Top
05/06/2010

İsrail'e kızarken kendimizi de unutmayalım

TABİİ ki yaşananlar dolayısıyla İsrail'e kızacağız, kınayacağız.

Gazze'deki insanlık trajedisini engellemek için her birimiz elimizden ne geliyorsa yapacağız.

Ancak öfkemizi kontrol etmezsek, yeni yanlışlar yaparak tarihin bize yüklediği görevi sonuna kadar tamamlayamama tehlikesi de var.

Eğer son yaşanılanlarda Türkiye'nin sorumluluklarını da yazacak, söyleyecek insanlar olmazsa yine aynı hataları yapıp kendimize de Filistinlilere de zarar vereceğimizi düşünüyorum.

AKP iktidarı, uzunca bir süredir siyasi ve sosyal sistem içinde sisteme ait olarak gördükleri kurum ve kuruluşlara alternatifler oluşturup onlara hâkimiyet kurmak için çalışıyor.

İş dünyasında da bu yapıldı, sivil toplum örgütlerinde de, medyada da, sendika dünyasında da.

ÜLKEMİZİN YENİ KAMUSAL ALANI

Bütün bu girişimlerin bir noktaya kadar fazla bir sakıncası yok. Yaratılan alternatif örgütlenmeler, gözlerini diktikleri örgütlenmelere yönelik kaba kuvvet uygulamadıkları takdirde bu tür girişimler Türkiye'nin büyük toplumsal uzlaşmasında önemli rol de oynayabilirler. Buna örnek olarak, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'in MÜSİAD ile el sıkışmasını gösterebiliriz.

Ben seküler bir insan olarak, Gülen cemaati ile nasıl konuşuyorsam, onları anlamak ve kendimi anlatmak için nasıl uğraşıyorsam, Türkiye'deki çeşitli kurumlar da bunu yapacaklar ve ülkemizin konsensüse dayalı yeni kamusal alanı bu çabalarla doğacak.

Buraya kadar bir itirazım yok, ama bu alternatif getirmek uğraşınızı dış politikaya da çekerseniz bu tehlikeli olabiliyor. AKP iktidarı bir süredir kendisini, İslamiyet'in haklarının dünya ölçeğinde koruyucusu olarak konumlandırıyor.

Bunun iyi niyetli bir girişim olduğunu sanıyorum, ama Türkiye gibi bir ülkeyi bu şekilde konumlamak Türkiye'nin elinde bulunan büyük avantajlardan vazgeçmesi ve modern dünyaya ait,
o dünyaya ilişkin bir laf söylemek hakkına sahip bir ülke olmaktan çıkması anlamına gelir.

Nitekim son gemi baskınına giden süreçte Türkiye bu şekilde bir görünümü maalesef vermiştir.

Götürülecek yardıma dini bir görünüm, içerik vermek için her türlü çaba harcanmış, adeta o yardım abluka altında olan Müslümanlara yönelik bir dini görev gibi sunulmuştur.

Sonuç alınsaydı muhakkak bu amaçlar da gerçekleşecekti, ama Türkiye kendi eliyle bu fırsatın gerçekleştirilmemesi yolunu açtı.

Adeta süreçte İsrail'in saldırısını provoke etmek gibi bir gayret de görünüyordu, belki saldırılırsa bunu İsrail'in aleyhine kullanırız düşüncesi de olabilir.

Bu da meşru bir düşüncedir; modern dünyada devletler bu şekilde düşünüp hareket etmek zorunda kalabiliyorlar maalesef.

Burada temel ilke, kendimize ve yardımcı olmaya çalıştıklarımıza zarar vermeyecek dengeyi bulmaktır.

Biz yardıma dini bir anlam yüklemeye çalışmasaydık, meseleyi İslami bir problem değil bir drama uzatılan insani bir el olarak tanımlasaydık, olaydaki haklılığımız daha belirgin olacaktı.

KIZILAY, GAZZE'YE YETİŞİYOR

Önceki gün gazetemizde tüm bu dediklerimi özetleyen bir haber çıktı. Muhabirimize açıklama yapan Kızılay yetkilisi, "İHH bizim aracılığımızla yardımı götürseydi yerine giderdi" demiş.

Bunu her makul insan da görebiliyor ama hayır, bizimkiler meseleyi illa ki dini amaçlı bir eylem olarak tanımlayacaklar ve illa ki ambargoyu sadece aşmakla yetinmeyecekler onu delmek zorundalar da.

Sonunda ne oldu; insanımız öldü, yardım yerine gidemedi ve çok problemli bir döneme gireceğiz.

Türkiye kendi tarihinin ağırlığını ancak makul olarak ve rasyonel davranarak taşıyabilir.
Türkiye, inançlı insanlarıyla, sekülerlisiyle, Alevi'siyle, Bektaşi'siyle, Yahudi'siyle, Hıristiyan'ıyla müthiş bir mozaiktir. Burada hiçbir iktidarın, bir inanışın fanatiği olmaya hakkı yoktur. Bu Türkiye'ye yakışmaz. Biz Gazze'deki insanlık dramına bize yakışan şekilde bir insanlık görevi tanımıyla müdahale edeceğiz. İsrail asıl bu görev tanımı karşısında geri çekilebilir.

Gülen de mi Müslümanları düşünmüyor

TÜRKİYE'de Fethullah Gülen aleyhine, bilmeye öğrenmeye zahmet etmeden laf söyleyenlerin ne kadar da haksız ve yanlış oldukları gün geçtikçe ortaya çıkıyor. Benim diyalog yollarını açık tutmak ve karşılıklı anlama ve anlamlandırma sürecini sürdürmekte ne kadar haklı olduğum da, dün Wall Street Journal'de çıkan Fethullah GüIen'le ilgili haberle ortaya çıktı.

Fethullah Gülen, İsrail'in onayı olmadan Gazze'ye yardım gönderilmeye çalışılmasının doğru olmadığını belirtip uluslararası ilişkilerde daha dikkatli olunması tavsiyesini yapıyor.

Dinler arasında daima barıştan ve diyalogdan yana olan Gülen'in bu uyarısı dikkatle okunmalı ve gereken dersler çıkarılmalı.

Şimdi ne diyeceksiniz; yani bu eleştiriyi yapıyor diye onun için de mi "MüsIümanIarı düşünmüyor" diyeceksiniz. O da mı İslami duyarlılıktan uzak.

Aynı eleştiriyi getiren seküler insanlara saldırmak kolayda haydi buyurun bakalım kolaysa FethuIIah GüIen'e de aynı tavrı gösterin.

Cemaat bugüne kadar sürekli Türkiye'nin çıkarlarının barıştan, dinler arası diyalogdan, karşılıklı anlayış ve hoşgörüden geçtiğini söyledi. Kendi siyasi ajandası nedeniyle bu çağrıları dinlemek istemeyenler, Türkiye'ye kötülük yaptıklarını görmeliler.

AKP'lilerin, makul dindarların, GüIen'in sözleri hakkında neler söyleyeceklerini gerçekten merak ediyorum.

Tarihin bize yüklediği bölgeye barış getirmek görevimizi başarıyla tamamlayabilmemiz yolunda cemaatin mesajlarının çok da önemli olduğunu düşünüyorum.

TSK-CEMAAT İLE KONUŞSUN

Bu çağrıyı çok önce yaptım, yeni gazetemde de yenilemek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nin uzun vadeli çıkarları, cemaatin TSK ile arasındaki konuşma, anlaşma kanallarını daima açık tutmasına bağlıdır.

Cemaat bu diyaloğa açık olduğunu çok defa söyledi, ama aynı anlayışı karşı taraftan ne yazık ki göremedi.

Türkiye'nin çıkarları, bu tür bir diyaloğu gerekli kıldı.

Şimdi o tarihsel andayız.

sturgut@htgazete.com.tr

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp