Top
Nihal Bengisu Karaca

Nihal Bengisu Karaca

nbkaraca@htgazete.com.tr

18/07/2009

Konser bitti, korku baki...


DOGU Türkistan'da yaşanan hakiki acıların ülkemizdeki yansımaları pek yaman oldu. Bir grup Alperen boy boylayıp soy soylamak dururken kendilerini Topkapı Sarayı'nın önüne attı ve
"Kardeşlerimiz Çin mezalimi altında inlerken nasıl olur da burada konser verirsiniz?"
dediler. Afiş yaktılar, Doğu Türkistan için namaz kıldılar. Sonra namaz akşam namazı idi ve "Aslında biz geçiyorduk uğradık, değilse sarayın içine girmeyi de bilirdik, demokrasi var" yaptılar.
Ne var ki insanları böylesine terörize eden, afişlerin ateşe verildiği Madımak efektli bir hareketin demokratik tepki olarak tanımlanması oldukça zor görünüyor. Nitekim Alperenler, İdil Biret'ten özür diledi. Bu durumda yapılan protestoya en iyi ihtimalle, "Müslüman Uygurların uğradığı zulmü kaldıramayan bir grubun taşkınlık yapması" olarak bakılabilir.
Evet, öyle bir tarafı da var bu işin. İnsanlığın kan revan içinde kaldığı tvvitter'lı küçük küresel köy, bilginin dolaşıma girdiği ama karşılığında hiçbir eylemin üretilemediği bir tımarhane aynı zamanda. Uluslararası kamuoyunun dilediğine kulak kesilip dilediğini yok sayarak, kendi paradigması etrafında şekillendirdiği biracılar hiyerarşisi var. Böyle bir dünyada hemcinsinin acısını kendi acısı gibi hissedip delirmenin eşiğine gelebilen adamı masum yapan bir şey de var.
Nitekim Anadolu'nun masum, saf çocuğu; "soydaşları" ölürken, insanları susturan, kayıtsız bırakan bu paradigmayı anlamıyor, "duyarlı olalım arkadaşlar" hızlıca "duyarlarım lan!"a dönüşüyor. Bu acı ve delilik döngüsünde artık Topkapı Sarayı, ecdadın mekânları gibi yüceltilmiş ön kabullerin klasik müzik-aydınlar-şarap gibi olumsuz ön kabullerle karşılaşıp kibriti çakması işten bile olmuyor.

BAŞKALARININ ACISIYLA GELEN ŞERİAT!..

Topkapı Sarayı'ndaki gösteri hem yerini bulamamış, hem savrulmuş, hem de haddi aşmış bir protesto olarak kaldı. Ama kitlelerin Bosna için, Gazze için verdikleri tepkilerin bu boyutlara gelmeyen versiyonları da her zaman korku ve ürperme yaratmıştır. Bu ilk değil, son da olmayacak. Kendi yaşam tarzlarına müdahale olarak saydıkları işlerde tiz sesler çıkarabilen seçkinler de, böyle konuları reel politikanın meselesi olarak görüp insani olarak hiçbir şey yapılamayacağı konusunda son derece umutsuz olan entelektüeller de, başkalarının acılarını kendi acıları gibi temellük eden kitlelerin tepkilerinde hep başka bir şeyler arama ihtiyacında oldular.
Akıllarına gelen ihtimallerden de ürktüler. Nitekim medyada da bunun en kaba yansımalarını gördük, bu eylemi öteden beri gizli ajandası olmakla itham edilen AK Parti yönetimine bağlayanlar oldu.
Türkiye'de başkalarının acıları, kitlelerle seçkin eğitimli rasyonel elit arasında hep gerilime neden oldu.
Sırpların Boşnakları et tahtasına yatırıp doğradığı günlerde yapılan bir radyo anonsunun sonuçlarını hatırlayın. Gorazde'de kimyasal silah kullanıldığı haberi bir gecede yayılmış ve Taksim meydanına yüz binlerce insan akın etmişti. Akabinde, televizyonlara çıkan profesyonel rasyonel yorumcular, mitingi laiklikten hoşnut olmayanların gövde gösterisi olarak yorumladı.
İsrail'in Gazze'ye yaptığı son operasyonlar sırasında da olmuştu. Kitleler "Orada Müslüman kardeşlerimiz ölürken..." diyordu, "insan hakları"nın din ya da ırk gözetilmeksizin savunulması gerektiğini söyleyen eğitimli rasyonel elit bu söyleme karşı çıkıyordu. "İnsanlığa çektirilen acıyı Müslümanlık ile ilişkilendirmeyelim. Onlar Müslüman olmasaydı bu acı daha az bir acı mı olacaktı?" diyerek mukabele etmekteydiler.
Gelgelelim o zaman da bu akıl yürütmenin ucunun şuralara kadar geldiği oluyordu: "Madem sorun, insanların ölmesi ve çocukların bile katledilmesi. O zaman yetersiz sağlık tedbirleri nedeniyle de her yıl bilmem ne kadar çocuk ölüyor. Yoksa mesele, Yahudi düşmanlığı mı?"
"Yapacak bir şey yok"çular ile "Olsun, yine de bir şeyler yapalım"cılar arasındaki bu diyalogların anlamlı yakınlaşmaları bitirdiği, akıl ile kalbin arasını açtığı vakidir.
Kitlelerin meydanlara akın edip zalime zulmünün bir bedeli olduğunu hatırlatma kastıyla "Allahuekber" diye bağırması da hep şüphe çeken bir konu olmuştur aydın entelektüel yahut üst sınıf seçkinler dünyasında. Gazze bahane, Bosna bahane, Doğu Türkistan bahane; bu tekbir sesleri şeriata ilişkin bir özlemin ifadesi denilerek, insanların soydaşı ya da dindaşı ile bağ kurmak için seslendirdikleri anonim ifade, tekbir, yekten yaftalanmıştır.
Sınıflararası çatışmanın, elit halk geriliminin, "bizler" ve "onlar" arasındaki sürtüşmelerin ideolojik bir boyutla başkalarının acısı üzerinden sahne alması da incelemeye değer bir ihtimaldir. Fakat insanları, acı çeken hemcinsleri adına sokaklara döken motivasyonun bununla sınırlı olmadığını görmek lazım. Bu dinamikler anlaşılmadığı sürece, dünyanın bir ucundaki "Müslüman kardeşi" için "Allahuekber" diyen her adam bir korku vesilesi haline getirilecek. Konser basmasa da, afiş yakmasa da.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp