Top
12/07/2010

Sol ve referandum

Hükümetin referandumda verilecek “evet” oyunu, 12 Eylül darbesine karşı verilmiş bir oy olarak sunması sol camiada kafa karışıklığı yarattı.
Bunu hemen kötü niyetli yorumlarla damgalamak yerine solun tarihimizde de kökenleri bulunan bu kaygılarını iyi anlamak gerekiyor.
Eğer AKP Türkiye’nin demokratlaşması hedefinde samimi ise bu yolda doğal müttefiki olabilecek sol hareketi hemen dışlamış olmamak için bu kaygıları anlamaya başlamalı ve gerekirse bu kaygılardan bazı dersler de çıkarmalıdır.
Tabii ki sol 12 Eylül faşizminden en fazla zarar görmüş en fazla çekmiştir. Öldürülen arkadaşlarımızı, işkencede fizikleri ve ruhları yara alan insanları, devlet tarafından ortadan kaldırılan bir camiayı unutabilmemiz, o rejimin anayasasını sevebilmemiz mümkün değil tabii ki.
AKP bizim bu duygusallığımıza güvenip bizlerden evet oyunun geleceğini düşünüyor.
Sol örgüler açıklamalarını yapmaya başladılar, bazıları evet diyecek, bazıları ise bu yeterli değil boykot ediyoruz tavrını alacaklar.
Ama emin olun direkt evet oyunu basacaklar bile bunu korkarak yapıyorlar.
Yeni anayasa kabul edilirse demokratikleşme adı altında oluşacak yeni yapıda iktidarın totaliter güç kazanıp kazanmayacağı, sınırsız gücün iktidarı bozacağı ve gücün önünde hiçbir denetleyici güç kalmamasının tehlikeli olacağı konusunda büyük korku var.
Üstelik solcular bu korkuları gerçekleşirse ilk başta kendilerinin zarar göreceğini düşünüyorlar.
Kendi ideolojisini sınırsız empoze etmek fırsatını bulacak iktidarın ilk başta sol kesimi baskı altına alacağını düşünenlerin sayısı da hayli fazla.
Hatta o durum olduğu takdirde anayasasına evet dediğimiz iktidarın olası baskıcı politikalarına karşı meşru savunma hakkımızı da kullanırız demeye başlayanlar bile var.

KORKUMUZUN GEÇMİŞİ VAR
Solun bu iktidarın ilerde demokratikleşme adı altında totaliter bir uygulamaya geçebileceği korkusu yine bu iktidarın sicilinde bulunan bazı söylemlerden kaynaklanıyor. En küçük bir eleştiriye dahi tahammülsüzlük. Ben yaptım oldu ve olacak tavrının hâkimiyeti, medya üzerine kurulan yoğun baskı solcuları ilerisi için korkutuyor.
Ancak bu korkunun başka tarihi kökeni de var. Bunları da herkes bilsin ki eleştirisini veya özeleştirisini buna göre yapsın.
Dindar kesim ile ve onun siyasi hareketiyle bir uzlaşı bulmak, müttefiklik oluşturmak arayışı daima solculardan gelmiştir.
Dindar kesim K. Marx‘ın “din kitlelerin afyonudur” cümlesine takılmışlar ve Marx‘ın din ile ilgili çalışmalarının bu sözden ibaret olmadığını unutup, güvensizlik içindedirler. Bu tavır Marx‘ın henüz Hegelci’yken yazdığı bir cümledir yani Marx analiz yöntemini tam kurduktan sonra yani analizi Hegelci olmaktan çıkıp daha fazla Marksist olmasından sonra dindar olmanın toplumlarda ifade biçimleri üzerine dikkatle eğilmiştir. Çalışma arkadaşı Engels de keza onun gibi hatta ondan daha fazla bu konuya kafa yormuştur. Lenin bile ateizmin ele alınmasının yarar getirmeyeceğini düşünmüş ve dinin ezilen kitlelerin yaşamlarındaki yerini doğru anlamaya önem vermiştir. Ateizmin parti programına alınmasına da bu yüzden karşı çıkmıştır (Kazım Özdoğan “Bir özgürlük teolojisinin imkânları üzerine”, Birikim Dergisi Şubat 2010)

ORTAK ÖZGÜRLÜK TEOLOJİSİ ARAYIŞI
Marksistler açısından din ve dine dayalı siyasi hareketler daima ciddiye alınmıştır. Bunu sanıldığı gibi sadece bir cümleyle tanımlayıp bir yana koymamışlardır.
Benim bildiğim 1970 sonrası dönemde Marksistler daima bu kökenleri nedeniyle bir ortak özgürlük teolojisinin kurulabilmesi için dindarlarla işbirliğini hep aramışlardır. Başlarda somut işbirlikleri yapılsa da dindar kesim sonradan kendilerin kafasındaki sistemde solcu insanların hayat tarzının kabul edilemeyeceğini söylemişlerdir ve bizlerin kafasında bir de Şah’ın devrilmesi sürecinde solcu dindar işbirliğinin sonunda olan felaketler de bir travma olarak var olduğundan, onlardan gelen bu tavır arayışımızın önünü tamamen kapatmış ve hayal kırıklığı yaratmıştır.
O hayal kırıklığının etkileri hâlâ daha sürüyor. “Sol ve ilahiyat” çerçevesinde ortak kurabileceğimiz özgürlük teolojisini oluşturma arayışımıza AKP’den fazla cevap alamıyoruz. Bu anlatmış olduğum tarihimiz nedeniyle fikrimizin temellerini kuranlar gibi bu konu üzerinde çalışmaya hazır olsak da bir yandan da korkuyoruz.
Tabii ki faşist dönemin anayasasına değiştiren metne evet demeyi bizden fazla isteyen yok. AKP bazı söylemler oluşturduğu takdirde bizlerin ve bizim gibi insanların korkularını biraz giderebilirse bu kesimden de evet oyunu kesin alacaktır. Yoksa referandumda hayır deyip de genel seçimde AKP’ye oy verecekler de var bu da bilinsin.

DÜNYA KUPASI’NDAN HATIRIMDA KALANLAR
Hakkında daha çok yazılıp çok konuşulacak bir Dünya Kupası da dün bitti. Benim bu kupadan hatırımda kalacak iş yine yayıncılıkla ilgili bir işti.
Daima son derece yaratıcı bir yayın politikası olan Amerikan Vanity Fair Dergisi kupa başlamadan önce ünlü futbolcuların çıplak (sadece şortlu) fotoğraflarını yayınladı. Fotoğrafları ünlü Annie Leibovitz çekmişti. Ben özellikle Christiano Ronaldo‘nun kapının eşiğinden hayretle izlemekte olan annesinin bakışları altında topa vurmaya hazırlanırkenki fotoğrafını çok sevdim. Drogba’nın kapaktaki fotoğrafı içinse sadece “Bari şortu giymeye hiç zahmet etmeseydin be adam” demekle yetineceğim.
Dergi şimdi de kupa biterken internet sitesine yine harika bir slayt şov koymuş.
Avrupa’daki gençlerin futbol oynadığı sahaları tek tek gezip fotoğraflarını çekmiş. Yani kupa bittikten sonra okuyucularına sizin izlediğiniz o yıldızlar bu kötü sahalarda oynaya oynaya yetiştiler diyorlar. Güzel bir fikirdi bu da.

Bari R.S.V.P. de isteseydiniz
Kuzey Irak hava sahasının Amerikalılar tarafından bizim için açıldığı ve operasyonun başladığı haberleri gelmeye başlamışken ben bizim devlette gizlilik konusunda ciddi bir problem olduğunu düşünüyorum. İlk önce Genelkurmay Başkanı “artık sözün bittiği yerdeyiz” dedi, sonra da talep ettiğimiz teröristlerin listesi ve gerekirse bunları gidip alacağımız haberleri çıktı. Devletin zirvesinde ancak gizli götürülmesi durumunda başarılı olabilecek bir karar alınıyor sonra bunu bir tek CNN International’da dünyaya duyurmadığınız kalıyor. Türkiye’nin yakalanmasını istediği kişiler muhakkak orada sakin bir şekilde bizi bekliyorlardır. Bu kadar şeffafız, bari işi tam yapsaydık diyorum, Keşke teröristlere birer devlet davetiyesi gönderseydik. “Yakında sizin dağda havai fişek gösterisine benzeyen ışıklı patlamalı bir gösterimiz olacak partimize katılmanızı bekliyoruz R.S.V.P. için başbakanlık müsteşarlığını arayın” diye yazabilirdik davetiyeye.
Bu yapılaydı parti başladığı anda onların muhakkak orada olmalarını sağlardık. Şimdi ise hiçbirisi davetsiz partiye katılmayı arzu etmeyeceğinden oraya gittiğimizde kimseyi bulabileceğimiz şüpheli.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp