Top
15/07/2013

Hayat tarzı özgürlüğü günleri

21 'inci yüzyılda bir ülkenin, global düzenin demokrasi ve özgürlükler sıralamasında hangi aşamada olduğuna karar verilmesine yarayacak tek bir kriter kalmıştır. O da hayat tarzı seçimi özgürlüğünün bireye ne kadar tanındığı kriteridir.
Çünkü 21 'inci yüzyılın global düzeninde önemli olan milletler, çıkar grupları, sınıflar, kalabalıklar değil bireylerdir.
Siz birey olarak yeteneklerinizi ne kadar özgür ve yaratıcı kullanırsanız ve bunu kullanarak ne kadar orijinal fikir üretirseniz, ne kadar yaratıcı olabilirseniz global düzen içinde ayakta kalabilecek ve başarılı olabileceksiniz.
İnsan beyni üzerine yapılan son çalışmalar, beynin değişen koşullara uyum sağlayarak çalışma biçimini yeniden düzenlediğini gösteriyor.
Örneğin, basılı kâğıttan okumanın önemli olduğu yakın geçmişte beyin okumaya göre koşullanıyor ve buna uygun düşünme biçimleri oluşturuyor. Şimdi ise internetten göz atma günleri içinde olduğumuzdan beyin de bu göz atma koşullarına uyum sağladı ve ona göre çalışmaya başladı.
Hangisinin daha iyi, daha güzel olduğu hakkında benim gayet tabii ki bir tavrım var. Ben okumaya koşullanan beyinlerden yanayım, ama ben böyleyim diye bu yeni koşulları reddedeceğim anlamına gelmez. Ben bu yeni koşulara uyum sağlamaya çalışacağım ve onu veri kabul edeceğim.
Yaptığım çalışmalarda beyin hakkında ayrıca şu gerçeği de gördüm: Beynin yaratıcı olabilmesi ve yaratıcı hale dönüşebilmesi için özgür düşünce ve özgür davranma koşulları mutlaka gerekiyor.
Özgürlükler üzerine kısıtlamalar getirildiğinde beyin de ona uyumlu bir şekilde kendini kasıp kısıtlayabiliyor. O koşullarda yaratıcılık da ölebiliyor.
Bazı insanlar her ne kadar "ahlaksız, çürümekte, çöküyor" diye damgalasalar da bugün yaratıcı fikirlerin, yeniliklerin hâlâ Batı âleminden çıkmasının nedeni de budur.
İsterseniz bunu söyleyeceğim diye bana kızın, ama bana kızmanız temeldeki ana sorunu çözmemize yetmeyecek. Kızacak yerde gerçeği görüp ne yapılabilir diye sormak lazım.
İslam coğrafyasından fazla yaratıcı düşünce, fazla yenilik gelmiyor. Hele o kızılan Batı âlemiyle karşılaştırıldığında İslam coğrafyasından gelen yaratıcı düşünce miktarının sıfıra yakın düzeyde olduğunu görebiliriz.
Şimdi bunu kızıp reddetmek yerine gerçeği görüp bunu düzeltmek için neler yapılabilir diye düşünmek lazım. Maalesef, beyni özgür bırakmak, yaratıcı düşüncenin ve bunun hayata geçirilmesinin önündeki engelleri kaldırmak konusunda İslam âleminin karnesi pek iyi değil. İşte bu yüzden bugünleri ben "hayat tarzı özgürlüğü" günleri diye adlandırıyorum.
Bireyin istediği hayat tarzını istediği gibi seçip hiçbir kısıtlama olmadan doğru bildiği şekilde bunu yaşaması, insanın beynini hızla özgür bırakacak tek gelişmedir.
"Kim ne kadar oruç tutuyor; oran şu kadar olursa bunun anlamı nedir, oran bu kadar olursa o zaman ne anlama geliyor; hangi kurumda yüzde kaç oruç tutuluyor?" gibi tartışmaların yapıldığı bir ortamda "hayat tarzı seçimi önündeki tüm engelleri kaldırmak" gerektiği temel ilkesini hatırlatmak gerektiğini düşünüyorum.
Doğrusunu isterseniz, "Yüzde kaç oruç tutuluyor, hangi kurumda durum nedir?" yolundaki tartışmaları hem gereksiz hem de ilkeler açısından tehlikeli buluyorum.
Ben dindar olmayan bir insan olarak, bir konuyu iyi dindar olduğunu tahmin ettiğim yazar Fehmi Koru'nun bir yazısından sonra düşünmeye başladım. O bir defasında bir alışveriş merkezindeki yemek alanına önce öğle saatlerinde, sonra da iftar saatlerinde bakmış ve iki zamanda da gördüğü coşkulu ortamdan etkilenmişti
O yazıyı okuduğumda etkilenmiş ve bunu yazmıştım ama bugünlerde o yazıyı tekrar hatırlamak ve kendimize bir ayar vermek için güzel bir dönem. Ben de bazen mekânlar seçerek öğle saatlerinde orada yemek yiyip içen insanlara bakıyorum, birde aynı mekânı iftar saatlerinde uzaktan izliyorum. Öğle saatlerindeki coşkuyu iftarını yapmakta olan insanlarda da görüyorum.
Bu görüntülerden sadece bir tanesine bakmak bana coşku vermiyor. Ülkemden coşku ve gurur duymam için iki görüntüyü birlikte düşünmem gerekiyor.
Çünkü bu görüntülerden sadece bir tanesinin görülebildiği bir ülkeyi oluşturmak hiç de zor değil. Yapılacak iş basit: Yasaklar koyarsınız, aksi davrananı cezalandırırsınız ve tek tip toplum amacınıza ulaşırsınız.
Zor, hatta İslam coğrafyasındaki bazı ülkelere imkânsız bile gelebilecek olanı yapmak ve bana ve Fehmi Bey'e coşku verebilen türdeki görünümü yaratmak gerekiyor.
İslam coğrafyasının yaratıcılıktan uzak ve tek tip yaşamlı havasından çıkış anahtarını bir tek Türkiye elinde tutuyor. Tek bir markası içinde demokrasi, modernlik, laiklik ve Müslümanlık öğelerini bir arada tutabilen Türkiye, hayat tarzı çeşitliliğini ve hayat tarzı seçim özgürlüğünü bireylerine sunabiliyor. İşte bu yüzden İslam âlemi içinde yaratıcı düşünce bir tek Türkiye'den çıkabilir.
Bu çok hassas bir toplumsal dengedir. Sakın ha "İnsanlar inancını şu şekilde yaşıyor ama doğrusu budur, şu insan neden benim gibi inançlı değil" gibi tavırlarla bu hassas dengeyi bozmaya kimse kalkışmasın. Bu olursa Türkiye'nin güzelliği yıkılır.
Bu yüzden ben "Kim ne kadar oruç tutuyor ve oranlar ne anlama geliyor?" tartışmalarını anlamsız ve sosyal açıdan tehlikeli görüyorum. "Başkası ne yaparsa yapsın bana ne, ben de böyleyim size ne" diyebilmek bu kadar zor mu?
Bu cümleyi bir hayat ilkesi haline getirip tüm beyinleri serbest bırakmanın aslında ne kadar kolay, böyle düşünmenin bireyi ne kadar özgürleştirici olduğunu görürseniz şaşıracaksınız.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp