Top
17/08/2013

Bırakın, tutmayın beni

BEN bu hayatta her makul Türk'ün bir gün bu ülkeden kaçması gerekeceği şiarıyla yaşarım. Gerçi makul Türk'ün, nesli tükenmeye başlamış mahlukat gibi sayısı inanılmaz hızla azalıyor. Olsun tek başıma kalırsam kaçma tarihimi öne çekeceğim.
Vasatın diktatoryası nedeniyle Türkiye son derece sıkıcı bir ülke olmaya başladı. Bu sıkıcı ülkede meğerse ne kadar da ciddi insan varmış, hayret bir şey. Ben normal insanların içki içip mutlu olacakları saatlerde televizyonlarında bu kadar iç karartıcı sorunun, aynı derecede iç karatıcı insan tarafından tartışıldığı başka bir ülke bilmiyorum.
Yemen'de televizyon var mı bilmem, ama eğer varsa orada bile televizyon daha eğlenceli olmalıdır.
Türkiye şimdi o kadar sıkıcı ve iç karartıcı ki şu anki durumumuz bana 1970'li Alman pornografisi filmlerini hatırlatıyor.
O filmler bence başta Türkler olmak üzere dünya halklarını seksten soğutmak için yapılmış bir komploydu. Dünyanın geri kalan bölümü o filmler sayesinde seksten soğudu, ama bir tek Türkler soğumadı, bizde ise sadece erken boşalma ulusal özelliğimiz oldu.
Almanlar bile pornografilerinin olağanüstü sıkıcı olduğunu sonunda anladı, ama bunu şimdilerde değiştirme girişimleri de başka bir felaketle sonuçlandı. Seks namına birbirleriyle öyle şeyler yapıyorlar ki baştan sona midenizi sağlam tutarak izleyebilmeniz mümkün değil.
Onların millet olarak dışkıya neden bu kadar takmış olduklarına dikkatimi ilk kez Slavoj Zizek çekmişti. Bu ilgiyi yazıda okuyabilirsiniz ama filmde seyretmek o kadar da kolay değil. Durumum böyle olduğundan "Nerede yaşayabilirim?" sorusu kafamdan hiç çıkmıyor.
İleride yaşayacağım yer bana heyecan vermeli. Bu yüzden Ortadoğu bölgesi arama sürecimden otomatikman düştü.
Afrika kıtasındaki milli parklar, hayvanları mı yoksa insanları mı sergilemek için yapılmışlar buna karar veremediğimden oraları pek aklıma getirmiyorum.
Oralarda ancak bir gün Tarzan olmaya karar verirsem belki yaşamak isteyebilirim. Ancak daldan dala atlayarak ilerlerken göbeğim Afrika'da bile estetik bir kriz yaratabilir. Bu yüzden onlara acıdığımdan Afrika da gündemimde değil.
Bir yandan da Sudan, Yemen ve Pakistan gibi ülke benzeri şeyler de var bu hayatta ne yazık ki. Bırakın yaşamayı, oraları haritada bile görmek istemem. Los Angeles'a veya San Francisco'ya yakışan Ertuğrul Özkök arada bir absürd hareketler yaparak bu tür yerlere gidebiliyor. Henüz tam delirmemiş olduğundan bu hareketini, onun içindeki arada bir safariye çıkma dürtüsüne bağlıyorum.
Onunla bir kez safari için Kenya'ya girmiştik. O gezide Özkök, Masai Mara kabilesinin yeni şefi olmak için o zamanki kabile şefiyle yarışmıştı. Bunun tehlikeli bir şey olması gerektiğini düşünüyorsanız haklısınız, ama ondan daha tehlikeli olan işi karım yaptı.
Rana o gezide Masai Mara kabilesi başkanıyla saç saça baş başa kavga etti. "İkisine de inanmam" diyorsanız "Düşünmeden konuşmayın" derim; çünkü iki olayın da fotoğrafları var elimde. Üstüme gelirseniz, kafamı attırırsanız basarım fotoğrafları bu köşeye.
Bu yüzden ne Rana'nın ne de Özkök'ün gittiği ülkeye gidip yerleşmek benim işime gelmez.
"Öyleyse New York'a git yaşa" dediğinizi duyar gibiyim. Ama artık orası da olmaz; çünkü dediğim gibi gideceğim yerde bana heyecan lazım. New York'ta ise artık her sokakta ne olabileceğini biliyorum, şehirde yaşayan tüm fahişelerin doğum gününü bile ezbere bilirim ve hepsini düzenli şekilde hiç kaçırmadan kutlarım.
Dolayısıyla o şehirde bana artık heyecan yok. Hem şehirden Mistress Yuki de ayrılıp Los Angeles'a yerleşti. Sadece bu nedenle bile Los Angeles iyi bir alternatif olabilir.
Orada yıl boyu şort giyebiliyorsunuz ve sizden bunu çıkarmanızı isteyip canınızı sıkabilecek bir kişi de yok. Los Angeles'ın tek riski, orada yaşarken, kafanı tam dinlemişken, bir gün amaçsız yürümek için sıradan bir Amerikan aptalının sırıtan suratıyla her şeyden mutlu oluyormuş gibi yaparak sokağa çıktığınızda hiç ummadığımız anda karşınızda birdenbire Ertuğrul Özkök'ü görmektir.
O son zamanlarda muazzam derecede şüphe yaratıcı biçimde Los Angeles'a gitmeye başladı. Ben ilk önce bunu, Walt Disney şirketinin CEO'su Bob Iger ile kurmuş olması gereken seviyeli ilişkiye bağlamıştım, ama o bunun yeni medya üzerine araştırma yapmak için olduğu iddiasında. Eh inanmış gibi yapalım bari.
Şimdi ben Türkiye'yi tamamen aklımda silmeye başlamışken ve hayattaki tek heyecanım Los Angeles'ta havaların biraz serinlemesini beklemek olmuşken birdenbire karşımda Ertuğrul Özkök'ü görmeye katiyen dayanamam.
Gerçi hakkını yemeyim Fatih Altaylı'yı da görmeye pek dayanabileceğimi sanmıyorum ama bu tamamen başka bir yazının konusu olabilir.
Benim için Ertuğrul Özkök'ü birdenbire karşımda görmeye tahammül edebileceğim yerler top 3 listesi şöyle: 1- Tokat 2- Yozgat 3- Siirt. Ancak bu ve bunlara benzer yerlerden birinde sokakta yürürken onu karşımda görürsem mutlu olabilirim; çünkü o, oralarda bana aslında çok daha iyi bir Türkiye'nin hâlâ var olduğunu hatırlatabilir.
Burada sadece tek bir sorun var: İkimiz de o yerlere gitmiyoruz, bu yüzden oralarda sokakta karşılaşma şansımız sıfır. O bir geçiş dönemi bile yaşamadan direkt Yemen'e filan gidiyor, ben ise 25 yıldır sürdürdüğüm prensibimi bozmuyorum.
O yıllarda beni Ortadoğu'ya göndermeye çalışan yayın yönetmenine, "Ben Doğu'ya gitmem ve benim için de Doğu, Manisa'dan başlar" demiştim. O da bana bir yıl Batı'ya seyahat yasağı koymuştu.
Sonunda nerede yaşayacağım sorusuna cevap buldum. Kos Adası bana iyi görünüyor şu aralar. Bunu Türkiye'nin yakınlığına, kültürlerin benzemesine, oranın kendimi zorlayarak Batı kültürünün beşiği olabileceğine inandırmama bağlıyorsanız yanılıyorsunuz.
Oraya yerleşmekteki tek nedenim, dünyadaki en ucuz içkilerin satıldığı dükkânın orada olmasıdır. O dükkânın yanında bir ev alsam, bir süre sonra bana Türkiye dendiğinde "O da ne ki" diyeceğime eminim.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp