Top
12/08/2010

Ölümünden 19 yıl sonra annemin bana sürprizi

Cuma akşamları program geç bittiği için televizyondan eve gelişim sabah saatlerine sarkabiliyor.
Geçen cuma öğleden sonra babam Ankara'dan geldi, eve döndüğümde yatmıştı, sabah merhabalaşacaktık.
Biraz dinlenmek için oturdum, bir de baktım masamın üstünde ikisi uzun üç adet tespih duruyor. Kimden geldi ve niçin sorularıma yanıt için sabahı beklemem gerekecekti, merak içinde yattım.
Sabah babam kalktı odaya geldi, "Sana annenin tespihlerini getirdim, gördün mü" diye sordu. "Rana'ya da annenin dua ederken taktığı eşarbını getirdim, o da çok sevindi buna" dedi.
Biraz şaşırmıştım. Çünkü yıllardır birlikte oturduk, ben annemin dindar olduğu yolunda tek bir işaret bile almamıştım.
Babam, "Ben de bilmiyordum" dedi. "Evde annenin seccadesi de var, onu ben saklayacağım" diye ekledi.
Gerçi ramazan aylarında oruç tutardı ama bunu daha çok hoş bir toplumsal ritüele katılmak için yapıyormuş gibi davranırdı. Meğerse bu derinden dindar olan bir kadının hayat tarzıymış. Annemin ölümünden 19 yıl sonra bana sürprizi buydu işte. Hoş bir sürpriz. Madem durum böyleydi, acaba bize neden hiç söylemedi ki diye düşündük babamla.
Bizler belki dindar olmayabilirdik, ama inanca her zaman saygıyla yaklaşmış ve inancın felsefi anlamı üstüne kafa yormuş bir baba oğulduk. Hem böyle olmasaydık, militan ateist bile olsaydık annemin tercihine laf söyleyecek cesaretimiz olamazdı; çünkü ikimizin de hakkından geliverirdi. Babam da ben de korkardık ondan. Babam hâlâ korkuyor; çünkü mezarları yan yana duruyor. Bu konuda sürreel bir korkusu da var.
Ben insanların inancı ve ibadet biçimi konusunda konuşmayı gençliğimden beri sevmem. Bu tür konuların, insanların özel ve derinliklerinde yaşaması gereken şeyler olduğuna ve kimsenin de kimseye karışmaması gerektiğine inanırım.
Başörtüsüne karışılması beni bu yüzden öfkelendirir, ayrıca başörtüsü gibi insani tercihlerin başkaları tarafından politik mücadele aracı olarak kullanılmasına da öfkelenirim. İnsanların kendi yaşam tarzı seçimlerinin psikolojik portrelerini çıkarmaktan hoşlanmam. Bunun bana da yapılmasını istemem, başkalarına da yapmam.
Bir zamandır bunu düşünüyordum, şimdi annemin hoş sürprizinden sonra kafamda daha netleşti olay. Benim bu tavrım bir aile terbiyesi sonucu. Sülalemde kimse, kimin dindar olup olmadığını bilmez. Hatta dedemin (bu ötekisi, yani anne tarafı, yani deli olan taraf değil) günde beş vakit namaza gitme kararını ne zaman verdiğini, ancak gitmeye başladıktan sonra anlamıştık.
Babam dine her zaman uzak durdu, ancak felsefe okuduğundan dolayı inancı hafife almıyor. Ben de ondan öğrendim bazı şeyleri. Babam böyle sürdürürken yaşamını, annem kendi özelinde namazını da kılıyor, duasını da ediyor ama kimsenin kimseden haberi yok.
Dedem koyu dindar olduktan sonra ramazanları onun evine geçirmek hoşuma giderdi; çünkü çok iştahla iftara otururdu, seyretmek çocukken bana keyif verirdi. O masaya oturduğunda kimseye kural koymaz, sadece kendisiyle ilgilenirdi. İçine kapanmak değildi bu; ramazanı kendi içine, yüreğine yolculuk olarak düşünürdü. Aynı masada babam rakısını içerdi ve dedem ona tek laf etmezdi, hatta içki konusunda şakalar bile yapardı. Benim aile terbiyem, büyüklerimden gördüğüm bu. Yapacak bir şey yok, annemin sürprizinden sonra bunun güzel bir şey olduğunu daha da çok düşünmeye başladım.
Ben, Türkiye'nin de ailem gibi olmasını arzuluyorum. Türkiye'nin temellerinde bu tavrın tutacağına inanıyorum. Bu dengeyi bir tarafa ağırlık vererek bozmaya çalışanlar hem ülkeye çok zarar verecekler hem de insanımızdan sonunda tepki görecekler. Boşuna zaman kaybedeceğiz. Eğer var olan koşullarımızda bir Protestanlık yaratacaksak, bunun yolu da bu tavırdan geçiyor. Dünyanın söz ettiği, umutla beklediği rol modeli olacak Türkiye, ancak bu tavrı benimseyebildiği zaman ortaya çıkacak ve o zaman 21 'inci yüzyıl gerçekten Türkiye'nin yüzyılı olacaktır.
Anneme bu inancımı sağlamlaştırdığı için 19 yıl sonra gökyüzüne doğru sevgilerimi gönderiyorum.

MASA ADABI
ra çok şükür 55 yaşımda istediğim masayı donatıp istediğim yemeği yiyebilecek imkânım oluştu, ama ben hâlâ eskiden kalan çok basit ama nefis iki lezzeti unutamam.
İlk yazıda dedemden bahsettim ya, onun orucunu bozarken ne yemeyi tercih ettiğini hâlâ ağzım sulanarak hatırlarım.
Dedem bir küçük kaba zeytinyağını koyar, içine sirke de boca eder, tuz, kekik ve biraz kırmızı pul biber ekler, ekmekler kızartılır ve ilk lokma bir parça kızarmış ekmeğin o kaba banılmasından sonra ağza atılır. Onun lezzeti gibi bir şey var mı ya, hem maliyeti de neredeyse yok.
Annem ise özellikle sahurda, o da ben ona eşlik etmek için kalktığımdan, mükemmel bir ay çöreği pişirirdi. Biraz yufka ve içinin çok da ucuza mal edilebilen malzemesi. Her biri işaret parmağının bükülmüş
hali kadar eşit boylarda olan o ay çöreklerinin lezzetine hiçbir aşçı, hiçbir pastane ulaşamadı daha. Dünyanın neresine gidersem gideyim, o lezzeti acaba bulur muyum diye ay çöreklerini tadarım ama bulamadım.
Bir kez daha ısırabilsem o çöreklerden, Proust'un ısırdığı çöreklerden sonra hatırladığı geçmişi ben de hatırlayacağım, buna eminim. Kendi "Kayıp zamanımın peşine" düşeceğim.
Bunları neden yazıyorum? Türkiye'de ramazan bir yiyecek şenliğine dönüştürülüyor. Bunu mutlu bir zamanın keyifli yanı olarak da anlamıyor değilim, ama bu yiyeceklere erişme imkânı olmayanları da özellikle dindarların hatırlaması gerekmez mi?
O yiyecek şenliklerini sadece televizyondan izleme imkânına sahip olanlar, büyük lezzetlerin bazen basit ve masrafsız yiyeceklerde bulunduğunu da hatırlasınlar diye yazdım bu hatıramı.

CHP NEYİ KAÇIRDIĞINI BİLİYOR MU?
"NEYİN artık olmadığının veya kaçırılmış olduğunun farkında olmak", modern toplumlarda dinin ve inancın yeri konusunda en yoğun düşünen filozof olan Jürgen Habermas'ın kitabının başlığı. Zaten kitabın alt başlığı da "Sekülarizm sonrası toplumda akıl ve inanç".
Ramazan dönemleri, genelde insanın kendisi ve toplumdaki yeri hakkında düşünmesi dönemi olarak kabul edilir. Bir tür insanın kendi içine doğru derinleşip yoğunlaşması dönemidir bu dönem.
Ben referandum oyum konusundaki kararımı bu tür bir iç yoğunlaşma süreci sonunda verme uğraşısı içindeyim. Çünkü bu oyun inançla ilgisi de var.
Habermas'ın kendisine problem ettiği ve her modern toplumun da problemi olan meseleyi CHP kendisine bir an önce problem etse ve bunun üzerinde düşünmeye başlasa iyi olacak.
Bu mesele, türbanlı kadınları partiye üye kaydetmekle çözülmez, oradaki oyun oynar gibi takınılan tavır problemi daha da çözümsüz kılabilir.
İnsanlar sekülarizm sonrası toplumların sentezleri üzerinde düşünürken Türkiye'nin henüz tamamlanamamış modernleşmesinin temsilcisi olmak iddiasında olan CHP, laikliğin kısırdöngüsü içinde debeleniyor.
Bu kısırdöngüyü anlamlı bir şekilde kırmadığı takdirde hiçbir zaman iktidar da olamayacak. Bu nedenle CHP, bu ramazan dönemini fırsat bilsin ve kendi iç derinliğine dönüp kendisini sorgulasın, yeni diyalog ve sentez kavramlarını üretsin. Fazla umudum yok ama bir ihtimal bunu yapmaya girişirlerse ben de üstüme düşeni yapacağım ve tartışmalarına yardımcı olabilecek bir çerçeveyi yarınki yazımda çizmeye çalışacağım.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp