Top
Nihal Bengisu Karaca

Nihal Bengisu Karaca

nbkaraca@htgazete.com.tr

19/08/2009

Yılanın başı, timsahın karnı...

BU yazıyı kaleme aldığım saatlerde Öcalan çözüm paketini halen açıklamış değildi. Ama zaten yapacağım da radikal bir kehanet değil. "Federasyonu verseniz bile istemem" diyor. Çok açık ki "tek devlet tek bayrak" ilkesi altına sığabilecek talepler dile getirecek.
Fakat bu durum Öcalan'ın ve kimi Kürtlerin bu minvaldeki taleplerinden sonsuza dek vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Şimdilik, aç ve sefil durumda olduğu için tüm yapabildiği dağa çıkmak olan Kürtlerin, belirli refah koşulları sağlandığında, milliyetçilik ekseninde ve daha güçlü bir biçimde siyaset yapacaklarını ve daha ciddi şeyler isteyecekleri, öngörülebilir bir ihtimaldir. Hatta Öcalan'ın planı, "O vakit gelene kadar" gerek kültürel haklar, gerekse bölgenin ekonomik kalkınması yolundaki atılımları Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne "yaptırtıp" Kürt siyasileri devlete finanse ettirerek ileride hazıra konmak bile olabilir. Ama buradaki ilk anahtar sözcük "ileride" kelimesi. Bilindiği gibi, "zaman" oyunu bozar.
Üstelik aslına bakılırsa demokratik açılım denilen şey zaten yürürlükte. Şartlarda düzelme olduğu aşikâr. Dolayısıyla DTP ve tabanı şu safhada "Haydi devlet kuralım" fikrine rağbet etmenin getireceği maliyetin farkında. Diyarbakır mesela ayrı telden çalan bir şehir haline gelmiş olsa da, kimsenin gündeminde "Ayrılalım, devlet olalım" yok, "Bize onurumuzu kaybetmeden yaşama imkânı vermediniz" sitemkârlığı var.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu sitemin "Biz Kürtler hep hor görüldük" psikolojisinin zeminini tamir etmek zorunda ve aslında bunu yapmaya çalışıyor. Bunu başaramazsa, orta sınıfı palazlanmış bir Kürt hareketinin milliyetçiliğinin şimdikinden çok daha tehlikeli sonuçlar doğurması ihtimali var. Devlet, zamanı doğru kullanmak ve hem Türk hem de Kürt milliyetçiliğinin yıkıcı bir hale gelmesini önlemek zorunda.

PSİKOLOJİK BARIŞ PSİKOLOJİK SAVAŞA KARŞI

Gelgelelim, "Bu Kürtler ileride daha büyük sorunlar yaratacak, neden bunu yapacak olanların başını şimdiden ezmiyoruz da bilakis açılım maçılım diyerek Türk devletine karşı isyan etmiş, silah kuşanmış insanlara değer ve ihtimam gösterme yoluna giriyoruz?" diye düşünüyor bir kısım Türk halkı, şehit yakınları bilhassa. İnternetteki forumlar bu türden itirazlarla dolu. Cevabın basit ve erdemli kısmını, "Barışmak, çatışmaktan zordur ve zor olanı başarmak yeğdir" faslını bir yana bıraksak bile, bu soruya olumlu bir cevap veremeyiz.
Zira bu devletin doktrinerleri şöyle cümleler kurmuşlardı: "...Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler."
(Mahmut Esat Bozkurt'tan... Cumhuriyet, 19 Eylül 1930)
Başka ırktan olan vatandaşlarını böylesine aşağılayan bir devlet, aşağıladığı ırkı ister istemez "gayri meşru yollara" sevk eder. PKK gayri meşrudur, yaptıklarına hiçbir şekilde hak veremeyiz, ama ortaya çıkmasına neden olan koşulları anlamak zorundayız.
Bu anlamaya çalışma sürecinin bir noktasında da Süleyman Demirel'in şu sözleri çıkıyor karşımıza: "Abdullah Öcalan'ın İstanbul'dan Ankara'ya gelmesine keşke izin verilmeseydi. O zamanlar Dev-Genç'i bölmek için böyle bir yol izlendi... Kürt gençlerini Marksistlerin elinden kurtarmak ve Dev-Genç bölünmek istendi. Bunda başarılı olundu olunmasına ama Abdullah Öcalan yağdan kıl çeker gibi kaydı gitti. Keşke Tuzluçayır'da öldürülseydi!"
Bu sözler, PKK'nın, derin devletin hatalarından biri olduğunu söylemiyorsa neyi söylüyor?
Geçmiş hükümetlerin, geçmiş oluşumların, 16 bin faili meçhulün günahını taşımak durumunda olmayan AK Parti hükümeti, "derin devletle" hısım akrabalık ilişkisi içinde değil, bilakis onu sorgulayan bir parti olması hasebiyle, bu sürecin psikolojik cihetini yönetme konusunda, bu açılımı millete anlatabilme konusunda nispi bir şansa sahip. Yavaş giderse bu şansın gerisinde kalır, hızlı koşarsa şansın önüne geçip onu ıskalar.
Aynı şey, DTP için de geçerli; Öcalan'ı resmi sürecin bir parçası haline getirmeye kalkarlarsa, PKK'nın silah bırakması meselesini tartışmaya açarlarsa, yaratılmak istenen iklimin batağa saplanmasına ve Kürt vatandaşların "Kürt kimliğini bir yafta olarak değil bir vasıf olarak taşıyabilme" umutlarının suya düşmesine neden olurlar.

ŞEHİT ANNELERİ SÜRECİN PARÇASIDIR

Birkaç ay önce HABERTÜRK Televizyonu'nda katıldığım bir programda, "af" dahil hangi adım atılacak olursa olsun, kimselerin değil ama "şehit anneleri"nin bu işe ikna edilmesinin şart olduğunu söylemiştim. Hâlâ aynı fikirdeyim. Bu bağlamda, Erdoğan'ın bu açılımı "evlat acısı çeken anneler" üzerine bina etmesini doğru bir adım olarak niteliyorum. Fakat bu adım yeterli mi, emin değilim. Timsahlar derine dalabilmek için taş yutarmış.
Bu minvalde yapılanların ve söylenenlerin işe yaraması için, şehit annelerinin ve yakınlarının psikolojisi konusunda da derinleşilmesi, gerekirse taş yutulması gerekiyor.
Türk devletinin tarihinde belki de ilk kez "psikolojik harekât" muhatabını yıpratmak için değil, onarmak için yapılıyor ve bu onarımın meşruiyeti de, şehit anneleri ve yakınlarıyla daha yakın temas halinde olunmasından geçiyor.

Not: Pazar günü yayınlanan "Erkek Erkeğe Açılım" başlıklı yazım nedeniyle Ahmet Davutoğlu'nun makamından arandım ve Dışişleri Bakanlığı'nın gezilere kadın gazeteci/yazar çağırmama şeklinde alınmış bir kararı olmadığı doğrultusunda bilgilendirildim. Her ne kadar yazımda böyle bir kararın varlığından bahsetmemiş, sadece uygulamayı eleştirmiş olsam da Davutoğlu adına yapılan bu açıklamayı size iletmem gerektiğini düşündüm.

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp