Top
10/09/2012

Terörün sona ermesi için neredeyse ideal olan bir çözüm var

W.G. Sebald "On the Natural History of Destruction" (Yıkımın Doğal Tarihi) adlı kitabında "insanların hatırlamak istemedikleri kötü olayları nasıl da görmezden gelme ve unutma becerileri" olduğunu anlatır. Bu ifade, adına "terör" dediğimiz olayda hem Kürtlerin hem de Türklerin yaşadığı deneyi çok iyi anlatıyor bence.
Gerçi Sebald o kitabında, İkinci Dünya Savaşı'nda bombalanan Alman halkının o korkunç süreci unutma sürecine girdiğine ve bu konuda ilginç bir şekilde çok az sayıda çalışma yapılmış olduğuna dikkat çekerek bu sonuca varır.

BİLMEMEK İSTİYORUZ
Biz de terör konusunda yeterince düşünmüyoruz. Çünkü herkes aslında hiç hatırlamak istemediği korkunç bir süreçten geçiyor.
İlk önce ölen askerlerin haberi geliyor, sonra onların mahvolan ailelerinin görüntüleri yayınlanıyor, birkaç gün sonra da bazı televizyoncuları çok mutlu eden havadan bombalamalar başlıyor. Hiç kimse bu tür alan bombalamaların, bir zamanlar medeni ülkeler tarafından "terör bombalaması" olarak adlandırıldığını düşünmüyor.
O tür bombalamalarda tamamen suçsuz insanların da ölmesi ihtimali büyük olduğu için buna "terör bombalaması" deniliyor. (İsteyen bu konuda daha fazla bilgi için Steven Lindqvist'in "A History of Bombing" adlı kitabını veya Thomas Bernhard'ın kitaplarını okuyabilir.)
Bu korkunç kısırdöngü, bizleri bir toplum olarak neredeyse tamamen rasyonel düşünmekten uzaklaştırıyor ve mantıksızlaştırıyor.
Yine Sebald'ın dediği gibi "bireysel, kolektif ve kültürel belleğimiz dayanılamayacak kadar korkunç olan bu süreçlerle baş edebilmek için bunları düşünmeme ve unutma sürecine giriyor".

ŞİİRİN ÖLECEĞİ ÜLKE
Adorno, Auschwitz'den sonra şiir yazılmasının artık mümkün olamayacağını ve sadece fotoğraf sanatının ayakta kalabileceğini söylemişti. Böyle giderse Türkiye'de şiir sanatı tamamen ölecek.

ERDOĞAN'IN BÜYÜK TARİHİ SORUMLULUĞU
Bugünlerde Başbakan Erdoğan da maalesef biz sıradan vatandaşlara benzemeye başladı. Halbuki o, Desmond Tutu'nun kendisine 2010 yılında yolladığı mektupta dediği gibi, terör sorununun ve Kürt meselesinin rasyonel bir biçimde çözümlenmesi için tarihin kendi omuzlarına yüklediği sorumluluğu kabul edip çözüm yolunda adım atabilecek bir veya tek liderdi.
Bellekleri düşünmemek ve unutmak üzere koşullanan insanlar, teröre karşı savaşını zaten kaybetmiş olan Türkiye'nin neden bir defa daha kaybetmek yolunda bir adım atacağını görmüyorlar.
İktidar bugün BDP'ye yeni cezalar kesmeye çalışıyor, onları tekrar suskunluğa itmeye hazırlanıyor.
Bunların daha önce denendiği ve her defasında bizi aslında güçsüzleştirdiği görülemiyor bu aşamada.

BİZ SAVAŞI ZATEN KAYBETMİŞ DURUMDAYIZ
"Teröre karşı savaşını zaten kaybetmiş olan Türkiye" gibi hayli iddialı bir laf ettim. Kaybettiğimizi gösteren ilk haber hayli eskiydi ve ben bunu duyduğumda kulaklarıma inanamamıştım.
Güneydoğu'da bir köye gece baskın yapan askerler, PKK'ya yardımcı olduklarından kuşkulanılan köylülere dışkı yedirmişlerdi.
Toplumsal belleğimizin unutmayı arzulayacağı kadar inanılmaz olan bu olay, askeri güç olarak kaybetmeyeceğimiz iddiasında olduğumuz bir savaşı aslında kaybettiğimizin göstergesiydi. Çünkü çoğu zaman savaşların kazanılması için silahlar yetmez, ayrıca insanların yüreğini de kazanmak lazımdır. (Bu konuda Geoff Dyer'in "The Moral Art of War" başlıklı makalesini bulup lütfen bir okuyun. Bence bu Türkçe'ye çevrilerek TSK'da zorunlu okuma malzemesi de yapılsın.)
Bu olaydan sonra aslında savaşı kaybetmekte olduğumuz yolunda ikinci haber de TBMM'den geldi.
Bu sefer de olayı haberlerde gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Kürt milletvekilleri, Meclis'e giren polisler tarafından kollarından tutulup başları da zorla öne eğilmiş halde arabalara bindirilerek götürülüyordu. Aslında bu savaşın tamamen kaybedildiğinin de fotoğrafıydı.
Şimdi o tarihin mirasçısı konumunda olan BDP'nin de aynı muameleye tabi tutulmasına doğru gidiliyor.
Eğer bu yapılırsa zaten ölümcül yaralar almış toplumsal belleğimiz ve vicdanımız tamamen ölecek ve Başbakan Erdoğan da Desmond Tutu'nun dikkatleri çektiği, tarihin kendi omzuna yüklediği sorunu kalıcı ve anlamlı biçimde çözecek lider olma fırsatını tamamen kaybedecektir.

BDP NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ?
Peki bu denklem içinde BDP neden bu kadar önemli? Türkiye'nin bireysel, kolektif ve kültürel belleğini tazelemeye ve canlandırmaya ihtiyacı var. Konuşmak, düşünmek zorundayız ve bunu da tek başımıza yapamayız. Bunun için tarafların olması gerekiyor; birbirimizden öğrenmemiz ve çözüm önerileri almaya ihtiyacımız var.
Ben dindarları anlama çabamda bana çok yardımcı olan bir çalışmayı bu aşamada hatırlatmak istiyorum. Jürgen Habermas, "An Awareness of What is Missing" (Neyin Eksik Olduğunun Farkında Olmak) adlı çalışmasında, "Rasyonel düşüncenin mutlaka sosyal bazlı amaçları olması gerekir. Ancak bu amaçlarını tek başına gerçekleştiremez. Bunun için farklı düşünen grupların dinamiğine ve fikirlerine ihtiyacı var" demiştir.
Gerçi Habermas bunları, modern bireyin aradığı yardımı dini gruplarda bulabileceğini anlatmak bağlamında söylemiştir ama ben bunun Türkiye'nin Kürt meselesine anlamlı çözümler bulması için de uyarlanabileceğini düşünüyorum. Bunun için aklımızı mantığımızı kullanırken, ölmek üzere olan kolektif belleğimizi canlandırırken, farklı düşünen grupların yardımına ihtiyacımız var.
Kürt halkı zaten ana lisanında konuşarak yaşama hakkı elinden alındığı için hiçsizleştirilmeye çalışılmış bir halktır. Şimdi onun konuşma ihtiyacını parlamentoda üstlenmiş olan partisi de susturulmaya çalışılıyor. Bu rasyonel değil ve bu bizi bir kez daha yeniliğe itecektir.

YENİ BİR DİL BULMALIYIZ
Son günlerde terör ve Kürtler konusunda yoğun bir tartışma var.  Bunların çoğunu okumaya ve dinlemeye çalıştım. Ama şunu gördüm ki, bizlerin acilen dilimizi değiştirmemiz ve farklı önerileri cesur biçimde ortaya atmaya ihtiyacımız var. Çünkü belleğimizi öldüren ve aklımızı yalnızlaştıran belirli konuşma dilinde kısılıp kalırsak kısırdöngüden hiç çıkamayacağız.
Ben Marksist kökenlerim nedeniyle "halkların kendi geleceklerini tayin etme hakkı"na mutlak olarak inanırım. Bu süreçte Kürtlerin ne istediğine bu inanç ışığında ve açık fikirle baktığımızda ne görüyoruz? Çoğunluk Türkiye'den kopmak filan istemiyor, bunun için içgüdüsel milliyetçi tepki doğru değil. Aksine hemen herkes Türkiye içinde kalıp merkezi otoriteden bir tür otonomi istiyorlar. Yani bir federatif çözüm arayışı içindeler.
Bunun olmaması için rasyonel bir neden yok, sadece belleğimizi canlandırmamız ve kapanmış olan akıllarımızı açmamız gerekiyor. Türkiye bu öneriyi görüşüp uygulamaya razı olduğunda silahların bırakılması da çok daha rahat yaşanabilecektir.

ZİZEK'İN İDEAL ÇÖZÜMÜ
Slavoj Zizek, "Terörün çözümü için neredeyse ideal olabilecek bir yol var. Kuzey Irak ve Suriye'den bir bölümü de içerecek, büyük bölümü Türkiye'den olacak ve Türkiye'nin bir parçası olarak kalacak otonom bir Kürdistan fikri olabilir. Hem de bu Osmanlı mirasına da uygundur" demişti. Ben de aynen böyle düşünüyorum. Bu Türk devletinin çıkarlarına da uygun olacaktır.
Bu siyasi açıdan zor bir adımdır biliyorum, ama Desmond Tutu'nun söylediği gibi böyle bir adımı atabilecek, tarihin yüklediği sorumluluğu yüklenip yürüyecek bir lidere ihtiyaç var.
Zor bir haftaya girerken bunu Başbakan Erdoğan'a hatırlatmak istiyorum.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp