Top
08/07/2010

Oyumun rengi

Ne olur ne olmaz diye ben ceketimin sol iç cebinde CHP, sağ cebimde de AKP oyumu sürekli taşırım.
Hayatta ne olursa olsun, toplum nasıl değişirse değişsin kendilerinin hiç değişmediğini sanki bir büyük marifetmiş gibi anlatanlar, iki ceplerinde de aynı partiye oyu devamlı taşıyanlar benim bu itirafımı fazla anlamayacaklardır ama olsun, bir defa anlatmayı denemekte yarar var.
Ben oyumu, kendimin ve ailemin uzun dönemli çıkarları ile ülkenin çıkarlarının kesiştiği noktayı bana bulduran partiye veririm. Tercihimde başka ilke rol oynamaz. Daha ulvi nedenlerle hareket ettiklerini söyleyenlere de pek inanmam, bunların kendileri hakkında yalan söylediklerini düşünürüm.
Kişisel çıkarımız ile ülkenin çıkarlarının kesiştiği noktayı bulmak, yani siyasette ekonomici jargonuyla bir “pareto optimum” a erişmek, bence en içten siyasal ahlaktır, en dürüst siyaset tercihi de budur.
Bu yüzden sol cebimde CHP, sağ cebimde ise AKP oyu, yeri geldiğinde sandığa atılmak üzere bekliyorlar daima.
CHP oyu hâlâ sol cebimde, bunu biliyorum; çünkü son zamanlarda bambaşka nedenlerden dolayı orada olup olmadığını kontrol ettim. İlk önce Deniz Baykal’ın istifası sonrasında parti içinde dönen ayak oyunlarından tiksindiğim için ve sonra da yeni başkanları Kılıçdaroğlu’nun türban meselesindeki yetersizliği nedeniyle “Bu parti aklını başına toplayamayacak maalesef” diye düşündüğüm için elim sol cebime iki kez gitti; ikisinde de CHP oyumu çıkarıp yırtıp atacaktım. Hayali zarf elimde kalakaldım, yırtıp atmaya gönlüm elvermedi. “Biraz daha fırsat tanımalı, belki onlar bile değişebilirler” diye umudumu korudum ve oyumu sol cebime tekrar itinayla yerleştirdim. Sağ cebimdeki oyu ise çıkarıp yırtmak için sürekli yokladığımdan o zaten oradaydı biliyorum. Kurulduğu günlerde bu partiye oy verin çağrısı yaptıktan itibaren sık sık yaşadığım her hayal kırıklığında, her pişmanlıkta sağ cebimi şöyle bir yoklarım ben.

AKP’NİN KAVRADIĞI GERÇEK
İyi ki de yırtıp atmamışım sağ cebimdekini; çünkü bu gidişle seçimde bana gerekecek bu oy.
AKP, Türkiye hakkında temel bir konuyu anlamış durumda.
Türkiye şu an ekonomik performansı açısından tüm dünya tarafından hayret ve biraz da kıskançlıkla izleniyor.
Bir kendine güven, bir büyük düşünme gücü zincirlerini koparmış dolaşıyor etrafta.
Büyük düşünmekten korkmamak, büyük işadamından Anadolu kaplanına kadar görülebiliyor. Kahramanmaraş’taki işadamı, binlerce kilometre ötedeki hiç tanımadığı bir ülkede bir okula para akıtıyor, o ülkede işler yapmaya başlıyor, büyük işadamı ise Batı merkezlerinde satın alacak şirketler arıyor.
Bu gücün, bu özgüvenin oluşmasına fırsat tanıyan da bu hükümet.
Dün gazetelerde gördük, bu iktidarın döneminde büyüyen ve büyük düşünmeye başlayan iki işadamı, Kazakistan’da dev bir Han Çadırı şeklinde olan bir alışveriş merkezi inşa etmişler. Burada detaya girmeyeceğim, içinde neler var neler bu çadır şeklindeki merkezin. Kumu Maldivler’den getirtilmiş bir plaj bile var. İşte Türk işadamının dünyadaki gücü, böyle büyük düşünebilme gücünden geliyor. AKP bunu çok iyi anladı ve destek de veriyor.

CHP İKTİDARI KORKUTUYOR
CHP ise bunu bir türlü anlayamıyor. İşadamları, özel sohbetlerinde siyasi ideoloji açısından karşı da olsalar, AKP’nin gidip CHP’nin gelmesinden korkuyorlar. Çünkü önemli bölümünün, CHP’li başkanların işbaşında olduğu il ve ilçelerde işleri var. Bu başkanların, işadamına oralarda yardımcı olacak yerde çelme takmak için elinden geleni yaptığını görüyorlar.
CHP iktidara gelirse aynı çelmenin ulusal düzeyde takılacağından korkuyorlar.
Ben de aynı fikirdeyim; çünkü CHP’nin ufku dar. Modern dünyayı ve onun dinamiklerini iyi okuyamıyorlar.
Bana, global karar vericilerin her gün okuduğu bir gazetede “Türkiye AB’ye muhtaç değil, AB Türkiye’ye muhtaç” yorumunu çıkartacak bir iktidar lazım.
Kendi çıkarım için bu gerekiyor, 9 yaşındaki çocuğumun geleceği için de. Ülke açısından gereken de kesin bu. İşte tüm çıkarlar kesişti. Şimdi ceketimin sağ iç cebindeki oyu okşuyorum, arada bir bana pozitif enerji versin diye.
Sol taraftakini ise hâlâ atamıyorum, belki bir gün onlar da anlamaya, algılamaya başlarlar diye ümit ederek tutuyorum onu şimdilik sol iç cebimde.
Bunu anlamadığı takdirde Kılıçdaroğlu’nun isterse karısı bile türban takmaya başlasın, seçim filan kazanamazlar.

Bir bölünme açılımı

Şimdi eski lakaplı da olsa halen görevde de, benim için yayın yönetmenleri değerlidir. Onların fikirlerine daima dikkat ederim.
Sizin de böyle yapmanızı tavsiye ediyorum. Yayın yönetmenleri eski de olsalar, şimdi görevde de olsalar onların fikirlerini takip edin. Tavsiyemin sadece bir tek istisnası vardır, o da benim.
Resmen görevde olduğum dönemde bile fikirlerim önem taşımadığı için, bir zamanlar yayın yönetmeniydi diye beni önemsemeniz gerekmiyor. Gerçi bir zamanlar resmen görevdeyken bile yayın yönetmenliği yaptığım da tartışılır ama bu tamamen farklı bir yazı konusu.
Şimdi asıl konuya girebilirim; ilk önce eski yayın yönetmenim, daha sonra da şimdiki yayın yönetmenim bölünme kavramını tartıştılar köşelerinde.
“İkisi de aynı konuya girdiklerine göre bir şey biliyor olmalılar herhalde”
diyerek ben de kendi açımdan bugün bu konuya ucundan şöyle bir gireyim dedim. Ertuğrul Özkök, “Birlikte yaşamaya zorunlu muyuz” sorusunu sordu. Fatih Altaylı ise yazısını, “Yoksa şehirleri de mi kendi içlerinde bölmeyi düşünüyordunuz” diye sorarak bitirmiş.
Ben ilk soruya, “Yooo hayır, katiyen zorunda değiliz”, ikincisine de “İyi fikir, neden olmasın ki yani” diye cevap verseydim, acaba neler olabilirdi diye düşündüm. Bunu ya bir bölünme fantezisi ya da bölünme açılımı olarak görebilirsiniz.
Ben İstanbul’da, Nişantaşı’dan Kadıköy’e arada hiçbir ilçeye uğramama gerek bıraktırmayacak bir tünel inşa edilmesini istiyorum. Bir de Nişantaşı ile Bebek arasında bir tünel yapılırsa her şey mükemmel olurdu. Belediye başkanının bunu yapacağını düşünüyorum; çünkü ne ben ne de diğer ilçelerdeki halk birbirimizi pek görmek istemiyoruz, birbirimizden pek hoşlandığımız söylenemez.
Benim “A tipi” diye adlandırdığım tüneller inşa edilirse, beni görmekten çok rencide olmayacak insanların olduğu bölgeden bir diğerine çevreye fazla rahatsızlık vermeden geçerim, ben de rahat ederim halk da diye düşünüyorum. Bu yapıldığı takdirde İstanbul fiilen bölünmüş, fakat herkes mutlu olur kanısındayım.
İstanbul dışına arabayla çıkmak için İstanbul-İzmir otoyolunun inşa edilmesini beklemek zorundayım. Hem otoyolunu şimdi daha ucuza getirmek imkânınız da var; çünkü biz İzmir’e gidecek insanlar otoyolunda İzmir’e kadar başka çıkışlar yapılmasını filan istemiyoruz. Direkt İzmir’e, oradan da bağlantılı olarak Bodrum’a gidebilelim, bize yeter.
Biz gül gibi yaşarız, halkın geri kalan bölümü de sevinir. Biraz fiilen bölünmüş Türkiye olur ama her güzel olayın bazı küçük yan olumsuz etkileri de olur. Ne yapalım, olacak o kadar.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp