinin sağlayacağı güç üzerine canlandırmayı planlıyor. Türkiye'yi bölgede ve dünyada lider ülke haline getirmeyi hedefleyen bir vizyon bu.
İsrail bu yeni vizyonu ve yeni faaliyeti bir tehdit olarak algılıyor. Kendi etkinliğine set çekecek bir faaliyet olarak görüyor olan biteni. Türkiye ile İsrail arasında son yaşanan gerginliklerin hepsini ve buram buram bir istihbarat faaliyeti kokan son Tel Aviv'deki elçilik baskınını bile bu bağlam içinde görmeliyiz.

ZOR MÜCADELELER DÖNEMİ

İnsana dayalı dış istihbarat son derece zorlu ve büyük mücadeleler gerektiren bir süreçtir.
Ancak bizim bir Teşkilat-ı Mahsusa deneyimimiz var. Dışarıdaki Türkiye sempatizanı ülkeler, Türkiye'nin liderliğinde bir vizyon altında toparlanabilirler.
Başbakan'ın da, Dışişleri Bakanı'nın da, MİT Müsteşarı'nın da vizyonu birleşiyor.
Bu yeni yönelim bana da heyecan veriyor. Türkiye'deki şartlar bu yönelişe çok da uygun. Ayrıca Türk okullarının birçok ülkede bize sağladığı sempatizan avantajımız da var.
Ama bu yönelim mücadelesinin kolay olacağını sanmayalım. Türkiye zorlu mücadelelere kendisini hazır tutmalıdır.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a İsrail tarafından yöneltilen, "Elinde bize ait sırlar var, bunları İran'a vereceğinden korkuyoruz" suçlaması, yeni yönelimden İsrail'in duyduğu korku ve paniğin bir yansımasından ibarettir.
Bu tür provokasyonların önümüzdeki günlerde her taraftan geleceğini hatırlamalı ve psikolojik dayanma eşiğimizi yükseltmeliyiz.
Son günlerde Amerikan yönetiminin ve İngilizlerin bütün açıklamalarına bakın, İngiltere Başbakanı'nın buraya geldiğinde Türkiye için söylediklerini tekrar okuyun, göreceksiniz bu ülkeler Türkiye'nin yeni vizyonunu okumaya başladılar. Rusya'nın yeni hareketlenmesi, Avrasya'daki yeni güç gösterileri de bu okumanın dışında değil.
Türkiye artık cevap veren ülke olmayacak, cevap alan ülke olacak, bu da büyük oynamanın bedelidir.

GELECEK HAFTA
Ebru Yücel ile birlikte hazırladığımız ve Pelin Çift ile sunduğum "ÖTEKİ GÜNDEM" programının gelecek haftaki (27 Ağustos Cuma saat 22.00, Habertürk Televizyonu) bölümünü bu konuya ayıracağız. Meseleyi uzmanlarla tartışacağız.


DOKTORLARIM VE BEN
Hayatımı daha az komplike hale getirmek için doktorlarımı arkadaşlarım arasından seçerim ben. Sadece bu nedenle bana günde iki duble viskiye izin veren kalp doktorum var. (Gerçi benim dubleden anladığımın ne olduğunu görünce doktor arkadaşımı kalp krizinden kaybediyorduk az daha.) Ayrıca bana günde dört-beş adet sigarayı ve istersem puroyu da tavsiye eden bir kanser uzmanı doktor arkadaşım da var.
Şimdi hayatımı mükemmel hale getirmek için bana, güzel genç kadınlarla ilişki kurmamı tavsiye edecek, hatta bunu reçeteye bile dökecek bir bevliye uzmanı doktor arkadaşa ihtiyacım var. Bu da olursa ölürken ben de "That was a good life" derim herhalde.


AİLECE COOPER
Geçenlerde bir yabancı gazetede Alice Cooper'ın bir konser haberini okudum. Gözlerime inanamadım; çünkü bütün bilimsel verilere göre onun 30 yıl önce filan ölmüş olması gerekiyordu. Acaba vampir modasına uyup vampir olarak geri mi geldi diye düşünürken anladım ki adam henüz daha hiç ölmemiş.
40 küsur yıl önce onun verdiği bir konsere gitmiştim. Sahneye çıktığında "Bu adam yarın öbür gün mutlaka ölür" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Salondaki yoğun esrar kokusundan onun ölümünü bile elimde olmadan gülümseyerek düşünmüştüm. O konserde Alice Cooper aniden arkasındaki kutuya el attı ve içinden çıkardığı şeyi üzerimize fırlattı. O şey hareket ediyordu, hem de büyüktü. Bu bir boa yılanıydı.
Yılan bir süre sonra korkudan çığlıklar atan seyircilerin arasından geçerek konser salonunun kapısından çıkıp gitti. Daha sonra neler olduğunu da kimse merak etmedi. (Şimdi düşünüyorum da boa yılanı acaba o gün nereye gitti. O dönemde bu tür şeyler New York'-ta normal algılandığından ertesi gün gazetelerde yılan hakkında haber bile yoktu.) Bu olaydan sonra ölmesi mutlaka gerektiği halde "İnşallah ölmez" demeye başlamıştım Alice Cooper için. Çünkü konser seyircisinin üzerine boa yılanı atmayı düşünebilen bir insanı sevmemek de mümkün değil. Hâlâ adamın yaşadığına şaşırdım ama sevindim de.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp