Top
Nihal Bengisu Karaca

Nihal Bengisu Karaca

nbkaraca@htgazete.com.tr

25/11/2011

Yeni dünya düzeninde 'Gulnaz'ların durumu

DÜNKÜ gazetelerde Afganistan'da yaşayan 19 yaşındaki Gulnaz'ın dramı vardı. Gulnaz, kuzeninin kocasının tecavüzüne uğramış, bu tecavüzden bir bebeği de olmuş, fakat Afgan yasaları gereği "fuhuş yapmakla" suçlanarak cezaevine atılmıştı. Çıkarıldığı mahkemede kendisine şöyle bir teklif sunulmuştu: Ya tecavüzcünle evlenirsin ya da 12 yıl hapis yatarsın.
Haberin ilgi çekici olan yanı ise şuydu: Gulnaz'ın durumu uluslararası tepkiye yol açmış, Avrupa Birliği tarafından desteklenen bir ekip Gulnaz ve onunla aynı durumda olanlarla ilgili bir belgesel hazırlamıştı. Ancak her ne hikmetse belgeselin yayınlanmasına izin verilmedi. Yapımcılar, söz konusu yayın yasağında AB-Afganistan ilişkilerinin önemli rol oynadığını düşünüyorlarmış. İnsanın gülesi  geliyor, Avrupa-Afganistan ilişkileri, Avrupa'nın böylesi dramatik durumların dünya kamuoyuna yansıtılmasını engelleyecek jestler yapmasını sağlayacak kadar düzelmiş yani. Maşallah, maşallah...
Oysa daha 2000'li yılların başında, durum çok daha başkaydı.
Hatırlayın, 11 Eylül eylemlerinin intikamını almaya soyunan ve aralarında Avrupa Birliği ülkelerinin de bulunduğu koalisyon devletleri, terörist yatağı olarak işaretledikleri ülkeleri bombalamaya karar verdikten sonra, "Zaten onlar kadınlara çok kötü davranıyorlar" haberlerini "press"lemeye başlarlardı dünya gündemine. Çocuk evliliklerinden, çok evliliklerden, kadın sünnetlerinden, doktora gitmesine bile engel olunan bur-kalı kadınlardan geçilmezdi ortalık. İncir çekirdeğini doldurmayan yerel uygulamalar, inançlı ailelerin çocuk terbiyesi, harem- selamlık gibi pratikleri bile Doğu'nun ve İslam dünyasının geri kalmışlığını betimleme yolunda oryantalist verilere dönüştürülürdü.
Bir genç kızın ailesinin isteğiyle örtünmesini bile liberal değerlere aykırı bulurlar, "Aa ne çirkin ve ne de korkunç" tepkilerini esirgemezler, bunu elbette bizim yerli laikçiler kadar kaba saba yapmazlar, ince ince aşağılarlardı. O zamanlar AB destekli STK'larda, uluslararası toplantılarda, İslam dünyasında kadınlar eziliyor cümlesini söylememiz beklenirdi. Biz birkaç kadın buna karşı çıkar, "Sizin o çok ileri liberal demokrasilerinizde de kadınlar mutsuz, buralarda töre cinayeti varsa, sizde de öfke ve kıskançlık cinayetleri var; Doğu'da kadın kapalı kapılar ardında pasifleştirilerek mutsuz ediliyorsa, Batı'daki kadın da sözde özgürlük sloganları altında bedenini teşhire ve sürekli yeniden yapılandırmaya zorlanarak mutsuz ediliyor, istismara uğruyor" derdik.
Şimdi bu düzen değişiyor. Ama durum yine kadınlar aleyhine. Batılı dünya devleri, şimdilerde kısmen törelerden kısmen de dini kadın hakları aleyhine yorumlamayı meslek edinmiş sözde âlimlerin fetvalarından destek alan haksızlıklara karşı kınama şöyle dursun neredeyse onay veriyorlar.
Libya'da destekledikleri Abdülcelil'in erkekler için çok evliliği mümkün kılan yasalar çıkaracağını müjdelemesi artık önemli bir detay gibi gelmiyor onlara.
Dini niteliği ağır basan Uzakdoğulu rejimlerde zengin burjuva kadınından kocasına itaat eden ideal Müslüman kadın çıkarmayı hedefleyen "itaatkâr eşler kulübü" ve benzeri dernekler kuruluyor. Önceden Hırsi Ali, Norma Huri gibi "İslam bizi ezdi ühü ühü" diye ağlaşan itirafçılar öne çıkarılırdı. Şimdi kocasının kanatları altında; konken-botoks partilerinden devşirilmiş zengin Müslüman kadınlara burjuva İslam'ını(!) öğreten; feminizm kavramından epeyce ürken ve tesettür gibi dini emirlere mesafeli "Daisy Khan" gibi tipler revaçta. (Türkiye'deki temsilcisi Cemalnur Sargut.)
Misal, Amerika'da bulunan bazı araştırma merkezlerinin İslam'ı Batılı değerlere entegre etme çabalarından dolayı ilerici ve eleştirel düşünür olarak zikrettiği isimler, "çokevlilik yasal olmalı" şeklindeki yüksek fikirlerini açıklasalar bile, bu onların "reformist", "ilerici düşünür" kimliklerini zedelemiyor; çünkü bir yandan da kapitalizmin ne kadar mübarek bir sistem olduğunu ve dinle uzlaşabileceğini anlatıyorlar, eh söz konusu küresel manipülatörler için asıl önemli olan da bu.
"Medeni hukuk"u veriyor, karşılığında üretim, tüketim alışkanlıklarının kapitalizmin beklentilerine uyarlanmasının, enerji yollarının denetiminin, pazarın global ekonominin önemli aktörlerine açılmasının garantisini alıyorlar. Dün tefe koydukları işleri, bugün "kültüre saygı" parantezine alıp "alışverişe" devam ediyorlar.
Mesele hiçbir zaman ilkeler, referanslar değildi, bugün de değil.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp