Top
01/08/2010

Aile değerleri

ERGENLİKTEN daha yeni yeni çıkmaya başlamış olan babam dün 84. yaş gününü kutladı.
Öğle saatlerinde onunla bir İtalyan restoranına gittik. Kapının girişinde herkes bize baktı çünkü...
Ben babama dönüp “Masaya birkaç gün içinde gelirsin değil mi” diye sordum. Onun yavaş yürümesi yaşıyla alakalı değil, çünkü 40 yıl kadar önce parkta yürürken bir köpek onu duruyor zannedip gelip ayağına işemişti.
Bu sefer ben yavaşlığıyla dalga geçince bana bastonuyla vurdu, ben de elimdeki gazeteyle cevap verdim.
Ancak o bastonunun başını yerinden çıkardı ve içinden muhteşem bir şiş çıktı. Onu bana saplamaya çalıştı. (Fatih Altaylı’ya önemli not: Babam bu bastonu bana hediye etti, bilmem anlatabiliyor muyum?)
Nihayet masaya geldi ve “Ne içeceğiz” dedi. Ben televizyondan saat ikiye doğru döndükten sonra sabaha kadar Rana ile oğlanın tatile çıkmalarının yol açtığı bir dizi stresle mücadele ettiğim için kapıdan çıktıkları anda sabah 7.30’da viski içtiğimden fazla içki içmek istemediğimi söyledim, en azından akşamüstüne kadar içmeyecektim.
Babam, “Sabah viski içmek ile öğle saatlerinde içki içmenin ne alakası var” dedi. Kendisinin bunu rutin biçimde yaptığını ve çok da yararını gördüğünü anlattı ve bir anısından bahsetti.
Babasıyla yaşarken ve bir gün içki alacak parası olmadığı için evde bulduğu saf alkolü içki niyetine içmiş. Benim içime kelimenin tam anlamıyla sıcaklık veren bu hikâyeyi duyunca, “Peki ne oldu sonra” diye sordum. Midesinde bir yanma hissetmiş ve  suratında bir anda çizgiler oluşmuş.
“Dedem ne dediydi bu duruma” deyince de onun bu durumu son derece normal karşıladığını, hatta kendisini son kez Bakırköy sinir hastanesinden çıkardığında dedemin sıhhatinin çok yerinde olduğunu ve hastanenin bahçesinde rutin biçimde güneşlendiğinden çok güzel de yanmış olduğunu anlattı. O gün dedem, babamı görür görmez, “Hepiniz çok aptalsınız” demiş. “Niye” diye sorulunca, kendisine temizlik için verilen kolonyaları rutin biçimde içtiğini ve içkiyi hiç özlemediğini söylemiş.
Ben fevkalade olduğu anlaşılan genlerim hakkındaki bu trajik hikâyeyi daha fazla dinlemeye tahammül edemeyecektim. Bunu da kendisine söyledim.
O da bana, “Ben artık ölsem iyi olacak” dedi. “Niye” dediğimde, “Sıkıldım, artık çekemiyorum” diye söylendi. Ben, “Neden sıkıldın, neyi çekemiyorsun” diye sorunca da “Senin gibi aptal insanlarla arada bir konuşmak zorunda kalmayı artık kaldıramıyorum” dedi.
Sonra günde üç paket sigara anlamına gelen 10 defa pipo doldurmalarından birini daha yapıp sadece duman çıkararak ve sabit bir şekle bakarak sokağı seyretmeye başladı.
Gördüğüm kadarıyla, geçen her kadını cinsel ilgiyle seyrediyordu, geçen her adama da küfrediyordu. Bu prensibiydi anlaşılan.
Kadınlara cinsel ilgiyle bakıp bakmadığını sordum, “Daima” dedi. “Peki bir şey hissediyor musun” deyince de “Yooo, gayet tabii ki hayır” cevabını verdi. “Peki neye bakıyorsun ki” soruma ise “Bacaklarına ve topuklarına, bu bir alışkanlık, bundan vazgeçmem” dedi. Sonra kadında topuğun önemini anlatmaya başladı. Ben öğle vakti içki içmeme fikrimden hızla vazgeçmeye başlamıştım.
Erkeklerin her birisine neden ana avrat küfrettiğini sordum: çünkü “Çok çirkinler” dedi.
Sonra Ankara’da yaşadığı bir olayı anlattı; bu olay onun erkeklerden nefret etmesine de katkıda bulunmuş.
Bir gün evde duş alırken kapısının çalındığını duymuş, “Bırakayım kendi haline, nasılsa vazgeçer” demiş ama zil çalmaya devam etmiş. Duşunu yarıda keserek ropdöşambrını giyip kapıyı açmaya gitmiş . Açmış kapıyı, karşısında durmadan gülümseyen bir adam duruyor. “Abi kalaylanacak eşyan var mı” diye sormuş adam.
Bunun üzerine babam, ki bu hareketiyle iftihar ettiğimi de söylemeliyim, ropdöşambrının önünü açmış ve adama “Al bunu kalayla” demiş. Adam hemen kaçmış oradan, babam bana, adamın nasıl olup da organını görebildiğini anlamadığını da anlattı. Uzunca süre sessiz durduktan sonra artık dayanamayıp kendime içki ısmarladım.
Babam, adamın onu nasıl gördüğünü anlamadığını, çünkü onu kendisinin bir türlü bulamadığını anlattı.
Hatta bir defasında piposundan ateş tam önüne düşmüş ve babamın teorisine göre orada gerçekten bir şey olsaydı bir acı duyması gerekirmiş, ama duymamış.
Dişçi önden iki dişini çekmiş. Bir gün evde atletle otururken pipoyu ağzına götürmüş ve orada artık dişin olmadığını unutup pipoyu yerleştirmiş. Pipo bir süre sonra ters dönmüş ve kor halindeki ateş ve yanan tütün, babamın atletinin içine girmiş. Kendisine acıyla bastırarak koşmaya başlamış ve yanan tütün bir süre sonra sönmüş. Bu hikâye beni acayip mutlu etti nedense ve çok da güldüm. Bana yüksek sesle küfretti ve herkesin ortasında rezil etti.
İstanbul’da rüzgâr vardı. Zippo’su ateş almadı bir türlü, pipo yanmayınca sinirleri daha da bozuldu. Baktım dua ediyor, “Ne yapıyorsun” diye sordum. Sokaktan geçen erkekleri, Allah’ın bir an önce yanına alması için dua ediyormuş. Sonra cebinden bir başka Zippo çakmak çıkardı. Bir çaktı, size yemin ediyorum neredeyse lokantanın tümü yanıyordu. Benim burun kıllarım bile yandı. Bence o bir alev silahıydı ve babam, bu son derece rutin bir olaymış gibi piposunu tüttürmeye başlayıp kadın seyretme faslına geçti. Çok konuşan kadına tahammül edemiyormuş, Ankara’da kafelerde onunla rutin bir şekilde oturan kadınlardan biri yine masasına gelince hemen konuşmaya başlamış, babam “Bir dakika” demiş, kadın susunca da “Hemen git buradan” ye  devam etmiş. Ben zarafetine hayran kaldığımı söyleyerek “İnşallah torunun sana çekmez” dedim.
Şimdi umarım yaş günü vesilesiyle anlattığım bu uzun hikâyeden sonra insanlar, benim neden uzun süre normal kalmamın imkânsız olduğunu anlamışlardır. Sürekli terbiyeli de olamam, ama bir sonraki hikâyenin de göstreceği gibi üzerimde ağır baskılar olmasına rağmen hâlâ edepli durmamın fantastik boyutlara ulaştığını anlayacaksınız.

Haddinden fazla terbiyeli olmak

CUMA gecesi “ÖTEKİ GÜNDEM” programımızda yine çok ilginç konulara girdik. Misafirimiz anlattığı olayları göstermek için ebced yoluyla çözümleme yapıyordu kara tahtanın önünde. Özet olarak ebced yönteminde, her Arap alfabesinin bir sayı değeri oluyor. Siz sayıları hesaplayıp bir tür numeroloji yapıyorsunuz. Serhat Ahmet Tan, bir cümle yazdı tahtaya ve sayı çözümlemesini yaptı.
Ben sayılara bir baktım ve içimden, “Eeeee yetti artık be!” diye haykırdım. Sesli olarak ise “Şu anda bu çözümlemede bir espri var ama ben bir şey söylemeyeceğim” dedim. Ve kendimi tuttum, bu aynı zamanda on binlerce insanın gözünün önünde bir efsanenin çöküşünün yaşanmasıydı. Orada gördüğümü eskiden görseydim, katiyen susturulamadan konuşurdum ve büyük ihtimalle şovumuz da iptal edilirdi.
Çünkü tahtada yapılan çözümlemeler arasında “EL” kelimesinin değeri 31 olarak verilmişti. Bence “EL” ile 31 rakamının eşleşmesi ya bir şanssızlık ya da ilahi bir uyarıydı. Eskiden “Maymunu Tokatlamak” adında bir kitap yazmış bir kişinin bu koşullar altında bile kendini tutup konuşmaması, hayatın garip bir cilvesiydi bence.

Çin’in medya atağı

ÇİN Halk Cumhuriyeti’nin resmi haber ajansı Xinhua’nın Amerika merkezi, New York’ta UpperWest Side’daydı. Şehri bilenler, bu bölgenin eski usul bir şıklığa sahip olmasına rağmen modern, trend ve etkin olandan nasıl da uzak kaldığını bilirler.
Çok taşınacak yer aradıktan sonra Xinhua sonunda Times Square’de bir ofis kiraladı. BuWall Street Journal’ın, yıllardır merkezinin bulunduğu, borsanın da olduğu Wall Street’ten ayrılıp Midtown East Side’daki merkezine geçmesi kadar önemli ve gelecek için niyetleri gösteren bir gelişmedir.
Wall Street Journal, yeni merkezine taşındıktan sonra üstündeki eskimişlik ve geleneksel kokan bütün görüntüyü silkeleyip attı ve Rupert Murdoch’un becerikli ellerinde gazete son derece modern, trendlere açık bir gazete oldu.
Xinhua ajansı da Çin’in modern dünyada önemli bir trend yapıcı oyuncu olmak niyeti doğrultusunda bir gelişme gösterecek yeni merkezinde, buna eminim ve takip edeceğim.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp