Top
05/07/2010

Türban CHP’nin tarihi sorumluluğudur

Geçenlerde kendimi “kültürel Marksist” olarak tanımladığımdan sonra bana bunun ne anlama geldiği çokça soruldu.
Kültüre, siyasete, Kürt sorununa ve genelde Türkiye’ye bir Marksist düşünce sistematiği içinden bakıp da aktif siyasi hedef içinde olmamak mümkündür.
Bugün yine bir kültürel Marksist analiz tekniğini kullanarak CHP’nin türban meselesini neden mutlaka çözmesi gerektiğini ve bunun neden partinin tarihi sorumluluğu olduğunu açıklamaya çalışacağım.
Analizimizin temelinde artık değer sömürüsü ve altyapının üstyapıyı belirlemesi gibi iki ana kavram var tabii ki.
Cumhuriyetin ilan edildiği yıllara gittiğimizde Türkiye’nin ekonomisinin neredeyse olmadığını görürüz.
Yeni yönetim acil bir şekilde altyapı yatırımları yapmak ve ağır endüstri kurmak zorundaydı.
Kaynak bulmak gerekiyordu. Savaştan yeni çıkmış ve büyük buhrana dörtnala giden dünyadan gelebilecek kaynak yoktu.
Dışarıdan kaynak gelemeyince ülke kaynağını kendi içinde üretip bulmalıydı. Ekonomi- politik bilimi bize kaynak yaratmanın sadece yaratılan artık değere el konulmasıyla olabileceğini söyler. Yani değer üreten bir sınıf sömürülmeden kaynağı havadan yaratabilmek imkânsızdır.
O dönemin koşullarında üretim yapan yani değer üreten tek bir sınıf vardı. O da köylülüktü. Tarım sektöründe yaratılan değer alınarak aktarılacak ve yeni yatırımlarda kullanılacaktı. (Lenin toplu eserlerinin üçüncü cildinde bu mekanizmanın nasıl çalıştığını, tamamen Marx‘ın Kapital’indeki yeniden üretim şemalarına dayanarak anlatır).
Nitekim o dönemde bu yapıldı ve köylülüğün yarattığı değere el konuldu ve biriken kaynak büyük bir yatırım hamlesi için kullanıldı. Döneme ait veriler, sağlanan yatırım ve büyüme oranlarının nasıl da çarpıcı olduğunu gösterir.

BEDELİ AĞIR OLDU
Ancak bu ekonomik başarının bedeli çok da ağır oldu. Cumhuriyet rejimi ve onunla özdeşleşen CHP, köylülüğe tamamen yabancılaştı. Sömürüldüğünün farkında olan köylüler sisteme ve CHP’ye karşı olan duygular geliştirdiler.
Rejimin ve partisinin halktan böyle yabancılaşması ve sömürücü olarak ortaya çıkmasının çarpıcı yansıması, rejimin halkın değerlerinden tamamen kopmasında görüldü.
Tabii ki halkın değerleri denilince ilk akla gelen din oluyordu. Halkın gözünde cumhuriyet rejiminin dine karşı gibi algılanmasının temelinde yatan ekonomik süreç budur. Rejimin de, baskıdan bunalan halkın “din”e sarılmasını bu yüzden kendine tehdit olarak görmeye başlamasının da, böyle bir ekonomik altyapısı vardır.
Yani din konusuna yaklaşımda rejim ile halkın arasında olan kopuş, iki tarafta da olabilecek kötü niyetli insanların veya militanların davranışlarından değil, ekonomik bir zorunluluğun üstyapıya yansımasından başka bir şey değildi.
Temel böyle maalesef bir kopuş ile atılınca ondan sonra cumhuriyet tarihimizin bugüne kadarki bölümünde o kopukluğun giderilebilmesi mümkün olmadı.
Üstelik Demokrat Parti sistemin dışında sadece yarattığı değeri merkeze teslim etme işiyle görevlendirilmiş gibi tutulmakta olan köylüleri, sistemin içine çekmek için siyaset yapmaya başlayınca, tabii ki halkın değeri “din”e de sahip çıktı ve böylece sağcı partiler dindardır CHP ise değildir algısı rejimimizin temeline kalıcı biçimde yerleşti. Ondan sonra gelen bütün sağ partiler, ki buna AKP de dahildir, Demokrat Parti geleneğini sürdürdüler. CHP ise sanki kuruluş aşamasında dondurulmuşçasına aynı kaldı.

TARİHİ SORUMLULUK
Kuruluş aşamasındaki ekonomik koşullar artık yok. Dolayısıyla o ekonomik altyapının gerektirdiği ideolojik tavırlar yaklaşımlar artık geçerli olmak zorunda değil.
CHP eğer rasyonel olabilirse, bilimsel analiz yaparsa eskiden gelen otomatik tepkilerini artık sürdürmek zorunda olmadığını görecektir. Artık ideolojik tepkilerinin tarihsel kökenlerini keşfetmek zorunda CHP.
Ekonomik zorunluluklar nedeniyle hem cumhuriyetin hem de CHP’nin din düşmanı olarak damgalanmaları ikisine de haksızlıktır.
Bu haksız damganın oluşması sürecini yürütmüş olan CHP, bu ülkede türban meselesini temelli çözebilecek tek partidir.
Artık cumhuriyetin inanç ile uzlaşmasını sağlayacağı işaretlerini vermiş olan CHP’nin bu uzlaşmanın ilk adımını atması ve üniversitede türbanın yasaklanmasına karşı olduğunu bir an önce açıklaması artık bir tarihi diyalektik zorunluluktur

Hasan’ın nesi var?
Biliyorum, biliyorum bugün köşedeki ilkyazım Milliyet Gazetesi’ne yakışan sıkıcılıkta oldu. Ne yapayım arada bir kendimi zorlayarak da olsa sıkıcı yazmam gerekebiliyor. Gazetemizin okuru beni bugünlük affetsin, telafi ederim bunu biliyorsunuz. Aşırı yaşlılıktan kaynaklanan doğal okuyucu ölümleri sonucunda tirajı her geçen gün düşen Milliyet Gazetesi’ nin çoğunluğu birer medya Chauncey Gardiner‘i olan yazarları, kendi doğal liderleri konumundaki Hasan Cemal‘le son yaşanan kritik gelişmeleri umarım en az benim kadar endişeyle izliyorlardır. Gördüğüm kadarıyla Hasan, gazetedeki diğer yazar arkadaşlarının katiyen kaldıramayacağı ölçüde çılgın yazılar kaleme almaya başladı. Devamlı futbol seyrediyor; seyretmediği anlarda da uykuya dalıyor ve rüyasında da yine futbol görüyor. Anlattığı bir rüyası vardı ki bence o rüya Hasan‘ın döndüğünde direkt müşahede altına alınması için yeterli neden oluşturuyordu. Maçtan döndükten sonra uyuyan Hasan rüyasında Türk milli futbol takımına seçildiğini görüyor ama maçta oynamak için stadyuma geldiğinde kendisine forma verilmiyor. Bu kadar freudyen bir rüya olabilir mi Allah aşkınıza. Hasan hayatından memnun değil, hakkının yendiğini düşünüyor galiba. Bütün bu dediklerim bile eğer sizleri endişelendirmeye yetmiyorsa o zaman Hasan‘ın bütün yazılarında “gaza bas Isaac, gaza bas maça geç kalıyoruz” cümlesini büyük bir kararlılık içinde kullandığını hatırlarsanız belki o zaman azıcık endişelenmeye başlarsınız. Bu her yazısında bulunan cümlenin freudyen anlamı tam nedir bilemiyorum, ama en azından Hasan’da bir geç kalma endişesi olduğu belli.

Çuval sembolleri
Dünün, askerimizin başına çuval geçirilmesi olayının yıldönümü olduğunu hatırlayanların yazılarını okurken, kendisi başlı başına bir işaret olan olayda var olan diğer sembolleri de hatırladım:
1- Bu operasyon Türkiye’ye, “sen artık bölgede oyuncu değilsin ben istediğimi yaparım” mesajını vermek için yapıldı.
2- Operasyon için 4 Temmuz günü seçildi, çünkü bu Amerika’ nın “bağımsızlık günü”ydü.
3- Gün seçerken 4 Temmuz’un bir cumaya gelmesine de dikkat edildi. Amerika’nın bağımsızlık günü olan günde İslam âlemine de bir mesaj iletilmiş oldu.
Bugün Türkiye hâlâ daha bölgede büyük oyuncu olmak iddiasını sürdürüyor. ABD ve İsrail ile bugün olan sürtüşmelerin temeli, o çuval operasyonuyla atılmıştı.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp