Top
15/08/2010

Woody Allen psikiyatristinde! Gizli görüşme tutanakları

 HASTA odaya girer girmez ziyaret nedeniyle uzaktan yakından ilişkili olmayan bir konuda, Fransa cumhuriyet sistemi içinde idari kadrolardaki, bürokrasideki verimsizlik konusunda inanılmaz ateşli bir söylev vermeye başlamıştır. Hastanın bu esnada gözlerinin dönmüş olduğu tespit edilmiştir. Allen‘ın Fransız bürokrasisine kin dolu olduğu, kullandığı küfür kelimeleriyle ortaya çıkmıştır. Hasta konuşurken elini kolunu sanki uçmak istermiş gibi sallamakta hiç susmadan kokain içmiş bir devekuşu görünümü vermektedir.

Doktoru olarak hastanın bu alakasız konu hakkında neden konuştuğunu ilk önce pek anlayamadım ama daha sonra Allen‘ın filmlerini baştan seyrederken Annie Hall filminde seyrettiğim sahne bana nedeni açıkladı. O sahnede bir New York apartmanında Diane Keaton yatakta çıplak yatarken yatağın ucunda ayakta durmakta olan çıplak Woody Allen‘a biraz da acıyarak bakmaktadır. Allen o esnada New York şehrinin su sisteminin ne kadar da eski ve verimsiz olduğu konusunda bağırarak şikâyet etmektedir. Ona bakıp New York şehrinin su sisteminin sorunlarının dünyanın en büyük sorunu olduğunu sanabilirdiniz.

Bu gereksiz konuşmayı neden bu kadar sinirli yaptığını daha sonra anlıyorsunuz meğerse bir süre önce sevişmeye çalışmış ve yine başarısız olmuş ve bu başarısızlığının acısını New York şehri su sistemine bağırarak çıkarmaya çalışıyormuş.

Ben de bunu görünce anladım ki hastamın odaya girer girmez Fransa’nın idari sistemine küfretmeye başlaması asıl meselesini kafasından atmak gayretiymiş bunu not ettikten sonra konuşmamızın bazı bölümleri şöyle.

Allen: Tam Carla Bruni‘nin sevişme sahnesinin 31’inci çekimine başlıyorduk ki stüdyonun kapısında bir Fransız serseri, bir barbar belirdi. Adam anlamadığım bir nedenden dolayı üstüme doğru yürümeye başladı. Beni döveceğini filan söylüyordu. Neyse Carla araya girdi de beni korudu barbardan. Polisi arayayım dedim ama asistanım nedense beni durdurdu, bu olaya geleceklerini pek sanmıyorum dedi. Meğerse barbarın arkasında o anda durmakta olan adam emniyet genel müdürüymüş.

Bu arada serseri bana seni hak ettiğin biçimde solucan gibi ezeceğim, çirkin it, filan diyormuş çevirmenler öyle söyledi; sonra bana seks manyağı da demiş ben bu suçlamayı en son Mia Farrow’un beni verdiği mahkemede duymuştum. Doğrusunu isterseniz bu yaşta bile bu suçlamanın hâlâ daha yapılabilmesi benim biraz hoşuma da gitti ve kendimle övündüm.

Ben de kim olduğunu o an bilmediğim serserinin tüm sülalesine sövdüm, nedense yardımcılarım paniklediler güya film çekim izinlerimizin yenilenmesi gerekiyormuş, bunun artık imkânı kalmamış. Sonra bana nedense Fransız cezaevlerinin kuralları hakkında da bilgiler vermeye başladılar, çok sıkışırsam iri yarı bir katilin sevgilisi olmayı gönüllü kabul etmem gerekebilirmiş içeride.

Az bildiğim Fransızca’yla serserinin ve karısının duş alma âdetlerinin olmadığının belli olduğunun stüdyodaki ter kokusundan anlaşıldığını, ayrıca tüm sülalelerinde de bu âdetin olmadığına emin olduğumu tüm Fransızların, Carla Bruni hariç, aşağılık ve pislik insanlar olduğunu net biçimde söyledim. Adam lafımın hiçbir tarafına kızmadı ancak “Carla Bruni hariç” dediğimde yine barbarlaştı, “Siz yattınız mı” diye bağırıp çağırmaya başladı. Bunu aklımdan geçirmiş olmakla birlikte, çevirdiğim filmlerdeki kadın oyuncularla yatmanın prensibim olduğunu, ancak bu defa üvey kızım/ karımın benimle birlikte olması nedeniyle Carla ile bunu henüz yapamadığımı, HENÜZ kelimesine birkaç kez vurgu yaparak tekrarladım ve adamı stüdyodan attırdım.

Biraz sonra stüdyonun çevresi Fransız ordusu tarafından sarıldı. Kapıya gelen generale de “Amerikalılar olmasaydı şimdi burasını kuşatmaya gelen ordu Alman ordusu olacaktı. Amerikan ordusu olmasaydı siz altınızı bile temizleyemezdiniz” diye haykırdım. Karım beni engellemeye çalıştı; ben de “Bırakın tutmayın beni” diye terslendim. General giderken nükleer silah kullanma izninin cumhurbaşkanından çıktığını söyledi. Nükleer silahları cumhurbaşkanının neresine sokabileceğini de haykırdım. “Cumhurbaşkanı nerede getirin onu bana, o benim kim olduğumu biliyor mu” dedim. Biliyor, dedi; “Biraz önce buradaydı, karısını alıp çıktı ya” dedi ve ben bir anda olan biteni yeni anladım. Bir süre bayılmışım ayılınca da buraya geldim. Eşim acil tedaviye ihtiyacım olduğunu söyledi.

Psikiyatr: Peki pişman mısın bir ders çıkardın mı?

Allen: Çok pişmanım çok (hasta bu aşamada kontrolsüz biçimde ağlamaya başladı arada bir intihar edeceğini de söylüyordu, defalarca bana bakarak “Anne affet” beni diyordu, bir ara aniden “Alman saldırısı başladı mı” diye de bağırdı, Carla Bruni‘nin kendisine Mia Farrow ile Diane Keaton karışımı bir şeyi çağrıştırdığını ve kendisine onun tarafından kırbaçlanmak istediğini anlatan bir mektup yazdığını ve bunun da cumhurbaşkanının eline geçmiş olması ihtimalinin büyük olduğunu söyledi, sonra benden Fransa’da giyotin cezasının hâlâ daha var olup olmadığını araştırmamı istedi. Mahkemeye hafifletici sebep olarak Carla Bruni‘nin arka plan çekimini sunacağını anlattı, sunacağı bu delilden sonra affedilme ihtimalinin büyük olduğunu da anlattı ve en sonunda da sığınacağını söyleyerek Amerikan elçiliğine gitti.

Sonuç, hasta Allen son derece hasta, fobileri olan ve bence tehlikeli de olan bir ırz düşmanıdır; bir an önce tutuklanıp tecrit edilmesi gerekir. Bu raporun bir kopyasını cumhurbaşkanlığı makamına da gönderdim

 

Benim altın oranım

CUMA akşamı Öteki Gündem programımızda tartışılan konu yine çok ilginçti. Araştırmacı Erdem Çetinkaya dünyada bütün güzelliklerde bir altın oranın bulunduğunu ve bu oranın tabiattaki tüm güzel canlılarda, güzel insanlarda ve dünyanın üstünde bile olduğunu anlattı. Bu oranın 1.618 sayısını veren ölçümlerle ilgili enlem boylam ölçümü yapıldığında ikisi birbirine bölündüğünde aynı zamanda pi oranı olan 1.618’in tam Mekke’ye düştüğü ve Mekke içinde ölçüm yapıldığında da Kâbe’ye ulaşıldığı gösterildi. İlahi ve gizemli boyutları çok fazla olan güzel bir tespitti bu. Ancak ben insan yüzünde de bu altın oranın tutturulmasına taktım ve gece o vakit eve döner dönmez kendi suratımı ölçmeye başladım.

Elimde cetvelle kendi suratımı ölçmeye çalışırken Rana beni gördü “Mesai saati başlayınca yarın ilk iş akıl hastanesine gidiyoruz” dedi. Ben ona ne yaptığımı zor bela açıkladım. O da bana ölçümde yardım etmeye başladı meğer sonucun ne çıkacağını o da merak ediyormuş. Ölçtük biçtik sonra bölmeleri filan yaptık bende altın oran 3 çıktı. 1.618 sayısından hayli bir sapma vardı yani, iki göz bebeğim arasındaki sayı ise 5.745’di. Bunu gözümün biraz yorgun olmasına bağladım. Rana ise “Tabii tabii öyledir canım” dedi. Bu ölçümlerden sonra kendimi acuze olarak tescil ettirmeye karar verdim; ilerde işsiz kalırsam belki sirklerde filan bir iş bulurum. Ayrıca ayakucumdan kafama kadar yaptığım ölçümlerin sonucu da eksi 20 çıktı nedense; bir ihtimal matematiğim zayıf olduğundandır diye düşünüyorum. Ama Rana “Ben de ölçtüm; merak etme hesapta bir yanlış yok” dedi.

 

AIDS’in tedavisi

ÇOK kısa süre önce çağımızın vebası olarak nitelendirilen AIDS hastalığının kesin çözümüne çok yaklaşıldı. Açıklama kısa sürede yapılabilir. Tıp âlemi 5 yıl gibi kısa sürede çözüme ulaştı.

Birçok hastalıkta çözüme ulaşılabilmesi için uzun yıllar geçmesi gerekirken, bu hastalıkta tedavinin neden 5 yıl kadar kısa sürede bulunduğunu iyi anlamamız gerekiyor. Bu kanser gibi hastalıkların da kesin tedavisini hızlandırmakta hayati önem taşıyor çünkü.

Eşcinseller Batı âleminde çok önemli baskı grubudurlar. Eylemcilikten de kaçınmazlar. Medyada çok önemli dostları var. AIDS özellikle eşcinsel topluluklarını vurunca büyük bir mekanizma harekete geçti ve her ülkede çözümün hızlandırılması için kamuoyu oluşturma çabaları başlatıldı. Eşcinsellerin yazdığı oyunlar sergilendi, filmler yapıldı (Angels in America gibi) kitaplar, makaleler yazıldı. Ve sonunda tıp âlemi baskılara dayanamayarak çalışmalarını yoğunlaştırdı.

Ben aslında kanserde de çözümün veya en azından kanseri kronik hastalık düzeyine indirecek çözümlerin çok yakında olduğunu ancak buna ulaşılmasının pahalı ilaç üreten lobiler ve bunlarla işbirlikçi doktorlar tarafından engellendiğini düşünüyorum. Eşcinsellerin AIDS konusunda yaptıkları gibi toplumsal baskıyı artırmalıyız ve çözüm istemeliyiz. Yakında Batı’da bu konuda yaygın lobi faaliyetlerinin başlaması beklenebilir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp