Top
10/08/2010

Bunlar beni korkutuyor

Evet oyunu çevreme, arkadaşlarıma, hayır oyunu ise gönül rahatlığıyla kendime nasıl anlatacağımı bilemememin sıkıntısını yaşıyorum.
Korkularımdan arınabildiğimde evet oyunu üzerimdeki mahalle baskısına aldırmadan atacağım.
Ama bu arınma sürecim pek de kolay olacağa benzemiyor.
Kendilerinden farklı düşünen insanlara yaşam hakkı tanımayacak bir zihniyetin, çoğunluktan güç alan diktatoryasının kurulacağından ürküyorum.
İktidar bu korkuya son vermek için her fırsatı yakaladığında korkuyu daha da artıracak söylemlere girişmeseydi... Başbakan ve adamları, bazı insanların kendilerinkinden farklı hayat tarzı seçimlerinin tedavi edilecek bir çocukluk hastalığı olarak gördükleri ve gerektiğinde bu tercihlere saygı duyulmayacağı izlenimi vermeselerdi...
Başta Avrupa Birliği'ne üyelik sürecine gerçekten inandığı izlenimi veren hükümet, Avrupa'nın demokrasi kriterlerini sadece orduyu sivil otoriteye tabi kılmak ve türban hakkını sağlamlaştırmak dışında umursamıyor gibi bir görünüm sunmasaydı, bunlar dışında Avrupa'yı unutabileceği izlenimi doğur-masaydı, aslında temelinde farklı hayat tarzı seçimlerinin özgürce bir arada yaşamasının garantisini veren Avrupa kriterlerini sırf bu yüzden unutuyormuş gibi davranmasaydı...
Belki geleceğe yönelik korkularım daha rahat geçerdi.
En temel insan hakkı olan insanın hayat tarzını, inanma veya inanmama biçimini özgürce belirleme hakkına bugüne kadar zerre kadar saygı duymamış yazarların, referandum sürecine girildiği andan itibaren her gün neden evet denilmesi gerektiğini anlatmak için ter dökmeleri olmasaydı, bende "Bu insanlar bu kadar kararlı savaş verdiklerine göre bu işin altında başka bir iş olmalı" kaygısı doğmazdı.
Bu tür insanlarda referandum hakkında "Evet oyu, sıradan insanı ön plana çıkaracak, sıradan insan karar ve hâkimiyeti ele alacak" türü bir cümle okuduğumda korkularım daha da artıyor.
Bu korkum, sıradan insanın çok kolay bir biçimde gündelik sıradan faşizme gönül rahatlığıyla evet diyebileceğini, kendisine uymayan düşünce ve hayat tarzlarına kolaylıkla ölüm isteyebileceğini, sıradan insanların milliyetçiliğinin kolayca faşizm olduğunu, komünizmin ise Kızıl Kmer düzenine dönüştüğünü de bildiğimden...
Her durumda iktidara her koşulda destek veren o yazarların, her fırsatta çok sevdiklerini söyledikleri sıradan insanın o içgüdüsüne güvenmiyorum, sıradan insanın tavırlarından korkuyorum ve o yazarların da insan sevgisi konusunda dürüst davranmadıklarını düşünüyorum.
Bu saydıklarım yüzünden bugünlerde hayli korkuyorum.
Bu korkularım zaten varken Başbakan her defasında, "Ben bu yola kefenimle çıktım" diyerek korkumu daha da artırıyor. "Hangi yol bu, hangi amaç için ölmeyi bile kabul edecek kadar kendisini ortaya attı acaba" sorusu geliyor aklıma. "Acaba hangi amaç, insanı kendisini kolaylıkla gözden çıkarabilecek kadar yücedir ki" diye de soruyorum, korkum daha da artıyor.
Şimdi bazılarınız diyecek ki, "Madem bu kadar korkuyorsun referandumda bas hayır oyunu".
Böyle denilecek biliyorum ve üzerimdeki mahalle baskısı da güçlenecek.
Ama beni tanımıyor bunlar, ben korkularıma o kadar çabuk ve kolay yenilmem, hâlâ kararımı vermiş değilim ama yakında mutlaka vereceğim. Umarım oyumun gerekçesini de sizlere anlatacağım birkaç gün içinde.

İLLUMİNATİ TOPLANTISI MI?
Var olduğuna inanılan ama kimlerden oluştuğu ve nerede olduğu bir türlü kesin söylenemeyen örgüttür İlluminati. Tarihi bilinir ama aynı zamanda bir tür şehir efsanesidir. Bu yüzden kitaplara, filmlere konu olmuştur. İnsanlar açıklamakta zorlandıkları gelişmeleri bu örgüte yıkarak içlerini rahatlatırlar. Varlığına inanıldığı ama hiç somut görülmediği için pek çok yerde var olduğu da ileri sürülür. Örneğin, saç telleri yılanlardan oluşan Medusa'nın mumyalanmış cesedi, araştırmacı Oktan Keleş'e göre Yerebatan Sarayı'nın dehlizlerinde bulunduktan sonra mumyanın içinde tutulduğu lahit, halka sergilendi (belgeleri, fotoğrafları var bunun) ama içindeki mumya toplumda büyük korku yaratacağı nedeniyle gizlendi. Daha sonra bu mumyanın bulunduğu Yerebatan Sarayı'nın dehlizinde yıllardır İlluminati toplantılarının/ayinlerinin yapıldığı da söylendi.
Bir örgüt hakkındaki söylentiler böyle destansı hale geldiğinde her yerde ve her zaman örgütün izlerini görmek mümkün oluyor tabii.
Bunu bildiğimden İlluminati örgütü lafını her duyduğumda meseleye kuşkuyla, temkinle yaklaşırım. Ancak bir son toplantı haberi geldi ki eğer bir İlluminati buluşmasından bahsedilecekse bence bu son toplantı İlluminati tanımlamasını en hak eden toplantı olmuş. Dünyanın en zengin insanlarından olan Warren Buffet, dünyanın en zengin insanlarına bir toplantı çağrısı yaptı. Toplantıya katılanların servetlerinin toplamı 1 trilyon 200 milyar doları buluyordu. Toplantının açılış konuşmasında Buffet, katılanlara "Sizlerden servetinizin en az yarısını bağışlamanızı istiyorum" dedi. Gizemli "S-kull and Bones" örgütünün de kurucularından olan Rockefeller ailesinin binasında yapılan toplantıda, zenginlerden servetlerinin yarısını, Bill Gates ve karısının kurdukları vakfa bağışlamaları istendi. Açıklanan amaç, vakfın dünyanın her yerindeki yardıma muhtaç insanlara yardım edeceğiydi. Eğer hepsi bağış sözlerini tutarlarsa, ellerinde ilk başta 600 milyar dolar gibi müthiş bir fon bulunacak. Tabii ki bunu kontrol edenler, istedikleri takdirde dünyadaki her ülkeyle istedikleri gibi oynayacak ve sözlerini geçirecek güce sahip olacaklar.
İşte bu nedenle İlluminati adında bir örgüt gerçekten varsa, bence bunların en net toplantısı geçenlerde gerçekleştirildi. Umarım bu kadar parayla Türkiye ile oynamaya filan kalkışmazlar.

SESSİZ BİR GÜN ARAYIŞI
Yumuşak sesle konuştuğu zaman bile tabiattaki tüm dengeleri bo-zabilen ses tonuna sahip bir kadınla evli olan ve sekiz yaşında yaramaz bir oğlan çocuğu bulunan bir adamın sessizlik arayışında olması gayet tabii ki absürd bir şey. Ama ben yine de zaman zaman umudumu yitirmiyorum, bunun belki bir gün olacağını hâlâ umuyorum.
Geçenlerde böyle bir şansı yakalama ihtimali doğdu, çünkü Rana evde yoktu.
Birkaç dakika süren sessizlik olduktan sonra oğlum odama geldi. Elinde iki kitap vardı ve Öteki Gündem programında yardımcı olması için bana konular önermeye başladı. Gizemler kitabından kendisine ilginç gelen gizemleri okudu. Ona bütün gizemler ilginç geliyordu. Bir buçuk saat sonra kitap bittikten sonra "Ben bir şeyler yiyeyim" diyerek odadan çıktı ve hemen geri geldi. Elinde bir kâse mısır gevreği vardı. Bunu süt dökmeden "meze niyetine" yiyeceğini söyledi. Bir yandan sessiz okurken bir yandan da mısır gevreğini yiyordu. Size bir şey söyleyeyim mi, ben hastayım ya, sese aşırı duyarlıyım, yanımda gürültülü çiklet çiğneyen insanları boğazlama girişimim eskiden olmuştur, mısır gevreğinin de gürültüsüz yenilmesi mümkün değil. Sinirim bozulmasın diye gittim ben de bir kâse kendime aldım ve hiç canım çekmediği halde bari oğlan kadar ben de gürültü yapayım diye oturup yedim sonuna kadar.
Bu arada Rana'nın dönme vakti yaklaşıyordu. Sessiz bir gün arayışımın kesin ölümü olacak bu gelişme olmadan önce bari biraz kafa dinleyeyim dedim. Bu arada yaramaz da oynamaya çıkmıştı.
Ve bir nevi felaket oldu, babam odaya geldi. Karşıma oturdu ve tamamen sessiz durdu. Sürekli bana bakıyordu. Onun sessizliği çok gürültülüydü. Babam olmasaydı kesin nefes almasın diye onu öldürürdüm, ama kıyamadım işte. Çaresiz biçimde nefesinin kendiliğinden durmasını bekledim. Bunu kendisine de söyledim. Cevap olarak direkt tüm sülaleme sövdü ve içki içmeye gittiğini söyleyerek odadan çıktı, anladığım kadarıyla evden gidiyordu. Biraz sonra koridordan müthiş bir kavga sesi geldi. Ne oluyor diye baktım ve babamın ayakkabı çekeceğiyle kavga etmekte olduğunu gördüm. Bu bile beni şaşırtmadı, çünkü onun çoktan tamamen delirmiş olduğunu zaten düşünüyorum. Ayakkabısının arkasına basmayı sürdürürse çekeceğin bir işe yaramayacağını anlatmaya çalıştım, ama kızgınlıktan anlamıyordu. Acilen bir kadeh içki verdim, içti ve sakinleşti. Ayakkabısını da rahatlıkla giydi, kapıdan çıktı.
O tam çıkarken Rana da içeri girdi.
Sessiz bir gün bitmişti ve her şey normaline dönmüştü.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp