Top
08/09/2012

Bitiremediğim kitap

Okullar kapandı, bir kitabı okumaya başladım, şimdi okullar açılıyor hâlâ kitap elimde. Dikkatli ve hızlı bir okuyucuyumdur; kapsamlı kitap okuma alışkanlığım da var ancak bu kitapta yarısına yeni ulaştım.

Kitap benim için yeni olan bir dünyayı anlatıyor ve okuduğum her cümle bana yeni bir şeyler öğretiyor gibi geliyor. Bu yüzden her cümlenin altını çizerek ve üzerinde düşünerek okumamı sürdürüyorum. Bu gidişle yılbaşını bulacağım bitirmek için galiba. Olsun, aslında bitmesini de istemiyorum, bu yüzden bazen yavaştan da alıyorum.

Kitabın yazarı Alex Ross. New Yorker Dergisi’nin müzik eleştirmeni. Kitabın adı ise “The Rest is Noise: Listening to the Twentieth Century” (Diğerleri Gürültüydü: 20’nci Yüzyılı Dinlemek). Klasik müziğin ve genelde müziğin 20’nci yüzyıldaki gelişimi üzerine bir çalışma bu. İçinde teknik olan bölümler de var tabii ki ama kitap, teknikler ve metotlarla sınırlı değil. Aksine edebiyat ve diğer sanat dallarıyla müziğin bağlantılarını, ilişkisini araştırıyor ve dahası 20’nci yüzyıldaki büyük siyasal ve sosyal gelişmelerle müzikteki değişimin bağlantısını kuruyor.

ALMANYA SORUNU
Örneğin, Almanya-Viyana ekolü olarak adlandırılabilecek klasik müziğin bestelenmesi ve icrasının kurallarını belirleyen büyük geleneğe 20’nci yüzyılda bir tepkinin oluşmasını ve Schoenberg ile Stravinsky’den başlayarak bestecilerin ulusal kökenlere inip popüler müzik ve folk şarkılarından esinlenerek besteler yapmasını, hem klasik müziğin demokratikleşmesinin hem de çağın Alman ideolojisine ve yayılmacılığına karşı çıkmanın bir sonucu olduğunu söylüyor.

Gerçekten de Schoenberg ve Stravinsky, büyük Alman-Viyana ekolü tarafından klasik müzikteki klasik düzene, sıkı kurallara karşı isyan bayrağını açtıktan sonra hemen her ülkede besteciler kendi kültürlerinin kökenlerine inip halk şarkılarından esinlenerek besteler yapmaya başladılar.

Gündelik yaşamı anlatan müzik yapmaya çalışıyorlar. Müzikte anlatılan yaşamların sıradan insanların hayatı olmasına dikkat ediyorlar.

BU BİR İSYANDIR
Klasik müziğin illa Alman ekolünün empoze ettiği katı kurallar çerçevesinde yapılmasının zorunlu olmadığı, klasik müzikte illa yeni Mahler’ler, operada da illa yeni Wagner’ler yaratılmasına çalışılmasının zorunlu olmadığı, yeni müzik ideolojisi olarak ortaya çıkıyor. Ve Avrupa’da hemen her ulusal kültür, kendi klasik müzik dehasını ortaya çıkarıyor ve bunların hepsi de unutulmaz klasik müzik parçalarını kendi ulusal kökenlerinden yola çıkarak yaratıyor. Janacek, Bartok, Ravel, Berg bu yenilikçilerin en önemli örnekleridir. Tabii bütün bu besteciler Alman-Viyana ekolünü, yani Mahler’i ve Strauss’u iyi öğrenerek yetişmişlerdi; yeni deneylere girişirken son derece sağlam kökenlerden başlıyorlar ve müthiş yeni sentezler oluşturuyorlardı.

DIAGHILEV
Bütün bunlar oluşurken bir yanda da Sergei Diaghilev, Ballets Russes ile balede Fransa’da hem skandallar yaratıyor hem de balesi için yeni parçalar ısmarlayarak bu oluşuma büyük destek veriyordu.

Kitapta bu skandallar döneminde Fransa’da Jean Cocteau’nun da dedikodularla ve yeni trendlerle nasıl keyifli eğlendiği de detaylı anlatılıyor. Bu bölümler bana Jean Cocteau’nun hayatını muhakkak okumam gerektiğini öğretti.

AMERİKA GELİYOR
Avrupa’da müzikte bu değişim yaşanırken aniden bir dev işe müdahale ediyor. Amerikan cazı etkisini Avrupa’da duyurmaya başlıyor.

Klasik müzik bestelerinde sıradan insanların yaptığı müziğe ve onların yaşamlarına önem veren yeni besteciler, bu kaynağın tam özünden çıkmış olan Amerikan cazına ve siyah kültüre önem vermeye başlıyorlar.

Ortaya yepyeni sentezler, yepyeni metotlar çıkmaya başlıyor. Cazın kendi besteleri için çok zengin ve önemli kaynak oluşturacağını gören besteciler, yeni metotlarla besteler yapmaya ve cazın sesini klasik müziğe almaya başlıyorlar. Ters etki de oluyor, yani caz da klasik müziğin sesini kullanmaya başlıyor.

Gershwin, Porgy and Bess operasını işte bu ortamda ve bu yeni metotlar bağlamında besteliyor. Avrupa’da müziğin kaynaklarının artık kurumaya başladığını düşünen ve Almanlardan kaçan Stravinsky ile Schoenberg birbiri ardına yeni dünyaya gelip Los Angeles’a yerleşiyorlar. İkisi de radyonun ve film endüstrsinin getirdiği yeni imkânlardan yararlanmak niyetindedirler.

ÇİZGİ FİLM DÜNYASI KLASİKLE SENTEZDE
İki büyük besteci de film müziği yapmak istemektedir. İşin ilginci, onlarla en fazla ilgilenenler, çizgi film yapımcıları olur. Disney’in “Magnum Opus”u olarak bilinen Fantasia adlı çizgi filmin müziğini İgor Stravinski bestelemiştir. Ve sadece bu bile klasik müzikte bir dönemde yaşanan sınıfsal değişimin en net göstergesi olabilir.

Klasik müzikte baskıcı ve kural koyucu Alman klasik ekolünün nasıl değiştirilmeye başlandığının bir örneğini daha vereyim. Stravinski, Tango adını verdiği parçayı besteledi. Benny Goodman’ın orkestrası bu parçayı aldı ve “circus polka” (sirk polkası) haline getirdi. Bu parça da ünlü Ringling Brothers and Barnum&Bailey sirkinde çalındı. Çalınırken de 50 genç kadın, 650 tane fille dans ediyordu. Ve bilin bakalım bu dansın koreografisini kim yapmıştı? George Balanchine.

İşte klasik müziğin altın devri olarak bilinen Almanya-Viyana ekolüne tepkiyle oluşan bu sürecin sonunda birçok yeni sesle çok daha demokratik deneyler yapılmış olması, sirk örneğinde olduğu gibi müziğin çok daha tabana yayılması ve bütün bunların dünya siyasetiyle bağlantıları benim çok ilgimi çektiği için kitabı elimden bırakamıyorum.

Bu nedenle henüz 325’inci sayfadayım ve bir o kadar daha yolum var. Ne güzel, hayatıma renk katan bir kitabım var elimde. Bu arada kitapta anlatılan müziği dinleyebileceğimiz ve örnekleri anlayabileceğimiz bir site de oluşturulmuş. Arzu ederseniz bu siteye girip okumanız eşliğinde müziği dinleyebiliyorsunuz da. www.therestisnoise.com/audio.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp