Top
Nihal Bengisu Karaca

Nihal Bengisu Karaca

nbkaraca@htgazete.com.tr

23/11/2011

Türkiye'nin en kanlı devşirme operasyonu

CHP'li Hüseyin Aygün'ün Zaman Gazetesi'ne verdiği ifadeler, Dersim tartışmasını yeniden alevlendirdi. Özellikle şu kısımlar önemliydi: 1) Dersim'de yapılan katliamın sorumlusu devlet ve CHP'dir. 2) "Atatürk de gelişmelerden haberdardı." Bu açıklama, Radikal'in yazı dizisini tetikledi. Abdullah Kılıç ve Ayça Örer, birkaç gündür Dersim'de olup bitenleri Hasan Saltuk'un koleksiyonundan ve TBMM arşivinden elde edilmiş fotoğraflarla, bilgilerle deşifre ediyorlar.
Kamuoyunun Dersim olaylarıyla ilgili ilk çarpıcı karşılaşması bundan birkaç yıl önce, Cafer Solgun'un yazdığı "Alevilerin Kemalizmle İmtihanı" isimli kitabı sayesinde olmuştu. Ancak Cafer Solgun'un ortaya koyduğu çelişki (Alevilerin toplu katliama uğramalarına neden olan ideoloji etrafında hizalanmış olmaları), ana akım medya tarafından karartmaya ve Solgun, Kemalist Aleviler tarafından yoğun eleştirilere tabi tutulmuştu. Bu nedenledir ki, söz konusu gerçeklerin şimdi bir CHP milletvekili tarafından dile getirilmesi ve ana akım medyada günler süren bir yazı dizisiyle ele alınması oldukça önemli. Kuşkusuz bu iş hâlâ cesaret gerektiriyor, ama artık "karartma" altında kalmıyor, kalamıyor.
Resmi tarih bize Dersim ve etrafındaki bölgede kafayı aşiretinin ve tarikatının değer yargılarıyla bozmuş ilkel ve cahil isyancıların nasıl sindirildiğini anlatır. Operasyonun herhangi büyük bir isyan üzerine başlamadığını, operasyon için fırsat kollandığını, daha 1933'te Dersim'le ilgili evsaflı raporlar hazırlandığını sumen altı eder. Gerçek özetle şöyledir: 1937'de başlayan operasyonun öncesinde ortada öyle büyük çaplı bir isyan filan yoktur; devlet güçlerinin bölgeye sürekli yığınak yapmasından, kışla yaptırmasından, bölgede görevlendirilmiş birimlerin yerel halkla çatışmasından mütevellit ufak çaplı çatışmalar vardır. Bölgede etkin bir aktör olan ve huzursuzlara son vermek isteyen Seyit Rıza, oğlunu bir barış elçisi olarak gönderir, ama oğlu öldürülür. Bunun üzerine Seyit Rıza bir karakol baskını gerçekleştirir, birçok asker ve polis ölür. Harekât için aradığı mazereti bulan devlet ise askeri operasyonları başlatır. Uçaklar sivil halkın üzerine bomba yağdırır, zehirli gaz bile kullanılır. İşin daha kötü yanı, ortada isyanın ve direnişin en küçük izinin bile kalmadığı 1938 yılı boyunca da bu katliamlar sürer. Devamında bugün Tunceli denilen Dersim de insanlar büyük oranda göçe zorlanır, büyük bir eğitim operasyonu başlatılır. Özellikle kız çocukları ailelerinden alınarak yatılı okullarda sıkı bir tedrisattan geçirilir, Türkiye Cumhuriyeti'nin sadık kulları haline gelene kadar "eğitilirler". Raporlarda "ülkenin en ilkel ve cahil ili" olarak geçen yer, okur yazarlık oranı en yüksek olan il haline getirilir.

Meclis tutanakları ve Başbakanlık arşivlerindeki kararnameler göstermektedir ki, askeri operasyonların altında Atatürk'ün de, İsmet İnönü'nün de imzası var. "Dersim olaylarında Mustafa Kemal Atatürk'ün rolü yoktu, hatta 'habersiz' idi; İsmet İnönü de etkisizdi, bu olayları karıştırıp durmayın" diyenler çoğunlukla şimdi CHP saflarında hazır kıta haline gelmiş Alevi yurttaşlarımız arasından çıkıyorsa bunun nedeni, yukarıda bahsi geçen "eğitim"dir. "Önce bastır, sonra eğit" formülü sayesinde, cumhuriyetin en büyük devşirme harekâtının ilk adımı tamam olmuştur. İkinci adımı ise kuşkusuz Sünnilerin sürekli olarak Alevilere karşı kışkırtılması, Sünniler ile Aleviler arasına kapanmaz gedikler, büyük uçurumlar yerleştirilmesi, Sünnilerin Aleviler için "tehdit" haline getirilmesidir. Bu büyük komplo sayesinde Aleviler anneannelerini ve dedelerini kırıp geçiren resmi ideolojinin gözü kara savunucuları haline getirilirken, Sünniler tabloda Alevi düşmanı, cumhuriyeti yok etmek isteyen gericiler olarak konumlandırılmıştır. Nedeni çok basit: Farklılıkları törpüleyip tek tip makbul vatandaş yaratmayı hedefleyen bir sistem, birbirinden farklı inançlara, etnik yapıya sahip toplulukları ancak onları birbirine düşman edebilirse "yönetebilir".
Dersim'de olanların tartışılması, hem devletin hem de Alevi ve Sünni vatandaşların kendileriyle yüzleşmesini sağlayacak bir kapı aralıyor. Bu mevzuyu bir kere de "Ama o dönemin şartları..." demeden tartışmayı denemek gerekiyor. Aksi takdirde devlet-vatandaş ilişkisini tamir edici, sağaltıcı çözümler elde etme imkânı yok.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp