Top
15/07/2010

Türk sorunu

Bu memlekette yıllardır yanlış biçimde bir “Kürt sorunu”ndan söz edilir.
Böyle bir sorun yok demiyorum tabii ki ama meseleye bakış açımızı doğru saptamak için ortada daha çok bir “Türk sorunu” olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Ve bu sorun, hayatın çeşitli düzeylerinde durmadan karşımıza çıkıp çözüm beklediğini bize bağırıp duruyor. Bu bir anlamda Türk’ün Türk olmaktan dolayı omzuna binen tarihi yüklerden kurtulma çığlığıdır da.
Bu temeldeki “Türk sorunumuz” ile ilgili basit bir örnek vereceğim size.
Madem tartışmaların içinde ben de olacağım, o zaman beynime çekidüzen vermeliyim diyerek David McDowal’ın “A Modern History of the Kurds” adlı kitabını yeniden okumaya başladım.
Ve kitabın daha birinci sayfasında, temelde asıl belirleyici olan “Türk sorunu” yine çıktı karşıma.
Daha konuya girilmeden önce yazarın, kendisine çalışmalarında yardımcı olanlara teşekkür ettiği bölümün ilk sayfasındaydı konu. Zaten Türk sorunu bu kadar acil bir şekilde çıkmasaydı karşıma şaşırırdım. O her yerde, her zaman var olan bir şey.
Yazar, Kürt meselesini kendisine açıklayan birçok insanın ismini verip teşekkür ederken, Türkiye’den kendisine yardımcı olanların ismini açıklamayacağını, çünkü isimleri verirse başlarına bir şeylerin geleceğinden korktuğunu yazmış.
Bilir misiniz ki ben böyle şeyler okuduğumda nasıl da utanıyorum. Türkiye gibi potansiyelleri olan bir ülkenin 21’inci yüzyılda böyle laflara muhatap kalmasının yakışmadığını biliyorum. Ne olur insanlar doğru bildiklerini korkmadan açıklayabilseler, ne olur çeşitli fikirler arasında diyalog olabilseydi. Çok mu zor Kürt-Türk sorunları üzerine, haydi söyleyeyim, Türkiyeli olmanın getirdiği meseleler üzerine açıkça konuşabilmek? Konuşamazsak, terörizmi engellememizin imkânı olmadığını kavramak bu kadar da zor mu yani?..
Modern olmanın ne anlama geldiği üzerine birçok Batılı meslektaşından daha fazla kafa yormuş ve yormakta olan bir insan olarak, kitabın girişindeki bu lafın yüreğimde yarattığı sıkıntıyı, utancı size anlatamam.
O laftan birkaç satır sonra bir de İsmail Beşikçi’den bahsetmez mi yazar. Kendine yapılanlar nedeniyle Türkiye’nin ulusal utancı haline gelmesi gereken bir isim o. Hâlâ tanımayanlar için söyleyeyim (“bu nasıl olur, nasıl tanımazlar ki” diye de sormayın; burası Türkiye, her şey mümkün burada), İsmail Beşikçi bir bilim adamı, bir antropoloji profesörü, Kürt kimliği ve Kürt hakları üzerine birçok çalışması var. 36 kitabından 32’si yasaklandı. Ömrünün 20 yıla yakınını hapislerde geçirdi. Niye? Sadece “Türk sorununun” hoşlanmadığı konularda çalıştı diye.
Biz Türk’ün bu sorunu üzerinde kafa yormazsak, bu sorundan bir an önce kurtulamazsak Kürt sorununun çözümüne geçebilmemiz mümkün değil. Çünkü hiçbir tarafın sorunu tek başına çözülemeyecek, sorunları ancak birlikte ele alırsak ortak çözüm getirebileceğiz.
Anayasa ve özgürlükler meselelerinin ele alınması gereken bu dönemde, bunu bir daha hatırlatayım dedim. Ayrıca Başbakan, muhalefetle terör üzerine konuşmalarını sürdürürken belki ama sadece belki siyasiler meselenin aslında temelde insan hak ve özgürlükleriyle ilgili olduğunu, meselenin çözüm yolunun daha fazla demokrasiden geçtiğini düşünmeye başlarlar diye yazdım bu sözleri.

KATALAN KİTAPLARI
Dünya Kupası’ndaki İspanyol şampiyonluğu vesilesiyle Türkiye’deki durum ile İspanya’daki durumu karşılaştıran ve Katalanlar ile Kürtler arasında durum benzerliğine dikkat çeken yazılar çıkıyor son zamanlarda.
Zihin egzersizi gerekiyor tabii, yazılacak bu konu ama bir nokta var ki bu da unutulmamalı.
Ben maç izlemek için Barcelona’dayken bir kitapçı gezdim. Baktım ki Katalan dilinde yazılmış binlerce kitap var. Kültür düzeyini bildiğimden bu beni şaşırtmadı ama asıl şaşkınlığımı çocuk kitaplarıyla ilgili bölümü gezerken yaşadım. Bir baba olarak dünyanın dört bir yanındaki kitapçılarda çocuk kitaplarıyla ilgili bölümleri gezmişimdir, çoğunu iyi bilirim üstelik. O gün baktım da Katalan dilinde çocuklarla ilgili kitapların sayıları, benim gördüğüm dünyadaki (ki bu bölüm de hayli kapsamlıdır ha) çocuk kitaplarının sayısından hayli fazla. Çocuğa bu kadar fazla önem veren bir kültürün, kendi kimlik problemlerini ve üst kimlikle ilgili meselelerini veya birlikte yaşama becerilerini geliştirme süreçlerini ele alışı da farklı olabiliyor demek ki. Katalanlardan bahsederken eğer Türkiye için örnekler filan çıkarmaya çalışacaksak olayın bu yönünü de hatırlamalıyız.

Tarihi bizzat yaşamak

Referandum sürecine girdik ya, 12 Eylül darbesi hatırlatılacak ya, birtakım insanlar gençlerin o darbeyi hatırlamayabileceklerini söylüyorlar. Tabii ki yaşları tutmuyor, bizzat yaşamamışlar olayı. Herkes benim gibi darbe yaşamaya 1960 ile başlama “şansına” sahip olacak diye bir kural da yok ortada, ama ben tarihi bilmek için onu illa da bizzat yaşamış olmanın gerektiğine takmış durumdayım.
Bizde bazı insanlar bizzat yaşayamadıkları yakın geçmişimizi bilmiyorlar. Onlara 12 Eylül dediğimizde, “Acaba o gün ne önemli maç oynanmıştı ki” diye düşünmeye başlıyorlar. Şimdi benim, İngiltere’nin feodalizmden kapitalizme geçiş süreci hakkında bilgilerim var, ama bunu bizzat yaşamış olmak için yaşım tutmuyor maalesef.
Murat Bardakçı
ise tarihi bilmek için bizzat yaşamış olmak şartını sadece vampir olduğu takdirde yerine getirebilecek durumda. 12 Eylül’ü bilmemek, hatırlamamak, genç bir insanın bunu bilmediğini ifade etmekten utanmaması, utanç verici bir düzey düşüklüğüdür. Kitap okumayı tavsiye etsem acaba çok mu banal kaçar bu.

Mayoyla yakalanmak

Türkiye’de birçok olay olurken, bir de son derece fantastik, kendisine özgü kuralları bulunan bir yaşam türü de var. Bazı insanlar mayo giyip denize giriyorlar ve sadece bu nedenden dolayı müthiş bir koşuşturma, hezeyanlar yaşanıyor. Mayo giyenler görülmek istemiyorlar. Öyleyse “Neden özel bir havuzda değil de sahilinde yüz adet paparazzinin beklediği ve denizinde ise büyük ihtimalle dünyadaki tüm arkadaşlarının o anda bulunduğu Türkbükü’nde denize giriyorlar” diye sorarsanız bunun makul bir cevabı yok.
Aslında bu olayda hiçbir aşamada makul açıklama bulunmuyor. Sonunda fotoğrafları çekiliyor tabii ki ve gazetelerin neredeyse artık yoğunluktan güneş yağı kokmaya başlayacak sayfalarında “mayo ile yakalandılar” gibi bir oksimoron ile teşhir ediliyorlar.
“YAKALANMAK”
kavramını oldukça rencide ediyor olması gereken bir kullanım bu. Yakalanmak kavramının daha farklı ve daha vahim durumlara bırakılacağını umarken madem bu konuya maalesef girmiş bulundum bir kez, son olarak da şunu söylemeliyim: Bazı kadınların mayoyla gözükmemek için üstlerine sardıkları şeffaf tüller amaca hizmet etmiyor ve bu tüller o mayolu kalabalık içinde çok daha dikkat çekici ve “bana bakın” mesajı veriyor.
Daima kamu yararını düşünen bir yazar olarak bunu illa da söylemem gerekiyordu.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp