Top
09/08/2010

Heron olayına casus gibi yaklaşmak

Türkiye'de gündem öyle karmakarışık ki, sızdırılan bilgiler öyle sarsıcı ki, kurumlar birbirine karşı öyle sertleşti ki bazen ne olup bittiğini anlamak için rasyonel, düz mantıkla düşünmek yetmeyebiliyor.
Bazen ülkemizi çözebilmek için casus romanı yazarı gibi düşünmeye başlayıp senaryolar yazmak gerekiyor.
Bu işe girenin karşı karşıya kaldığı bir tehlike de var tabii ki. "Akbaba'nın Üç Günü" filmini hatırlayın o filmde Robert Redford CIA için casus romanlarını okuyup stratejiler çıkaran bir okuyucu rolünde, bir gün işyerini silahlı insanlar basıp son anda kaçan Redford dışında tüm personeli öldürüyorlar. Sonra ortaya çıkıyor ki Redford bir kitabı okurken çıkardığı senaryoyla tamamen gizli bir operasyonu da istemeden deşifre etmiş.
Olayları anlamak için casus romancısı gibi düşünmeye başlayan bir insan, bir aşamada istemeden de olsa tehlikeli gerçeği keşfetmek riskiyle karşı karşıya.
Ben Heron görüntüleri yayınlandıktan ve Genelkurmay bu konuda bugüne kadar hiçbir açıklama yapmadıktan sonra o olay hakkında da bir casus romancısı gibi düşünmeye başladım.
Bölgede denetimler yapan Türk Heronlarının yanı sıra, ABD'nin ve İsrail'in Heronları da var.
ABD ve İsrail'in Heronlarında elde edilen görüntüler ilk kez Washington'a gönderiliyor burada kontrol edildikten sonra kademeli olarak Ankara'ya ulaştırılıyor.
Hepimizi şoke eden görüntüleri hatırlayalım: Heronlar bir birliğimize baskın yapıldığını görüntülü-yor çatışma bir saate kadar sürüyor ve 7 asker şehit oluyor. Bu süre zarfında "görüntüler birçok merkezde izlendiği halde" yardım gönderil -memesi eleştiriliyor. Durum böyleyse haklılar tabii ki.
Ya başka bir durum söz konusuysa... Ya o sızdırılan görüntüler Türk Heronlarının eş ve reel zamanlı biçimde merkezlerden izlenen görüntüleri değillerse, ya bunlar Amerikan ya da İsrail Heronlarının kaydettiği gö-rüntülerse, ya bunlar ilk önce Penta-gon'a gittiyse ve onlar Türk makamlarını uyarıncaya kadar vakit geçtiyse ya da onlar Ankara'yı hiç uyarmadıy-salar.
Ve sonunda YAŞ toplantısı başlarken kendilerindeki görüntüyü "Türk komuta kademesi bunu gördüğü halde hiçbir şey yapmadı" senaryosuyla sızdırdıysalar. Ve sonunda ne olduğunu hâlâ daha anlayamamış olan askerleri şaşkınlığa ve telaşa itmişler-se.
Olabilir mi? Vallahi casus romanlarında olabilir; hem de bu son derece güzel bir operasyon olarak Tom
Clancy lezzetinde anlatılabilirdi.
Bu iş gerçekten dış kaynaklı bir operasyon mu bilmem bunu bilse bilse Genelkurmay bilir ama onlar da susmayı tercih ediyorlar.

PEKİ, NİYE YAPILIR BU OPERASYON
Amerika yakında Irak'tan çekilmeye başlıyor hem ABD'nin hem İsrail'in Kuzey Irak'ın iyi denetlenmesine ihtiyacı var. Geçen hafta gazetemizde fotoğrafıyla yayınlanan haberde anlatıldığı gibi; Kuzey Irak'ta Türk askerinin daha şimdiden Amerikan askeriyle ortak konuşlandığı birlikler var ve işleri onlardan devralmaya başladılar bile.
TSK'nın komuta kademesinde Türkiye'nin Amerika yerine böyle bir işe girmesine karşı olanlar da var. YAŞ'taki atamalar bu yüzden bölgede hayati çıkarları bulunan Amerika ve İsrail'i ilgilendiriyor. Komuta kademesine Kuzey Irak'taki operasyona karşı olmayan askerlerin gelmesi çok önemli bu ülkeler açısından. Bu nedenle bir casus romancısı duyarlılığı ile yukarda yazdığımız operasyon eğer yapıldıysa bunun yapılması için güçlü nedenler de var.

YANDAŞLAR DÖNMEYE BAŞLADILAR
Heron meselesinin askerler hakkında ne kadar ciddi bir gelişme olduğunu anlamak için, medyada geleneksel olarak TSK'ya sempatiyle bakan bazı yazarların son günlerde yazdıklarını okumak yetecektir. Bu yazarlarda bile yavaştan TSK'yı eleştiren cümleler ve acilen bir açıklama yapılsın çağrıları çıkmaya başladı. Oktay Ekşi bile tavrını net koydu bu konuda.


TERÖRÜN ÇÖZÜMÜ İÇİN UYGUN ORTAM OLUŞTU
Etnik temele dayanan teröre çözüm getirilebilmesi için ülkelerde bir ortak aklın bir psikolojik ortamın doğması şarttır. Teröre rasyonel çözüm getirebilen ülkelerde bu hep bir ön şart olarak oluşmuştur.
Şimdi Türkiye'de de bu ortak aklın ve o aklın psikolojik durumunun oluşmaya başladığını görüyorum.
Diyarbakır belediye başkanının ortaya attığı demokratik özerklik önerisine ülkenin bütünlüğü açısından geleneksel olarak duyarlı yazarların bazılarından bile duyarlı tepkiler gelmesi, terörden ve bunun ülkedeki en büyük tahribatından bıkmış insanların ruh halini anlatmaya yetebilir.
Terörden bir o kadar çekmiş ve acısını hisseden Kürtler arasında da bilinçli çıkışlar yaşanmaya başladı. Hürriyet yazarı Eyüp Can cumartesi günü yazdığı yazısına "İşte gerçek Kürt isyanı" başlığını koymuş ve PKK tarafından öldürülen Kürt arkadaşları için "Lanet olsun" başlıklı bir yazı daha doğrusu içten bir haykırışını yazan Sezgin Tanrıkulu'nun yazısını köşesine almış.
Türklerde de Kürtlerde de PKK terörüne karşı bir isyan duygusu var.
Ortamı oluşturulduğunda bu isyanın daha da büyüyeceğine eminim. Teröre karşı bir makul insanlar koalisyonu oluşturulması imkânı artık gerçekten çıktı.
Bunu iyi değerlendirip kullanmak gerekiyor, makul insanların konuşabileceği bir ortamı ve konuşma konusunu bir an önce bulmalıyız. Demokratik özerklik üzerine konuşmak bu oluşum için iyi bir başlangıç oluşturabilir.

LUNAPARK FOBİSİ
Çocukluğumda çok gittiğim Ankara Gençlik Parkı'ndaki lunapark ile ilgili reklamlar yayınlanıyor ya. Şimdi gayet tabii ki oğlanı Ankara'ya götürmemiz gerekiyor. Açıkçası iyi ki Amerikan Disneyland'ının detaylı reklamı yapılmıyor diye de düşünmüyorum dersem yalan söylemiş olurum.
Gideceğiz de beni bir dehşet aldı. Çünkü çocukluğumda yaşadığım iki olay nedeniyle bende Ankara lunaparkı fobisi var. Diğer fobilerimin yanına bu da yerleşti sanki çok lazımmış gibi.
Lunaparkta duvara yapışma oyunu var. Bir boş odaya giriyorsunuz ve duvarlar dönmeye başlıyor. Kendinizi duvara çeşitli şekillerde yapıştırıyorsunuz ve hızla döndüğü için duruncaya kadar yapışık kalıyorsunuz. Çekmeye çalışsalar alamazlar sizi. Nedenini anlamak için Einstein okumanızı öneririm.
Bir sabah radyo haberlerinde lunaparkta iki bekçinin gece öldüğünü dinledim. Anlatılana göre iki bekçi gece beklemekten sıkılmışlar ve haydi bir oyun oynayalım demişler dönme duvarları çalıştırıp içine girmişler ve ikisi de yapışmış duvara. Bu gece saat 23.00 civarında olmuş. Sabah saat 8.00 civarında parka gelenler dönme duvarların hâlâ daha çalıştığını görmüşler ve aleti durdurduklarında iki ceset elma gibi düşmüş aşağıya. (Kusura bakmayın bu durumda Newton'u düşünmemek mümkün değil tabii ki) O günlerde çocukken bile mizahçı kafam gelişmeye başladığından bu bana çok da yaratıcı bir intihar türü olarak gelmişti.
Lunapark fobimin oluşmasına ikinci katkıyı ise motosikletle duvarlarda gösteri yapılan bölümde yaşanan olay yaptı.
Motosikletlerine atlayan göstericiler büyük hızla duvara tırmanıp üst taraftaki seyircilere çeşitli gösteriler yapıyorlardı.
Bir gece bir gösterici motosikletin kontrolünü kaybediyor ve motosikleti yukarıya tırmanıyor büyük hızla, seyircilerden bir tanesinin kafasını da koparıp çadırdan uçup gidiyor. Tabii ki parçalanıp ölüyor. Ben yine o gün bunu duyunca kopan insanın başı ya sonra dondurma yalamakta olan bir çocuğun yanına düştüyse diye düşünmüştüm. Çocukken nasıl oluşuyorsanız bu 55 yaşına gelince de aynen devam edebiliyor. Bu hikâyeleri anlatınca Türklerin yerçekimiyle de nedense bir problemleri var diye düşündüm.


Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp